Herhangi bir spor dalında ‘final’ kelimesini duymak yeterince ilginizi çekebilir. Herhangi bir spor dalında heyecanla beklenen bir final serisinin beş maça uzama ihtimali durumu daha da ilginçleştirebilir. Hele ki kadın voleybolunda ‘final’ kelimesini Eczacıbaşı VitrA ile VakıfBank arasında beş maça uzamış bir final serisinde duyuyorsanız işler yeterince ilginçleşmiş demektir. Ve film bittiğinde kapanış jeneriğine dalarcasına televizyona bakakalmanız hiç de yadırganacak bir durum sayılmaz.
Hazır etkisi geçmemişken, seriden geriye kalan birkaç noktayı ağır çekime alalım. Eczacıbaşı VitrA, sezon boyunca takım oyunundan şaşmadığı takdirde durdurulamaz oldu. Bu durum final serisi özelinde de değişmedi. İlk maçta Tijana Boskovic’e hücumda binen yük ve bu yığılmanın VakıfBank tarafından hızlıca okunması, Eczacıbaşı’nı bir şeyleri değiştirmeye, özüne dönmeye itti. İkinci maçta takımın iki kaptanı Jordan Larson ve Büşra Kılıçlı’nın yanı sıra Meliha İsmailoğlu oyuna ivme katıp, Beyza Arıcı özellikle kritik anlara damgasını vurarak 16 sayıyla takımını ateşlerken, Boskovic ne çok öne çıktı ne de çok geride kaldı. Bu dengeyi yakalamak, Eczacıbaşı’nın VakıfBank’ı ikinci maçta hata yapmaya itmesi, takımın en skoreri olsa da çok diş gösterememiş Boskovic’in üçüncü maçta bildiğimiz çılgın ritmine dönmesi ve en önemlisi takımın alıştığı oyuna kavuşabilmesi adına önemliydi.
Yine ikinci maç VakıfBank’ın da önemli bir yönünü gözler önüne serdi. Eczacıbaşı maçı 9 blokla bitirirken, VakıfBank, direncinin serinin öbür maçlarına göre hızlı zayıfladığı, kendi hatasından tam tamına 29 sayı vererek 3-1 yenildiği maçı 10 blokla kapatabildi ve blok disiplininden taviz vermediğini gösterdi. Bu disiplin serinin ilerleyen kısımlarında sadece takımın hanesine yazılan net blok sayısında değil, Gözde Kırdar, Lonneke Slöetjes, Zhu Ting veya pasörlerin köşelerde doğru yer tutması, takımca ikili ve üçlü bloklara düzenli yerleşilmesi ve bunların sistemin doğru işlemesine katkıları şeklinde de kendini belli etti.
Üçüncü maç, blokta iki takımın da yüksek direnç gösterdiği 3-2’lik kıyasıya bir mücadele olurken dördüncü maç için aynısını söylemek pek mümkün olmadı. VakıfBank’ın toplam 12 bloğunda orta oyuncusu Zehra Güneş’in 3 blokluk payı varken, Eczacıbaşı’nın maç boyunca 3 blokta kalması açıklayıcı olabilir. Fark gerçekten dikkat çekici fakat maçın VakıfBank için taşıdığı önemi düşünecek olursak kulağa çok da mantıksız gelmiyor. Zira bir önceki maçta 3-2 yenilip seride 2-1 geriye düştükten sonra blok ve serviste üstünlük kurmak, VakıfBank’ın şampiyonluğa tutunabilmesi adına hayati öneme sahipti. Lonneke’nin Zhu’nun hücum yükünü belirgin bir şekilde rahatlatması – serinin ilk maçında da olduğu gibi – galibiyet ve şampiyonluk yolunda bir o kadar vazgeçilmezdi.
Giovanni Guidetti, ölüm-kalım maçını kazandıktan sonra bir şeyleri değiştirerek takımı hayatta tutması gerektiğini ifade etmişti. VakıfBank’ta yıllarca birlikte oynamış, finaller görmüş Naz Aydemir Akyol ve Kübra Akman Çalışkan gibi bir ikilinin maça yedek başlaması başta fazla şaşırtıcı bir değişiklik gibi gelebilir. Fakat Guidetti’nin 96’lı pasörü Cansu Özbay’ı ve 99’lu orta oyuncusu Zehra Güneş’i sene boyunca hazır tuttuğunu, bu ikilinin Naz ve Kübra’nın sezon içindeki sakatlıklarında takımı sırtlayabildiklerini gösterdiğini hatırlarsak bu değişiklik çok da şaşırtıcı gelmemeye başlayacaktır. Nasıl ki üçüncü maçta oyuna sonradan girerek önemli fark yaratan Hande Baladın bir sonraki maçta Eczacıbaşı ilk 6’sında kendine yer bulduysa…
İzlemesi keyifli olansa Cansu ve Zehra’nın böyle stresli maçların altından soğukkanlı bir şekilde, hem de pasör ve orta oyuncu gibi iki kilit pozisyonda takımın omurgasını sağlam tutarak kalkabilmesiydi. Naz’ın beşinci maçta olduğu gibi set sonlarında takımı rahatlatıcı rolde oyuna girmesine pek alışık olmasak da bu durum, iki pasörün gerekli yerlerde katkı vererek rollerini müthiş bir uyum içerisinde paylaşabildiklerini gösterdi. Bu formül, VakıfBank’ın son maçta 3-0’lık galibiyetle 10. kez lig şampiyonluğuna ulaşmasında da yardımcı olacaktı.
Sayıları, maç skorlarını bir kenara bırakıp ödül törenine gidelim. Eczacıbaşı VitrA ile ikinci dönemini geçiren Brezilyalı teknik adam Marco Aurelio Motta’nın podyumdaki oyuncularına bir baba gibi sıradan teker teker sarıldığını görüyorum. Aklıma Eczacıbaşı 2007’de Dalaman’daki dörtlü finallerde şampiyon olduğunda takımın başında olan Marco’nun biz İstanbullu seyircilerle coşkusunu paylaşmak için tribüne uzanması geliyor. 11 sene sonra o babacan gülümsemesinin ve voleybol tutkusunun zerre eksilmediğini, sadece takımının daha iyi voleybol sergileyebileceğine inanan bir adamınki gibi belki az biraz buruklaştığını hissediyorum.
Öte yandan bireysel ödüller dağıtılıp, Zhu Ting bir kulvarda daha ‘En Değerli Oyuncu’ seçilirken, Gözde’nin şampiyonluk sayısı için servise yönelmesini ve 2018 CEV Şampiyonlar Ligi Dörtlü Finalleri’nden sonra profesyonel kulüp kariyerini sonlandıracağını hatırlıyorum. Türk voleyboluna yaşattığı güzellikler için Gözde’ye, bu voleybol ziyafeti için iki takıma içimden teşekkür ederken, filmin bittiğini ve jeneriğe dalarcasına televizyona bakakaldığımı fark ediyorum.