Bu makalenin orijinali The Players Tribune internet sitesinde yer almaktadır.
28 Kasım 2016’da 2933 nolu LaMia uçağı Kolombiya’ya gitmek için Bolivya’dan havalandı. Uçakta Copa Sudamericana final maçına giden Chapecoense takımı vardı. Kulübün 44 yıllık tarihindeki ilk final maçıydı. Uçak havalimanına yaklaşırken yere çakıldı. 77 yolcudan yalnızca altı tanesi kurtuldu. Üçü futbolcuydu. Bu onların hikâyesidir.
________________________________________
Neto
Bunun olacağını rüyamda görmüştüm. Kolombiya’daki Copa Sudamericana final maçına gitmemize birkaç gün kala korkunç bir kabus yaşadım. Uyandığımda eşime bir uçak kazasında olduğumu söyledim. Geceydi, uçaktaydım ve çok yağmur yağıyordu. Ve sonra uçak sessizliğe büründü. Gökyüzünden düştü. Ama ben bir şekilde enkazdan çıkıyordum. Yürümeye başladım ve geceleyin bir dağda olduğumu fark ettim. Her yer kapkaranlıktı. Tüm hatırladığım buydu.
Final maçı seyahati günü gelip çattığında kabusu aklımdan çıkaramıyordum. Rüyam çok canlıydı. Beynimde devamlı tekrar ediyordu. Ben de uçaktan eşime bir mesaj gönderdim. Tanrıya beni o rüyadan koruması için dua etmesini istedim. Bunun gerçekleşeceğine inanmak istemiyordum. Ama gene de benim için dua etmesini istedim.
Ve sonra rüyamdaki her şeyin gerçekleştiğini gördüm…
Uçak sessizliğe büründü.
Tüm makineler sustu.
Ben tamamen uyanıktım.
… Sonra uçak gökyüzüden düştü.
Biz insanlar için algılanması zor bir histi.
Jakson Follmann
O gün uçakta herkes takılıyordu, kart oynuyor, müzik dinliyordu.
Alan Ruschel
Ben bazı kart numaraları yapıyordum. Bunu yapmayı hep sevmişimdir. Hepimiz gülüyor ve pagode (Brazilya samba müziği) çalıyorduk. Tarih yazacağımız için müthiş derecede mutlu olan bir grup insandık. Şampiyon olsak da, olmasak da. Brezilya’nın küçük bir kasaba takımını Copa Sudamericana finaline taşımıştık. Gerçekten çok mutluyduk.
Jakson
Rahat bir uçuştu. Ta ki uçaktaki tüm ışıklar kapanana kadar. Sadece sessizlik vardı. Aniden herkes yerine oturdu. İnsanlar ne olduğunu öğrenmek istiyorlardı ancak uçuş görevlileri herhangi bir bilgi vermiyorlardı. Düşüşümüzden birkaç dakika öncesinde yanımdan geçen bir uçuş görevlisi şöyle söyledi: ”Kemerlerinizi takın, şimdi iniş yapacağız.”
Ortalık çok sakindi. Kimse mikrofondan herhangi bir duyuru yapmadı. Ve sonra düşmeye başladık.
O anı yaşayan dünyada çok fazla sayıda insan yoktur. Bir an tüm arkadaşlarınızla birlikte dünyayı fethetmeye gidiyorsunuz ve herkes mutlu, sonra ise uçağın tüm motorları susuyor ve gökyüzünden düşüyorsunuz.
Sadece dua edecek ve Tanrı’dan beni korumasını isteyecek kadar vaktim oldu. Uçağın içinde hiçbir şey yapamıyorsunuz. Kaçamazsınız, ağlayamazsınız, yardım isteyemezsiniz, ve tüm bunların neden olduğunu sorgulayamazsınız. Tek yapabileceğiniz dua etmek ve kendinizi Tanrı’nın merhametine bırakmak.
Alan
Bazen o anı hatırlamaya çalışıyorum ama yapamıyorum. Sanırım beynim bu hatıraları bloklamış.
