Karl Ove Knausgaard’ın, hayatından yola çıkarak yazdığı altı ciltlik, 3600 sayfalık ‘Kavgam’ serisinin bu kadar fırtınalar koparacağını kimse tahmin etmiyordu. Kendisi bile… Ancak bir anda, evliliğindeki krizlerden alkol bağımlılığına, babasının ölümünden erken boşalma sorunlarına, yazdığı her şey bütün dünyada olay oldu. 2014 Dünya Kupası sırasında İsveçli yazar Fredrik Ekelund ile mektuplaşan Knausgaard’ın futbol hakkındaki satırları ‘Home and Away’ adıyla basıldı. Bütün Knausgaard kitapları gibi çevirisi Monokl Yayınları tarafından yapılan bu eserin Türkçesi 2018 baharında çıkacak. İşte Norveçli yazarın mektuplarından ufak bir derleme…
Sevgili Fredrik,
Maç az önce bitti. Eğer 12 yaşında olsaydım, gözyaşlarına boğulmuştum. Belki de tanıklık etmesi en zor şeylerden biri başkasının yaşadığı mahcubiyet. O kadar üzücü ve utanç verici ki insan gözlerini kaçırmak istiyor. Sen nasıl hissediyorsun düşünemiyorum bile. Etrafındaki Brezilyalı arkadaşlarınla birlikte maçı izlemek, insanların tepkilerine tanık olmak kim bilir nasıldı…
Brezilya ilk beş dakika baskı kurdu lakin pek çok hata yaptılar. Atağa çıkarken topu kaybettiler ve sonra Almanya gol attı. Net bir pozisyon yoktu, korner kullanılırken kaleden beş metre uzaktaki Müller’i kimse tutmuyordu. Luiz pişman bir biçimde ona doğru koşarken top Müller’in ayağına iniverdi: 1-0. Bundan daha vahim bir savunma hatası yapamazlardı ve bunu Brezilya futbolunun son 60 yıldaki en büyük maçının ilk dakikalarında yaptılar. Sadece altı dakika geride kalmıştı, Brezilya’nın skoru eşitlemek için dünya kadar vakti vardı. Ne var ki tamamen kontrollerini kaybettiler. Tutkuları diğer her şeyin o kadar önüne geçti ki takım organizasyonu, taktikler ve soğukkanlılığa dair ne biliyorlarsa unuttular. Luiz maçı kendi başına kazanmak istiyordu ve sürekli ileri çıkıyordu. Almanya ataklarını zavallı Dante ve Maicon bir başlarına karşılıyorlardı. Takım maça çıkarken verdiği birlik beraberlik izleniminden uzaktaydı.
Sahaya omuz omuza, tek bir organizmaymışçasına çıkmış, milli marş sırasında Neymar’ın formasını taşımışlardı. Dayanışma, birlik, kardeşlik, beraberlik… Almanlar ise sahaya fiziksel ve duygusal bir bağ taşımadan çıktı. En azından öyle görünüyorlardı. Asıl birlik ve beraberliğin onlarda olduğunu daha sonra idrak ettik. Daha önce bu seviyede böylesine bir çöküş yaşanmamıştı. Maçı izlerken, bu durumun seyrekliğini garip buldum. Gana neden Almanya’ya 7-1 yenilmemişti? Oysa onlar Brezilya’nın şampiyona tecrübesine sahip olmayan bir Afrika takımıydı. Ama Gana, Almanya’nın dünyanın en iyi takımı olduğunu biliyordu. Oyunlarını bu gerçeğe göre adapte ettiler. Ne olursa olsun pozisyonunu koru, tüm gücünle hücuma çıkma, geride kal, kontrollü ve dengeli oyna. Brezilya’nın asla böylesine bir yaklaşımı olmadı. Atak yaparlarsa, kontrolü kısa sürede yeniden alacaklarını sanıyorlardı. Sevgili dostum, bu fazlasıyla kibirli bir davranıştı. Brezilya gururluydu ve bütün trajedilerde olduğu gibi, bu gurur baş karakterin sonunu getirdi.
Brezilya’nın kaybedecek çok şeyi vardı. 200 milyon Brezilyalı için, 1950 Dünya Kupası’nı telafi etmek için, Tanrı için, dünyaya kendilerini göstermek için ve Neymar için oynuyorlardı. Almanlar ise sadece kendileri için oynadılar. Omuzlarında sadece bu takım, bugünkü maç ve bu akşamın yükü vardı. Bu durum bana Geir’in Bagdad Indigo kitabında yazdıklarını hatırlattı. Bağdat’a giden barış yanlısı canlı kalkanların da idealleri vardı, dünyayı kurtarmak istiyorlardı. Bombalar düşmeye başladığında her şey darmadağın oldu ve herkes kaçıverdi. İdealleri beş para etmezdi. Aksiyona geçemiyorlardı, aralarında bir bağ kurmamışlardı. Tüm kafa yapıları yataylıktan ziyade bir dikeyliğe işaret ediyordu.
Bireyden yukarıya, soyut amaca uzanan bu yapıya göre hareket edince dağıldılar ve arkalarına bile bakmadan kaçtılar. Geir, Amerikan Donanması ile de epey vakit geçirmiş. Onlar bir fikir veya vatan için, bir diktatörlüğe karşı savaşmıyorlardı mesela. Birbirleri için, diğer askerler ve fiziksel bir karşılığı olan bağları için mücadele veriyorlardı. Tüm yüklerin altına birlikte giriyor, nihai amaca hizmet edecek işleri beraber kotarıyorlardı.
Bu akşamki maçla arada dağlar kadar fark var tabii. Futbol bir savaş değil fakat bu örnek aklımdan çıkmıyor. Birlik kelimesi, ağızdan çıkarken ve gerçeğe dönüşürken farklı sonuçlar doğuruyor. Bir aksiyona yol açacak bağlılıklar soyut ya da idealist olmamalı, bugün sahada yaşananlar biraz bununla alakalı aslında. Bu maç 2014 Dünya Kupası’nı unutulmazlar arasına sokacak. Son şampiyon turnuvanın başında elendi, ufak takımlar devlere kafa tuttular. Ev sahibi yarı finalde 7-1 yenilerek elendi. Sansasyonel bir maçtı. Tıpkı 1982’deki Batı Almanya-Fransa maçı gibi. Tabii tek fark, o maçın birbirine denk iki güçlü taraf içermesiydi. Bugün izlediğimiz şey ise bir kuzunun mezbahaya yavaşça getirilmesi, sonra boğazına dayanan soğuk metalle acımasızca kesilmesi, devamında da çektiği eziyetti.