Lewis Hamilton’ın kutuplaştırıcı etkisi yeni değil. Evi Silverstone’daki Grand Prix öncesi İngiliz taraftarlar ve medya mensuplarıyla sorun yaşamış olması da pek şaşırtmıyor. Bunun sebebi ise Formula 1’in çarşamba günü Londra’da düzenlenen büyük halkla ilişkiler etkinliğinden kaçarak Yunanistan’da bir iki gün dinlenmeyi ve biraz da partilemeyi tercih etmiş olması.
Eleştirmenler ona ‘egoist’ sıfatını uygun görüyor. O ise kendini “Sezon öyle yoğun ki arada uzak kalmaya ihtiyacım oluyor” sözleriyle savunuyor ve onu eleştirenler tarafından yanlış anlaşıldığını düşünüyor. Gerekli cevapları da zorlu bir hafta sonunda kazanılan kesin bir zaferle pistte veriyor. Tüm bunlarla uğraşırken bir yandan da hayranlarıyla bolca vakit geçiriyor ve verdiği sayısız imzanın ardından, feci bir Formula 4 kazasında iki bacağını kaybetmiş 17 yaşındaki İngiliz pilot Billy Monger gibi özel bir konuğu ağırlıyor.
Lewis Hamilton’ı sadece yarış pistindeki güçlü bir savaşçıdan ibaret görmeyin. Altın takıları ve dövmeleriyle sosyal medyada kendini sıkça gösteren, müzik ve Hollywood dünyasından birçok ünlü ismi arkadaşı sayan, egosunu şımartmaktan keyif alan bir şov yıldızı da değil… Üç kez dünya şampiyonu olmuş Hamilton’ın bambaşka bir tarafı da var; sakin, düşüncelere dalmayı seven tarafı. Mercedes pilotu bu yanını çok sık göstermiyor ama emin olun, sorulduğunda göstermeye başlayacaktır.
Gelin, motor sporları dışında bir şeyle başlayalım… Sizi ne motive eder Bay Hamilton? Hangi itici güçler, hangi değerler, hangi amaçlar? Sadece pistte değil, hayatta da…
Konunun değerlerle pek alakası yok. Değer, insanın kazanımlarıdır. Onları içimde tutuyorum. Beni asıl motive eden şey, hayatın çok kısa ve değerli olması. Birçoğumuz, hatta belki herkes, hayatı normal ve garanti altına alınmış bir şey olarak görüyor. Ama öyle değil. Mesela biri ansızın hastalığa yakalanıyor ve ancak bu durumun farkına vardıktan sonra hayatı ciddiye almaya başlıyor. Bense başından beri ciddiye almaya çalışıyorum.
Sizde bu farkındalığı yaratan şey nedir? Yarışlarda karşı karşıya kaldığınız risk olabilir mi?
Benim için dönüm noktası, yaklaşık dört sene önce teyzemi kaybetmem oldu. Son iki haftasında neredeyse her an yanındaydım. Son gününde yerinden doğrulup şunları söylemişti bana: “Hayatım boyunca sabah 9-akşam 5 işinde çalıştığıma, hayatta yapmak istediklerimi hep ertelediğime inanamıyorum.” Daha önünde çok uzun bir zaman olduğunu düşünürdü. Derken, bir anda hiç zamanı kalmadı. Bu konuşma bende öyle bir etki yarattı ki her günü olabilecek en yoğun şekilde geçirmeye ve her ânımın değerini daha iyi bilmeye çaba gösteriyorum. Kaybedecek vakit yok. Özellikle de ailemin bana kendi yolumu çizebilmem için verdiği emeği ve yaptığı yatırımı düşününce buna daha çok özen gösteriyorum.
Geçmişiniz, yoksul denebilecek bir hayattan buralara gelmiş olmanız, bu duyguları daha da güçlü kılıyor mu?
Tam öyle demek zor, farklı koşullarda büyüyünce nasıl oluyor gerçekten bilmiyorum. Geldiğim yerin faydası, geniş bir spektrumda iki ucu da görebilmek oldu. Bir yerlerde, koltuk kenarında, hatta bazen yerde uyumanın nasıl bir şey olduğunu biliyorum. Ve şimdi öyle bir noktadayım ki gönlümden geçen ne varsa sahip olabilirim. Fakat bana gençliğimden bu yana miras kalmış bir şey varsa o da tamamen başarıya açlığımdır. Bakınca, bugünkü sürüş stilimde bile kendini belli eden bir özellik bu. Zamanında en iyi kart’lardan konforlu motor karavanlarına kadar her şeye sahip çocuklara karşı yarıştım. Benim elimdeki ise tam bir külüstürdü ve onunla kazanırdım. İşte bugün piste çıktığımda da hâlâ aynı açlıkla yarışıyorum.
