* Bu yazının orijinali Martin da Cruz tarafından The Antique Football için kaleme alındı.
1964 yılında Mario Benedetti futbolun anestezi olduğunu yazdı. Futbol, insanların problemlerini görmezden gelmesini isteyen hükümetler tarafından yönetilen ve sömürülen bir tür sosyal uyuşturucuydu. Sadece doksan dakikada, insanları sosyal ve ekonomik sıkıntılarından kaçırmanın dışında, onların hayatını da tamamen ele geçiriyordu. Benedetti’nin cümleleri, beş yıl sonrasında da doğruluğunu koruyordu.
15 Mayıs 1969. Copa Libertadores’in finalinin ilk ayağında, Uruguay temsilcisi Nacional, Estudiantes de la Plata takımını ağırladı. Bu, Nacional’ın 1967’de Arjantin’den Racing Club’a karşı kaybetmesinin ardından üç yıl içinde oynayacağı ikinci finaliydi. Aynı zamanda ilk uluslararası şampiyonluklarını kazanmaları için yeni bir şanstı. Ezeli rakipleri Penarol, daha öncesinde üç final kazanmıştı bile. Ama maçın Nacional taraftarları için rakipleriyle arayı kapatmanın dışında başka bir önemi vardı.
Uruguay bir kaç yıldır bir değişim içindeydi. Kötüye giden ekonomi, ülkenin yaşam standardında düşüşe neden olmuştu. Tarihinde ilk kez binlerce Uruguaylı daha iyi şartlarda yaşamak için ülkesini terk ediyordu. İşçi grevleri ve öğrenci protestoları Montevideo’daki günlük hayatının bir parçası haline gelmişti. Halkın sorunlarına karşılık, hükümetin tepkisi ilgisizlik ve baskı arasında gidip geliyordu.
Sosyal gerginliğin kritik noktalara ulaşmasıyla, başkan Jorge Pacheo Haziran 1968’de OHAL ilan etti. Öğrenci ve sendika hareketleri dağıtıldı, basın sansürlendi. Bir zamanlar kıtanın en özgür ve müreffeh ülkesi olan Uruguay, o yıllarda en derin toplumsal krizini geçiriyordu. Bu konsept içinde, Latin Amerika’nın en sofistike isyan hareketi filizleniyordu; Tupamaro Ulusal Özgürlük Hareketi; (The National Liberation Movement, kısaca MLN-T).
Küba devriminden ilham alan Tupamarolar, Uruguay’ı çökmüş politik durumundan, yerli ve yabancı kapitalistler tarafından paylaşılmaktan ve halk ekonomik bir çaresizliğin içinde gittikçe fakirleşirken kapitalistlerin kendilerini zenginleştirmesinden kurtulmanın yollarını arıyor, Uruguay’ı özgürleştirmek istiyorlardı. Montevideo’nun kentsel yerleşim bölgesinde, Che Guevara’nın “foco” teorisini uygulayan Tupamarolar, devrimci hareketleriyle hükümete karşı popüler bir isyanı tetikleyebileceklerine inanıyorlardı.
Başlarda, Tupamarolar otoriteyle şiddet içeren bir karşılaşmadan ve terörü bir yöntem olarak kullanmaktan kaçınıyorlardı. Onun yerine, propaganda için özgün bir taktik olan, hükümeti utandırmayı ve grubun politik mesajlarını Uruguay halkına geçirmeyi kullanıyorlardı. 1969’un Şubat ayında, yolsuzluklarını teşhir etmek için Monty Finans Şirketini bastılar ve içinde hükümetten insanların da bulunduğu bir çok önemli insanın tutuklanmasına sebep oldular. Olaydan dört gün sonra, Uruguay’ın en önemli kumarhanesini yağmaladılar ve halk gözündeki “Robin Hood” imajlarını sağlamlaştırmak için, kumarhane çalışanlarının ödenmemiş maaşlarını ödediler.
Tupamarolar görece olarak tutucu ve uyuşmuş Uruguay halkını sarsarlarken, bir yandan onlara inanmayanları da etkiliyorlardı. Bütün bu olanların bir silah bile ateşlenmeden gerçekleşmesi, bu genç gruba mistik bir hava veriyordu. Bu etkili hareketlerin doğru olup olmadığı önemli değildi. Tumpamaroslar halkın ve otoritelerin dikkatini çekmeyi başarmıştı.