Neto
Uçaktaki son sözlerimi hatırlıyorum. Dua ediyordum, yüksek sesle dua ediyordum. Uçağın gerçekten düştüğünü idrak ettiğim anda dua etmeye başladım… ”Yüce İsa, Yüce İsa, İncil’de okudum, sen ne mucizelere kadirsin. Lütfen, lütfen bize acı. Bizi kolla. Bize yardım et. Pilota yardım et. Bu uçaktakilere yardım et. Merhamet göster. Lütfen Yüce İsa, bize yardım et.”
Her şeyden güçlü bir Tanrı’ya dua ediyor olsam da, insandım ve gözlerimle içinde olduğumuz durumun imkansızlığını görüyordum. Son ve tek kaynağım dua etmekti.
Jakson
Birçok insan sesli bir şekilde dua etmeye başlamıştı. Düşmemize dakikalar kala ön taraflarda oturan insanlar neler olup bittiği hakkında sorular sormaya başlamışlardı. ”Biri bir şey söylesin! Bize bilgi verin!” diye bağırıyorlardı.
İnsanların bunları söylediğini hatırlıyorum ve ondan sonrası hakkında hiç bir şey hatırlamıyorum.
Neto
Ve sonra her şey karanlığa büründü.
Jakson
Ormanda uyandım. Gözlerimi açtım, ama her şey kapkaranlıktı. Yağmur yağıyordu. Çok ama çok soğuktu. Hiçbir şey göremiyordum, sadece bazı şeyler duyabiliyordum. Birçok insan acı çekiyor ve inliyordu. Ben de yardım istemeye başladım. Ama nerede olduğuma dair hiçbir fikrim yoktu. Bir uçaktan dışarı savrulduğumun farkında değildim. Yalnızca ölmek istemediğimi tekrarladığımı hatırlıyorum.
En zor kısmı arkadaşlarımın yardım çığlıklarını duymak ve bu konuda çaresiz kalmaktı. Ayağa kalkamadım. Çok karanlıktı ve kimseyi göremiyordum. Şimdi ise hiçbir şey görememiş olduğum için Tanrı’ya şükrediyorum.
Ara ara uyanıp tekrar uyuyordum. Uyanıyor ve uyuyordum. Ne kadar zaman boyunca uyanık olduğumu bilmiyorum.
Bir noktadan sonra ormanın içinde bir fenerin ışığını gördüm.
İnsanlar vardı ve “Policía Nacional, Policía Nacional!” diye bağırıyorlardı.
Polis oraya vardığında yakınımda olup yardım isteyen insanlar… artık yardım istemiyorlardı. Ya da sesleri çok kısık çıkıyordu. Çok ama çok üzücü bir andı.
Kurtarma ekibi bana ulaştığında… Çavuş Nelson adında biri beni buldu. Kolumu kaldırdım ve elimi tuttu.
Bana ”Sakin ol. Kurtarıldın.” dedi.
Sonra yaşımı ve adımı sordu.
Ben de takımın kalecisi olduğumu söyledim.
Sonrasında, çavuş bana orada gördüğü manzaranın hayatında gördüklerinin en kötüsü olduğunu söyleyecekti. Beni sırtımdan kaldırmaya çalıştı ancak çok acım vardı ve kalkamadım. Büyük bir acı. Çünkü kaza sırasında sağ ayağımı kaybetmiştim. Sol ayağımı ise sadece tendonlar tutuyordu.
Beni oradan çıkardılar ve çamurlu bir tepeye taşımaları gerekti. Çok zor bir zemindi. Çok da tehlikeliydi çünkü uçağın parçaları her yere dağılmıştı ve son derece keskinlerdi. O kurtarma ekibindekiler; onlar birer kahraman.
Su istediğimi hatırlıyorum ve bana bir damla su verdiler, ardından bayılmışım.
Neto
Uyandığımda hastanedeydim, kaza hakkında hiçbir şey hatırlamıyordum. Eşim bana komadan çıktıktan sonra ona ilk söylediklerimin şunlar olduğunu söyleyecekti…
“Deus estava comigo o tempo todo.”
“Deus estava comigo o tempo todo.”
İki defa söyledim.
“Tanrı hep benimle birlikteydi.”
“Tanrı hep benimle birlikteydi.”
Ama hiçbir şey hatırlamıyordum. Doktorlar bana kaza hakkında henüz bir şey söylememişti. Önce iyileşmemi istiyorlardı.