Siz böylesine müthiş bir çıkış yapmayı başarabildiniz, ileride başkalarına da yardım etmeyi planlıyor musunuz?
Her ne kadar işini iyi yapan çok sayıda kuruluş olsa da birçok ünlünün yürüttüğü tarzda bir vakıf kurmak, nedense pek benlik bir olay değil. Ancak motor sporları bana çok şey kattı, bunun karşılığını kesinlikle vermek istiyorum. Sadece, bunun ne şekilde olacağına daha karar vermiş değilim. Çocuk ve eğitim, en çok ilgimi çeken konular. Hindistan’a ve Filipinler’e gittiğimde imkânları kısıtlı çok sayıda çocuğa ya da çocuğuna zar zor bakabilen, tıbbi destekten mahrum kalmış genç kadına rastladım. Planım, kendimi gelecek yıllarda bu yönde daha fazla yardıma adamak. Şu anda yüzde 95’imi yarışmaya vermiş durumdayım ama kariyerim bittiğinde bu durum tercihen tersine dönecek.
Sık geziyorsunuz. Peki en çok hangi ülkeleri seviyorsunuz?
Karayipler, özellikle de Grenada… Köklerimin geldiği yer, orada kendimi evimde hissediyorum, dedem ve teyzelerim hâlâ orada yaşıyor. Bana inanılmaz huzur veriyor, doğasında el değmemiş çok fazla bölge var, büyük caddeleri, otobanları olmayan bir yer… İnsanlar daha her şeyi ele geçirmemişler ya da bir dereceye kadar bozmamayı başarmışlar. Nihayetinde dünyayı gittikçe bozuyoruz. İnsanoğlu çok da güzel bir canlı türü değil… Bu adayı seviyorum, çünkü çok doğal ve sanki hiç dokunulmamış gibi…
Yakın zamanda, Silverstone Grand Prix’si öncesinde Londra’da yarış tutkunları için düzenlenen bir etkinliğe katılmak yerine Yunanistan’da tatil yapmayı tercih etmiştiniz. Bu tip kararlarınız sonrası, özellikle hayat tarzınıza yöneltilen sert eleştirilerle sık sık başa çıkmanız gerekiyor. Yine de İngiliz hayranlarınıza olan bağlılığınızı, Silverstone’da evinizde yarışmanın verdiği enerjiyi defalarca vurguluyorsunuz. Burada bir çelişki yok mu?
Eleştirenler hep olacaktır. Bu durum şunu bir kere daha gösteriyor ki ben, benim için neyin doğru olduğunu zaten biliyorum. Hazırlığım konusunda şüphe duymayı gerektiren ve gerektirecek hiçbir sebep yok. Bunu şimdiye kadar anlayamayanın bu saatten sonra anlaması da mümkün değil. Fakat beni pist kenarında destekleyenlerin varlığı, işte o çok farklı. Çocukken televizyonda hep Nigel Mansell’in Silverstone’da hayranları tarafından nasıl karşılandığını, nasıl kutlandığını görürdüm. Başka hiçbir yerde böyle bir şey görmedim. Ve kendime hep bunun nasıl bir his olabileceğini sordum. Şimdi bunu kendim de yaşıyorum, inanılmaz bir duygu. Bu pozitif enerjiyi hissediyorum, hatta sanki içime çekebiliyorum. Bu, muazzam bir şekilde kanatlanan, beni daha iyi ve hızlı yapan bir güç.
Hayatınızda yarış dışında büyük rol oynayan bir şey var, o da müzik. Hem dinliyor hem de kendiniz üretiyorsunuz. Müzik sahnesinden birçok yıldızla da arkadaşsınız. Peki sizin için gelmiş geçmiş en büyük müzik kahramanı kim?