Devlet tarafından kontrol edilen basını atlatmak için, Tupamarolar bir kez daha Küba örneğinden yararlandılar. Che Guevara, Gerilla Savaşı adlı kitabında, propaganda yapmanın en etkili yolunun radyo olduğunu söylüyordu. Radyoya esir olmuş dinleyiciler tam istenen gruptu. Ve çok geçmeden Tumpamarolar mesajlarını yaymak için bir sonraki büyük adımı planlamaya başladılar.
Tupamarolar aslında, Uruguay’daki sendikaların sesi olarak görülen Rural Radyo kanalını ele geçirmeyi planlamışlardı. Zamanını 1 Mayıs’tan önceki geceye ayarlayan gerillalar, işçilere destek sözü verdiler ve onları mücadeleye katılmaları konusunda ikna etmeye çalıştılar. Fakat, operasyon ulaşım problemleri yüzünden iptal edilmek zorunda kaldı. Yeni hedef, en önemli spikeri efsanevi Carlos Sole olan Sarandi radyosuydu.
Sole’nin asistanlarında biri “Az önce ne oldu?!” diyerek ağlamaya başladı, “ Onlar yayını kesti…. Tupamarolar, Ulusal Özgürlük Hareketi!”
Carlos Sole, Uruguay futbol yayıncılığının Gardel’iydi. Carlos Sole’yi hatırlamak, Uruguay futbolunun zafer yıllarını hatırlamaktı. Uruguay’ın 1950’deki Dünya Kupası zaferi boyunca, bütün bir halk onun kelimeleriyle kendinden geçmiş, dört yıl sonrasında Macaristan’a karşı oynanan maçta onun çaresizliğini hissetmişti. Taklit edilen bir stil tutturan Sole, refah içindeki zamanların bir sembolüydü.
Tupamarolar için Sarandi radyosu su götürmez bir seçenekti. Uruguay’da en çok dinlenen spiker olmanın ötesinde, Sole’nin sadece başkentte değil ülkenin her yerinde sadık dinleyicileri vardı. Tarih, Montevideo’daki Copa Libertadores finaline, 15 Mayıs’a ayarlanmıştı. Böylesine futbol odaklı bir ülkede, Tupamarolar olabilecek en geniş dinleyici kitlesine sahip olacaktı.
Estadio Centenario’da 60,000 insan vardı. Staddakiler radyo başında, heyecanla Sole’nin sıcak ve coşkulu sesini duymak için bekliyorlardı. Stadyumda olmayıp evlerinde olanlar da Sarandi’yi dinliyorlardı. Rakiplerinin bir kez daha yenildiğini görmek isteyen Penarol taraftarları dahi, yayını dinliyordu.
Düdük sesi duyuldu ve Copa Libertadores finali onuncu defa başladı. İlk yarının ortasında, Montevideo’nun öbür tarafında Tumpamarolar hedeflerine ulaşmıştı.
Sarandi radyosunun vericilerine ulaşmışlardı. Oradaki on iki Tupamaro üyesi arasında bir de radyo teknisyeni vardı. Vericideki bekçi ve ailesi, gerillaların silah kullanmasına gerek kalmadan hemen bastırıldı. Titiz planlarıyla bilinen Tupamarolar, iyi hazırlanmışlar, bekçinin küçük çocuğunu sakinleştirmek için oyuncak bile getirmişlerdi.
Birkaç dakika geçtikten sonra, ilk yarının sonlarına doğru, teknisyen sonunda tapelere ulaşabildi. Sonra, kısık, derinden gelen bir ses Sole’nin yerini aldı:
“Duymakta olduğunuz mesaj Ulusal Özgürlük Hareketi’nden (Tupamaros)
Uruguaylılar, sayısız hükümet baskıları ve yoksulluk sizi yıldırmasın, umudunuzu kaybetmeyin.
Stadyumdaki ve evdeki seyirciler duyduklarına inanamadılar. Tupamaroların sesi tekrar bir çok kişinin kulağına ve evine doldu. Daha da şaşırtıcı olanı, Uruguay toplumunun kutsalına sızdılar. Futbola!