İçinde bulunduğum yeri algılamaya çalıştım. Bir hastanede olduğumu biliyordum ama tanımlayamıyordum. Hastane çalışanlarına bakıyordum ama onları tanımıyordum. İspanyolca konuşuyorlardı. Kafam çok karışıktı.
Chapecoense’nin doktorunu gördüğüm zaman final maçında oynamamız gerektiğini hatırladım.
”Doktor, maçta ne oldu? Sakatlandım mı?” dedim.
”Evet, Neto, maçta sakatlandın.” dedi.
”Peki maç kaç kaç?” diye sordum.
”Bilmiyorum. Sen çok kötü sakatlandın, ben direkt seni görmeye buraya geldim.”
Ona inandım. Hala maçın devam ettiğini düşündüm ve Tanrı’ya kızdım. ‘Beni nasıl final maçında oynamaktan alıkoyar? Orada kardeşlerimle olmam lazım.’ diye düşündüm.
Alan
Babama göre hastanede uyandığımda ona ilk sorduğum soru ”Doğru mu?” olmuş.
Ve babam, doktordan aldığı tavsiyeye de uyarak, sadece şöyle dedi: ”Uçak acil iniş yapmak zorunda kaldı, ama sen, Neto ve Follmann iyisiniz.”
O anda ilk düşündüğüm yaralananların yalnızca ben, Neto ve Follmann olduğuydu. Hala maçın ertesi gün oynanacağını düşünüyordum. Zihnimde sadece maçın endişesi vardı.
Bana sakinleştirici ilaç verilmişti, uykuya dalıp çıkıyordum. Kız arkadaşım ve babamın bana telefonlarından arkadaşlarım ve ailemin gönderdikleri videoları gösterdiklerini hatırlıyorum. Hepsi bana iyi niyetlerini sunuyordu ve bana dua ettiklerini söylüyorlardı. O zaman bir rüyadaymışım gibi hissediyordum.
Ertesi gün, başka doktorlar da geldi ve benimle konuştular. Bana daha fazla sakinleştirici vermek istemediklerini ancak sakin kalmam gerektiğini söylediler. Ben de tamam dedim. İşte o zaman içinde olduğum uçağın çakıldığını söylediler. Bir acil iniş değildi bu. Sadece altı kişi kurtulmuştu. Ben, Jackson, Neto, bir gazeteci ve iki uçuş görevlisi.
Dünyam başıma yıkıldı. Eşim tüm günü boşluğa anlamsızca bakarak geçirdiğimi söylüyor. Aklıma ilk gelen düşünce ise bunun sadece bir kabus olduğuydu. Bir yalandı. Kötü bir rüya görüyordum. Yakında uyanırdım.
Neto
Bir gün uyandığımda yoğun bakım ünitesindeydim ve hiçbir şey bana mantıklı gelmiyordu. Vücuduma bakıyordum. Her yerim kesikti. Kulağım derisinden sarkıyordu. Bir maçta sakatlanmış olmam mümkün değil diye düşündüm. Bir şeyler doğru değildi.
Orada yatıyor ve ne olmuş olabileceği hakkında düşünüyordum. Doktora da sordum aslında: ”Beni sakatlayan adamın boyu kaçtı? Baya iri bir arkadaş olmalı.”
Zihnimden birçok şey geçiyordu. Belki de taraftarlar sahaya dalmış ve bize saldırmışlardı. Belki de maçtan önce otoparkta bir araba üzerimden geçmişti. Ama cevabın uçak olacağı hiç aklıma gelmedi. Bunu nasıl düşünebilirdim ki?
Uykuya dalıp çıkıyordum. Bir keresinde uyandım ve babam yanımdaki sandalyeye oturmuş ağlıyordu. İşte o zaman bana yalan söylediklerini anladım.
Sonra bir gün doktorlar odama geldiler. Annem ve babam da oradaydı. Kız kardeşim. Bir psikolog. Bir de rahip. Bana anlatmaları gereken bir şey olduğunu söylediler.
Babam bana ”Gördüğün o rüyayı hatırlıyor musun?” dedi.
Ben de ”Tabii ki. Eşime anlattım. Gece uçaktaydım. Çok yağmur vardı. Uçak sessizliğe büründü. Düştü. Enkazın içinde ayağa kalkmıştım. Dışarı doğru yürüdüm ve geceleyin bir dağdaydım. Her yer karanlıktı.”