Büyük ihtimalle Michael Jackson, her ne kadar bunu seçmek zor olsa da; çünkü bugüne kadar kendi alanında şarkıcı, söz yazarı ya da belli bir müzik aletiyle farkını ortaya koymuş o kadar fazla müzisyen var ki… Ama Michael Jackson gerçekten eşsizdi ve inanılmaz bir performans sanatçısıydı, en iyi dansçıydı. Bu alanda tam bir ikon oldu, bir sürü harika şarkı yazdı ve bence bu payeyi sonuna kadar hak etti…
Müziğinizi sadece kendiniz için mi üretiyorsunuz, yoksa başkalarının dinlemesini de amaçlayarak mı?
Şimdilik sadece kendim için. Müzik, bana bolca keyif veren ve inanılmaz haz duyduğum bir uğraş…
Politikayla ilgileniyor musunuz?
Şöyle diyelim; haberlere bakıyorum… Dünyanın belli kişiler tarafından kontrol ediliyor olması beni endişelendiriyor fakat bu konuda hiçbir şey yapamam. Özünde hissettiğim; dünyanın bugün çok daha kötü bir noktada olduğu, hatta belki de hatırlayabildiğimin en kötüsü. Günümüzde olanlar, mesela Manchester’daki terör saldırısı… Bunlar akıl almaz şeyler. Hele ki Suriye’deki kimyasal gaz saldırısı sonrası ölen çocukların görüntüleri… Asla gözümün önünden gitmiyor. İnsanlar nasıl böyle bir şey yapacak kadar kafasız ve acımasız olabiliyorlar?
Çok tanıdık bir yüzsünüz, sosyal ağlarda milyonlarca takipçiniz var. Diğer insanların bu gibi ağlar yoluyla belli konularda daha hassas olmalarını sağlayabileceğinize inanıyor musunuz?
İnsanları değiştiremem, bunu kimse yapamaz. Ama belki de paylaştığınız bir ileti sayesinde bir şekilde birilerine ilham verebilirsiniz. Mesela deprem sonrası Haiti’deki felaket bölgesine gittiğimi görenler, kendileri de oraya yardıma gitme cesareti bulabilir. Bazı insanlara dokunmak, onlarda bir şeyleri harekete geçirmek umuduyla bu tarz şeyler paylaşıyorum. Hatta belki, ufak tefek problemlerin artık bu kadar ciddiye alınmaması umuduyla… Ama bu da nihayetinde denizde bir kum tanesinden fazlası değil…
Muhammed Ali ve Nelson Mandela. Bu insanlara hayranlık duyuyorum çünkü başkalarını, insan haklarını korudular ve bunu yaparken kendilerine hep sadık kaldılar. Nelson Mandela benim için, geçmişten bugüne, insanlığıyla anılabilecek en önemli kişi. Hapisten çıktıktan sonra onu mahk m edenlerle çay içebilecek kadar yüce gönüllü… Herhâlde özgürlüğüne kavuştuğu anda çoğu insanın içinden geçen şey, kendisini hapse atanları öldürmek olurdu…
Kendisini yakından tanıma fırsatınız oldu mu?
Evet, kendisiyle bir tür arkadaşlık kurduk; beni Güney Afrika’ya çağırdı, orada onunla bir hafta geçirdim. Gerçek bir ‘kral’ ile birlikte olmak, hayatımın en güzel, en önemli deneyimlerinden biriydi.
Mandela özgürlük için savaşmıştı, peki özgürlük size ne ifade ediyor?
Özgürlük, büyüme şansıdır. Tıpkı bir çiçekte olduğu gibi. Nasıl ki etrafına kalın bir tel bağladığınızda çiçek açamıyorsa…
Hayattaki önceliklerinizi değiştirmek isteseydiniz, kariyerinizi istediğiniz an bitirmekte özgür olabilirdiniz. Son dönemde bu yönde rivayetler oldu…
Şimdilik yarışmayı seviyorum. Ailemle geçirdiğim özel anları saymazsak beni, çok iyi bir arabayı limitlerini zorlayarak sürmekten daha mutlu eden bir şey yok. Ve şu anda, her zamankinden daha iyi sürdüğümü hissediyorum. Bu yüzden kariyerime neden son vermem gerekeceğini kafamda canlandıramıyorum. Takımla daha bir senelik bir anlaşmam var ve şu anki planım, bunu yerine getirmek. Elbette hislerim değişebilir ama bu imkânsız gibi. Kâğıt üstünde ise her şey mümkün tabii…
*Bu röportaj, Socrates’in Eylül 2017 sayısında yayımlanmıştır. Bütün sayılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.