Şok ve karmaşa Sarandi’nin kabinine de dolmuştu. Sole’nin asistanlarında biri “Az önce ne oldu?!” diyerek ağlamaya başladı, “ Onlar yayını kesti…. Tupamarolar, Ulusal Özgürlük Hareketi!”
Kayıt beş dakika kadar sürdü. Tupamarolar, hükümetin baskıcı uygulamalarını kaldıracaklarını, yozlaşmış politikacılara ve borsacılara saldıracaklarını ve ABD’nin ve IMF’nin müdahalelerine son vereceklerini söylediler. Sole’nin korkusuna, ekibine ve Montevideo polisine rağmen yayın devam ediyordu.
Çok sayıda polis ağır silahlanmış bir şekilde vericiye vardığında üçüncü tekrar başlamıştı. Tupamarolar çoktan ortadan kaybolmuştu ama arkalarında bir not bırakmışlardı. Verici patlayıcılarla donatılmıştı. Ne yapacağı hakkında hiçbir fikri olmayan polis, dakikalar geçerken orada duruyordu.
Centenario’da ise kalabalık futbolu artık unutmuştu. Gerillalar hâlâ prime time içinde ulusal bir ağdaydı ve Sarandi radyosunun kabininde hâlâ bir histeri hakimdi. Uruguay halkını desteğe ve direnişe katılmaya çağıran kayıt devam ediyordu. Sole çok kızmıştı, “Eğer birini elime geçirirsem! Onu…” diyordu.
Vericinin çevresindeki polisin sabrı tükenmişti. Yayını hemen durdurmaları için yapılan emirlerden dolayı, polis şefi komşu mahallenin elektriğinin kesilmesini emretti. Polisin çaresiz durumuna uygun bir hareket olsa da, Tupamarolar’dan kurtulmanın tek yoluydu.
Polis en sonunda vericiye girebildi. Girdiklerinde, birkaç zararsız havai fişekle karşılaştılar. Tupamarolar bir kez daha otoriteyle oyuncak gibi oynamışlardı. Her yere ulaşabilme ve hemen ortadan kaybolabilme yeteneklerini de göstermişlerdi. Sonuç olarak, mesaj toplam altı kez duyuldu, Sole’nin yayınına kırk dakika boyunca müdahale edildi. Haftalar sonra, Sole, Tupamarolardan yayını kestikleri için özür dileyen bir mesaj aldı.
Bu Carlos Sole ve Tupamarolar arasındaki son iletişim değildi. Solé’nin oğlu Carlos daha sonra Tumpamarolara katılıp tutuklanacak, alıkonulacak ve işkenceye maruz kalacaktı. Tupamarolar her yerdeydi ve her Uruguaylı o ya da bu şekilde harekete dahil olmuştu.
Radyo işgalinin paniğinden dolayı çok az insan orada hâlâ bir futbol maçının oynanabildiğini fark etmişti. Estudiantes 1-0’lık bir galibiyet aldı ve bir hafta sonra evlerinde 2-0 kazanarak üst üste ikinci kez Güney Amerika şampiyonu oldu. Birkaç ay sonrasında da Kıtalararası Kupa’da AC Milan’a karşı oynadılar. 1960’ların sonlarındaki absürt ve şiddetli fikstüre yakışan görkemli bir sondu.
Tupamarolar, Kıtalararası Kupa müsabakalarında da aynı yolu izledi. 1970’lerin başından itibaren popülerleşen, cesur propaganda eylemleri, suikastlara ve doğrudan terörizme yol açtı. Otoriteler ve gerillalar arasındaki savaş, şiddette yeni bir çağ başlattı. 1973’te gerillalar yok edildi.
Tupamarolar, Benedetti’ye katılıyorlardı. Hayat öngörülemez bir hal aldığında, futbol güvende ve bakir kalmış olan tek alandı. Uruguay halkının kalan tek konforuydu. Futbol Uruguay halkının kalan tek zevkiydi, adeta dinginliğin ve mutluluğun bir yüzüydü. Fakat bu küçük ve genç gerilla grubu için, Uruguay toplumunu çevreleyen sorunlar, kaçmak için fazla ciddiydi.
Çeviren: Gizem Denizcioğlu