Ben rüyamı anlatırken garip bir şey oldu.
Psikolog ağlayarak odayı terk etti.
Annem ağlıyordu.
Doktor, ”O bir rüya değildi Neto. O gerçekti. Chapecoense uçağı düştü” dedi.
Hayatımdaki en zor anlardan biriydi. İnanmamaya çalıştım. Deli olduğunu düşündüm. Bu olmuş olamazdı. Bana ne anlatmaya çalışıyorsunuz?
Sonra düşünmeye başladım. Tamam, eğer bu gerçekten olduysa ve ben yaşıyorsam, herkes yaşıyor demekti.
”Herkes nasıl o zaman? Neredeler?” diye sordum.
Doktor, ”Yalnızca sen, Alan ve Follmann yaşıyorsunuz.” dedi.
İnanamadım. Mümkün değildi. Düşündüm ki, eğer ben yaşıyorsam tüm arkadaşlarım nasıl ölmüş olabilirler? Bir uçak kazasından nasıl kurtulmuş olabilirim? Hiç mantıklı değildi. Bir uçakla birlikte düştüysem, ölmüş olmalıydım. Bu gerçek olamaz.
Doktor, ”Yaşıyor olmaman gerekirdi. Burada olmanın tek sebebi Tanrı.” dedi.
Jakson
Komada olmak hakkında size şunu söyleyebilirim ki insanların İspanyolca konuştuğunu duymanıza benziyor. Üzerimde tanıdık bir ses duymamanın getirdiği o his vardı. Tanıdığım bir ses duymak istedim, baş ucumda beni rahatlatan birinin sesi. Yoğun bakım ünitesinde uyandığım o anda babamı, annemi ve nişanlımı görmüş olmak çok güçlü bir andı. Bu aradığım histi.
Dört gün komada kalmıştım ve aklım çok karışıktı. Kazayla ilgili kısımları beynim bloklamıştı. Televizyonu açmadım. Ailem hiçbir şey söylemedi ve bilmek de istemiyordum. Olmuş olabileceklerle ilgili bir fikrim vardı ancak çok daha fazla sayıda insanın kurtulduğunu düşünüyordum. Küçük bir kaza ya da benzeri bir şey gibi olabilirdi. Belki bir acil durum inişiydi ve herkesin durumu iyiydi.
Bir noktada hastane psikoloğunun odama geldiğini ve şöyle dediğini hatırlıyorum: ”Uçağınız düştü ve parçalandı. Herkes öldü. Sen hayatta kaldın ama bir daha futbol oynaman mümkün olmayacak.”
Bunu söylediğinde tüm görüntüler bana geri gelmeye başladı. Tüm arkadaşlarımı düşündüm ve çok ama çok üzücüydü.
Sonra ailem bana sağ bacağımı kaybettiğimi ve bir daha futbol oynayamayacağımı söyledi.
Bunu söylediklerinde ilk reaksiyonum, ‘Hayatımı kaybetmektense bacağımı kaybetmeyi yeğlerim. Tanrıya şükürler olsun ki hâlâ buradayım’ oldu.
Sonrasında öğrendim ki Alan ve Neto da kurtulmuş ve bu bana savaşmak için ekstra motivasyon sağladı.
Neto
En son fark edilen bendim. Sekiz saat boyunca enkazın altında kaldım. Sonrasında kurtarıcı ekiptekiler bana neler olduğunu anlattılar. Sabahın erken saatlerinde, kurtarma ekibinin büyük bir çoğunluğu enkaz alanını terk etmişti. Polis hala oradaydı. Ölenlerin vücutlarını ve eşyalarımızı koruyorlardı. Bir anda memurlardan biri ”Hey, bir şey duydum…” dedi.
Ne olduğuna bakmaya gitti. Birinin inlediğini duyduğunu iddia etti.
Diğer polis ”Sekiz saat oldu, bu mümkün değil.” diye yanıtladı.
Ama diğeri ısrar etti; ”Hayır, hayır, hayır. Sessiz ol. Bir şey duydum.”
Ve sonra benim iniltimi duydular.
Sonra herkes sese doğru ilerledi.
