“Ben bütün gece ayaktaydım ve sen bir bebek gibi uyuyorsun. Bu nasıl mümkün olabilir? Real Madrid’e karşı oynayacağız ve sen bebek gibi uyuyorsun!” Oda arkadaşı Ruud Gullit’e fena şekilde öfkelenen Carlo Ancelotti, birkaç saat sonra harika bir şutla Milan’ı 1-0 öne geçirecekti. Bu gol, aslında modern futbolun dönüm noktalarından belki de en önemlisiydi. 1990’larda futbolun gidişatını değiştirecek olan Milan resitali böylece başlıyordu…
1960’larda İtalyan futbolunun ve Avrupa’nın zirvesine çıkan Milan 1970’leri istikrarsız, 1980’leri ise büyük bir kaosla geçirmişti. 1987’de takımın başına Serie B ekibi Parma’nın antrenörü Arrigo Sacchi getirildiğinde çıkışın kolayca bulunabileceğini düşünenlerin sayısı da hiç fazla değildi. Ama Arrigo Sacchi’nin bir avantajı vardı; 1980’lerdeki o karmaşık dönemden geçseler de genç ve yetenekli İtalyan oyuncular, özellikle bir önceki antrenör Nils Liedholm’ün çabaları ile takıma monte edilmişti. Sacchi, değişik antrenman teknikleri, Total Futbol’dan esinlenerek geliştirdiği oyun anlayışı, presli futbolu ve takımla özdeşleşecek ofsayt tuzağı ile Hollandalıların etkisiyle Serie A’da beklenen şampiyonluğu, 1988’de Milanello’ya getiriyordu…
Fakat hâlâ eksik bir şeyler vardı, görev tamamlanmamıştı. Son Kupa 1 zaferini 19 yıl önce Ajax’ı mağlup ederek yaşayan Milan’ın yeni hedefi belli olmuştu…
1988-1989 sezonu Şampiyon Kulüpler Kupası ilk turunda rakip Levski Sofya idi fakat Milan, birkaç gün önce sözlüye kalkıyordu. Bernabeu Trophy’de Real Madrid ile karşılaştılar ve 3-0’lık skorla kazanan taraf oldular. Real Madrid, 1980’lerde her ne kadar Şampiyon Kulüpler Kupası kazanamamış olsa da Emilio Butragueño’nun liderliğini yaptığı; Manolo Sanchís, Martín Vázquez, Míchel ve Miguel Pardeza’dan oluşan Akbaba Beşlisi ile fiyakalı bir yere sahipti. Üstelik bu yetenekli İspanyol gençlerinin yanına Hugo Sanchez ve Bernd Schuster gibi uluslararası futbol aleminde isim yapmış yabancıları Madrid’e getirmişlerdi. UEFA Kupası’nı iki sene üst üste kazanan (1985 ve 1986) Real Madrid, tekrar canlanmaya başladığı 1980’leri, Şampiyon Kulüpler Kupası ile noktalamanın peşindeydi. Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda Real Madrid daha fiyakalı bir takımdı ve Milan’ın -bir özel turnuva da olsa- Bernabeu’da Real Madrid’i 3-0 ile geçmesi, bütün Milan’lı futbolcuları heyecanlandırmıştı. Antrenör Sacchi, tehlikenin farkındaydı. Soyunma odasına girdi ve uyarısını yaptı: “Ayaklarımızı yere basmalı, gollere rağmen hatalarımızın farkına varmalıyız!”
Aslında Sacchi’nin korktuğu bir nevi başına gelecekti. Sezonun sonu yaklaşırken Milan, rakipleri Inter ve Napoli ile oynadığı maçları kazanamamış, ligde geride kalmıştı. Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Levski’yi rahat geçseler de Kızılyıldız ve Werder Bremen karşısında oldukça zorlanmalarına rağmen turu geçmişlerdi. Hedef artık daha da net bir şekilde Avrupa Kupası idi ama sahadaki futbol, kırmızı-siyahlıların takipçilerini tereddütte bırakıyordu. Yarı finaldeki rakip, Real Madrid olmuştu.
“Werder Bremen ve Kızılyıldız maçlarıyla Avrupa’daki görkemimizi kaybetmiştik. Ama Bernabeu’da tarihi değiştirmek üzere olduğumuzu anladık.”
Franco Baresi, eşleşmenin ilk maçını yıllar sonra bu cümleyle özetleyecekti. İspanya’dan Marco van Basten’in harika kafa golüyle 1-1’lik skoru kopardılar. Dahası, oynanan futbolla nihayet potansiyellerini göstermişlerdi. Sacchi, sezon başındaki mücadelede olduğu gibi yine oyuncularının havaya girmemesi gerektiğini tembihlemişti. Milan, 15 gün sonra oynanacak rövanş için kendine güveniyordu…
“Yapmamamız gereken tek şey golsüz beraberlik için oynamak!” Hollandalı yıldız Ruud Gullit’in “Profesyonellik anlamında ondan çok şey öğrendim” dediği kaptan Franco Baresi’nin maçtan önce yaptığı konuşma böyleydi. Aslında bu, ‘Yeni’ Milan’ın felsefesini de anlatıyordu. Klasik bir İtalyan takımı, kendi evinden çıkaracağı 0-0’la final planı yapabilirdi ama Milan, artık “Ne olursa olsun kazanmalıyız” psikolojisine sahipti. Öyle de oldu…
Milan, dört gün önce oynanan Nottingham Forest-Liverpool maçında yaşanan ve tarihe Hillsborough Faciası olarak geçecek olay için yapılan saygı duruşu dışında o gün neredeyse hiç durmadı. Açılışı Ancelotti yaptı, üç Hollandalı sazı elden ele dolaştırdı ve günün yıldızlarından Roberto Donadoni noktayı koydu: Milan 5 – Real Madrid 0.
Madrid antrenörü Leo Beenhakker, maçtan sonra taraftarından özür diliyor ve ekliyordu: “Olağanüstü oynadılar!” Milan, sadece tarihi bir skor almamıştı, takımla özdeşleşecek hücum presi ve Baresi liderliğindeki ‘sinir bozucu’ ofsayt tuzağını da Avrupalı futbolseverlere sunmuşlardı.
Finalde, Galatasaray’ı eleyen Steaua Bükreş ile karşılaştılar. Rumen kaleci Helmuth Duckadam’ın “Hayatımda bu kadar şutla karşı karşıya kalmadım” dediği maçı 4-0 kazanan Milan, tam 20 yıl sonra Şampiyon Kulüpler Kupası’nı Milano’ya getiriyordu. Ertesi sezon da başarılarını tekrarladılar ve bu sefer de Benfica’yı geçerek kupaya ulaştılar. Sacchi’nin takımı, Avrupa futbolunda çığır açmayı başarmış, kazandıkları iki Şampiyon Kulüpler Kupası ile bunu taçlandırmışlardı. Ama o dönemi özetleyen, bir nevi ‘Milan futbolunun’ zirvesi olarak kabul edilen tarih ve o maç hiç değişmedi: 19 Nisan 1989, Milan 5 – Real Madrid 0.