Polis memuru cep telefonunun ışığını enkaza tutarak bir şeyler görmeye çalışıyordu. Ağaç dallarını ve uçak parçalarını kaldırmaya başladılar. Polis yüzümü gördü ve çok kötü bir şekildeydim. Perişan haldeydim.
Beni enkazdan kurtarıp bir kamyonete koydular. Beni dağın eteklerinden çıkartıp küçük bir sağlık ocağına götürmeleri tam bir saat sürdü. Gözlerim geriye doğru dönmüş ve tamamen beyazdı. Ölü gibi göründüğümü söylediler. Ama bir şekilde hala nefes alıyordum.
Sonrasında kimsenin benim sağlığıma kavuşacağıma inanmadığını söylediler. Komadan uyandığımda dağdan çıkarıldığım ambülansta görevli olan hemşire beni ziyarete geldi. Kapının yanında duruyor ve bana bakarken gözlerine inanamıyordu. Bana sarıldı. Tüm vücudu titriyordu. Kollarımı ve omuzlarımı tutuyor ve ”No credo, no credo.” diyordu.
”İnanamıyorum, inanamıyorum.”
İşte o anda ne kadar imkansız bir şey olduğunu anladım. Beni o halde bulduktan sonra hala hayatta olmam bir mucizeydi.
Alan
Her iki ayağımı ve kolumu kaybetmeye milimetreler uzaklıktaydım. Kemik iliğim kemik tarafından baskılanıyordu ama onu delememişti. Eğer kurtarma ekibi acele davranıp beni hızla orada çıkarmak isteseydi kemik iliğim delinebilir ve bu da sonum olurdu. Yani beni kurtarmak için birçok şey yaşandı. Hayatımı çok sayıda insana borçluyum.
Kazadan sonra beni ameliyet eden doktor Güney Amerika’nın en iyi cerrahlarından biri. Güney Amerika’daki tüm doktorlar arasında tesadüfen o Kolombiya’daydı.
Ve tabii ki, Jakson sayesinde uçakta koltuk değiştirmiştim.
Jakson
Alan’a gelip benimle oturması için seslendim. 10 yılı aşkın süredir onunla çok iyi dostuz. Çoğunlukla birlikte yaşadık. Gittiğimiz her yere birlikte giderdik. Ama maçlara uçarken Alan en arkada oturup bacaklarını üç koltuğa birden yayıp uyumayı tercih ederdi.
Kolombiya uçağında da Alan her zamanki gibi arkadaydı. Ben kendi başıma oturuyordum ve ona gelmesi için seslendim. Ona takma adıyla seslendim; ”Fare”. O kadar ince yapılıdır ki bir fareye benzer.
Ona, ”Hey, Fare! Gel benimle otur. Biraz müzik dinleyelim. Haydi dostum!” dedim.
Alan, ”Hayır, hayır, burada arkada oturacağım. Uyumak istiyorum” diye cevap verdi.
”Haydi ama Fare! Haydi!” dedim.
Neden olduğunu bilmiyorum ama ısrar etmeye devam ettim. Nihayet kalkıp yanıma geldi.
30 dakika sonra ise olanlar oldu.
Alan
Tüm bu olanlara baktığımızda, bir açıklama bulamıyorum. İmkansız bu. Bir mucizeydi. Kolombiya’da hastaneden yürüyerek çıktım. Chapecó’ya geri döndüğümde bütün ailem beni orada bekliyordu. Çok duygusal bir andı.
Jakson
Babamın beni tuvalete veya oturmam için koltuğa taşımasını istemiyordum. São Paulo’ya ailemle döndüğümü hatırlıyorum. Müthiş bir acı hissetmeden azıcık ayakta dahi durmam mümkün değildi. Doktora dedim ki, ”İşinize saygısızlık etmek istemem ama tekrar yürüyebilmem için yapılacak herhangi bir şey varsa, bu çok acılı bir süreç dahi olsa bana söyleyin. Bunu yaparım. Chapecó’ya yürüyerek dönmek istiyorum.”
Ailemin karşısında tekrar yürüyebildiğim zaman en duygusal anımdı.
Neto
Beni en çok etkileyen çocuklarımı gördüğüm andı. İkizlerim var. Bir erkek, bir kız. 10 yaşındalar. Kazadan sonra eşim onları kardeşiyle Brezilya’da bıraktı. Yani onları Brezilya’ya dönene kadar görmedim. Beni hastanede ziyaret etmeye geldiklerinde, suratları…
Çok sarsılmışlardı. Vücudum incecikti ve her yerimde yaralar vardı.
Bana bir hayaletmişim gibi bakıyorlardı.
Onlara, ”Babanıza sarılmayacak mısınız?” dedim.
Hayatlarında ilk defa o zaman bana hiçbir şey söylemeden sarıldılar. Uzun zamandır ağlıyorlardı. Beş veya on dakikadır. Konuşamadılar. Sadece bana sarıldılar ve ağladılar. Bu rahatlamanın getirdiği gözyaşıydı.
Babamız kötü bir halde. Ama o yaşıyor. Geri döndü.
Artık hayatta olmayan arkadaşlarımı düşündüm ve onların çocuklarını. O an hayatımdaki en duygusal andı.
Alan
En zor an, ne olduğunu tam anlamıyla anlamaya başladığım andı. İyileşmeye başladığım zaman ve sakinleştiricilerin etkisi geçtiğinde, sevdiğim insanların artık orada olmadıklarını fark etmeye başladım. Kalecimiz Danilo, onun eşi Letícia ve oğulları Lorenzo ile çok yakındım. Danilo’nun artık olmadığını fark ettiğim an… Hayatımdaki en acılı anlardan biriydi. Tarif edilemez. Danilo benim hayatımdaki özel insanlardan biriydi ve onu her gün hatırlıyorum.
Jakson
İstemediğimiz bir şey var ki bunu hep tekrarlıyoruz. İnsanların aramızdan ayrılan arkadaşlarımızı unutmamalarını istiyoruz. Vefat edenler, onlar kahramandı. Birçok arkadaşı kaybetmek… Oğul olan, baba olan, kardeş olan insanlar… Anlamak gerçekten çok güç. Neden tüm bunlar yaşandı ki? Tüm bunlar engellenebilirdi.
Neto
Uçağı işleten şirket daha önce de defalarca yaptığı gibi yakıtı asgari düzeyde kullanıyordu. Gerçeklere bakınca, er ya da geç bunun yaşanacağı belliydi. Başka takımlar için de bunu defalarca yaptılar.
Şirket biraz para tasarrufu yapmak istedi ve bu birçok insanın hayatına maloldu. İnsanlar hep pilot hakkında, nasıl hata yaptığı hakkında konuşuyorlar. Ve yaptı da. Bu doğru. Ama bence birçok insan bu kazadan sorumlu. Örneğin, yeterli seviyede yakıtı olmayan uçağa kim kalkış izni verdi? Yönetmeliklerin etrafından dönüyorlardı. Bence hata üstüne hatalar yapıldı çünkü kimse bu işten bir çıkarı yoksa böyle bir şeye izin veremez.
Gerçekten Tanrı’nın tüm bu yaşananları araştırması için dürüst ve işinde yetkin insanları görevlendirmesini diliyorum. Çünkü tüm sorumlular bu yaşananların bedelini ödemeliler. Pilotun ölmüş olması adaleti getirmiyor.
Ne yazık ki, insan açgözlülüğü yüzünden … Biliyorsunuz, İncil’de şöyle der: “Paraya olan aşk tüm kötülüklerin başlangıcıdır.”
Jakson
Hâlâ gerçek değilmiş gibi geliyor. Sanki hepsi bir geziye gittiler ve geri gelecekler. Ben, Neto ve Alan bu konuda hep konuşuyoruz. Her şey normale dönecek. Geri dönüp hep birlikte oynayacağız.
Alan
Hatırlıyorum, birkaç ay önce Neto ile video oyunları oynuyorduk. Bazı takım arkadaşlarımızın oyunu nasıl oynadığı hakkında konuşuyorduk. ”Oh adamım, hatırlıyor musun Sérgio Manoel bu oyunu nasıl oynardı?”
Neto bana şöyle cevap vermişti, ”Dostum, sanki çocuklar hâlâ buradalar.”
Sonra çok üzüldük. O anlar arkadaşlarımızın gerçekten gittiğini anladığımız anlardı ve bize çok acı veriyordu.
Neto
Artık ölsem dahi, daha iyi bir yere gideceğimi biliyorum. Bundan sonra, inanıyorum ki Tanrı bana yol gösterecektir. Ve aramızda olmayan herkesi de Tanrı kanatları altına aldı.
Jakson
Kazadan itibaren sadece sekiz ay geçti. Bir açıklama bulamıyorsunuz. Ne kaza için ne de bizim kurtuluşumuz için. Cevap aramayı bırakmayı öğrendim. Beş ay süren rehabilitasyondan sonra Alan Chape ile oynamak için geri döndü. Yarın Messi’ye karşı oynayacak. Neto sahalara döndü ve dizini sakatlamadan önce çok ama çok iyi antrenman yapıyordu.
Ben mi? Ben bir ayağımı kaybettim. Ama hala yürüyorum. Araba kullanıyorum. Mutlu bir hayat sürüyorum. İnanıyorum ki hayata karşı iyi bir tutumunuz varsa, eğer hâlâ gülümsemeyi hatırlıyorsanız, her şey yoluna girecektir. Yaşama sevincimi kaybetmedim. Özellikle de tüm bu olanlardan sonra. Küçük bir çocukken, bir kaleci olma hayalleri kurduğum dönemlerden beri her zaman sabah yüzümde bir gülümsemeyle uyanırım. Ve Tanrı’ya şükürler olsun ki bu rüyayı 12 yıl boyunca yaşadım. Bana o şans lütfedildi.
Anı yaşıyorum. Bugün için yaşıyorum. Yarın Tanrı’ya aittir.
Alan
Bana göre hayatı kutlamak en önemli şeydir. Eğer bu kaza bana bir şey öğrettiyse, o da önümüzdeki on dakika içerisinde ne olacağını bilmediğimizdir. Bu odayı terk ettiğimde ne olacağını bilmiyorum. Herkese mesajım şudur: Hayallerinizi takip edin. Bir şeyi gerçekten yapmak istiyorsanız, gidin yapın. Hayatı dolu dolu yaşayın. Yarının ne getireceğini bilmiyorsunuz.
Neto
Kolombiya’da uçağa binmeden önce finallerden sonra Chapecó’ya döndüğümüzü hayal etmiştim. Herkesin sokaklarda ”Biz şampiyonuz!” diye bağırdığını hayal ettim. Herkes çok mutluydu ve çok fazla sevgi vardı. Kendimi büyük bir itfaiye aracının tepesinde, tüm şehir ile birlikte kutlama yaparken hayal ettim.
Kazadan sonra Chapecó’ya geri döndüğümde Kolombiya’dan Brezilya’ya giden bir uçağa binmem gerekti ve çok korktum. İndiğimizde ağlıyordum. Benim için çok fazlaydı.
Sonra uçaktan çıktık ve havalimanına gittik. Bizi desteklemeye gelmiş insanlarla doluydu. Hastaneye gittik ve orası da çok kalabalıktı. Her yerde sevgi vardı. Gerçeküstü bir deneyimdi. Çok duygusaldı.
Bizim yaşadığımız gibi bir şeyden geri döndüğünüzde bu sizi değiştiriyor. Sonsuza dek sizi etkiliyor. Ama dürüst olmak gerekirse, zihnim hala aynı. Hâlâ dünyadaki iyilikleri görüyorum. Kaza bana hayattaki küçük zevklerden tat almamı öğretti.
Hastanedeyken altıma bez bağlandığını hatırlıyorum. Aylarca kendi başıma duş alamadım. Hemşireler gelip beni havlularla siliyorlardı. Daha iyi olduğumda kendi başıma duşa girebildim. Derime ilk defa suyun değdiği anı hatırlıyorum, neredeyse ağlayacaktım.
Karayipler’den gelen suymuş gibi hissettim. Daha önce hiç öyle bir şey hissetmemiştim.
Kazadan sonra ilk defa bir topa vurduğumda ise kendimi tekrar çocukmuşum gibi hissettim.
O gün ölmüş olmalıydım. Son sözlerimi sesli söyledim. Tanrı bana ikinci bir şans verdi ve onu ve kaybettiğim arkadaşlarımı onurlandırmak için elimden gelen her şeyi yapacağım.
Kaza kurbanlarının ailelerine nasıl para yardımında bulunabileceğiniz hakkında bilgi için burayı tıklayınız.
Çeviren: Emir Güney