Metin Kurt, zarif, topla güzel akan, ne yaptığını bilen, akıllı bir açık oyuncusuydu. Aydınlık ve biraz da çapkın bakışlı, şahin gözlü, yakışıklı bir forvet. Taç çizgisinde sürat yapan, İngilizlerin tabiriyle kramponlarının altında tebeşir izi olan, klasik çizgi açığı. Hem de gole yakın. En solcu sağ açık.
Yıllar yıllar önce Metin Kurt, boş mukaveleye imza atma “töresine” başkaldırmış, bir sözleşmenin tarafı olarak reşit insan muamelesi görmeyi talep etmişti. Emek mücadelesinin aynı zamanda bir haysiyet mücadelesi olduğunu göstermişti bu tavrıyla.
Vecdi Çıracıoğlu, 2009 Abdullah Baştürk İşçi Edebiyat Ödülü alan çalışmasıyla futbolumuzun benzeri olmayan bir kişiliğini resmediyor. Soyunma odalarını, başkanları, topçuları, arsaları, parayı, yalanı dolanı, endüstriyel futbola direnen bir devrimcinin romanını anlatıyor.
“Takvim yaprakları düşüyor, futbolla dopdolu günlerim sürüyordu.
Genç Milli Takım aday kadrosuna bu kez oynamak için çağrılmıştım. Ankara’ya gidecektim. Kadroda o zaman Kasımpaşa’da oynayan, daha sonraları Eskişehirspor, Fenerbahçe ve Almanya’nın Eintracht Frankfurt futbol takımlarında forma giymiş, A Milli Futbol Takımımızın değişmez sol açığı Ender Konca da bulunuyordu. İstanbul’dan ikimiz çağrılmıştık kadroya. Ender aradı ve Ankara’ya uçakla gitmeyi teklif etti. Ender’in bir yakını THY’de çalışıyordu ve biletleri Ender alacaktı. Nasıl olsa Futbol Federasyonu hangi araçla olursa olsun bilet paralarını ödüyordu. Federasyon’dan bilet parasını alınca Ender’e verecektim. Ender’in teklifini kabul ettim. Şişhane’deki THY bürosunda buluştuk.
İkimiz de ilk kez uçakla seyahat edecektik. Bu nedenle çok heyecanlıydık. Havaalanına gitmek için THY’nin servis otobüsüne bindiğimizde biletçi, “Bilet!” dedi. Uçak biletini gösterdik. Servis ücretinin ayrıca ödendiğini bilmiyorduk. Çok utanmıştık ve hemen bilet parasını ödedik.
Uçakta yerimize oturup kemerlerimizi bağladık. Nihayet uçak havalandı. Bir süre sonra hostesler yemek servisi yapmaya başladılar. İkimizin de karnı öyle açtı ki, zil çalıyordu. Ceplerimizde kısıtlı para vardı. Ender’e, “Burada yemek yemeyelim, çok pahalıdır, ödeyemeyiz ve rezil oluruz” diyerek yememeyi önerdim. Ender de hak verdi. Hostese yemek almayacağımızı söyledik. Bazı yolcular yemek yiyor, bazılarıysa yemiyorlardı. Daha sonra dikkatimi bir şey çekti. Servisler toplandı, yemek yiyenlerin hiçbiri ücretini ödemiyordu. İçimize bir kurt düşmüştü. Yoksa uçakta yemek bedava mıydı? Konuyu aramızda tartışıyor ama hostese soramıyorduk. “Soralım mı, sormayalım mı?” derken, uçak Ankara’ya indi. Hosteslere teşekkür edip ayrılırken, Ender, “Ben soracağım arkadaş!” dedi ve dayanamayıp yemeğin paralı mı, parasız mı olduğunu sordu. Kapıdaki güler yüzlü hostes bedava olduğunu söyledi. Ender, otele kadar benle konuşmadı. Ben, uçakta yemeğin bedava olduğunu nereden bilebilirdim ki?
Ankara’da otele yerleşip, aynı odayı paylaştık Ender’le. Otelde hayatımızda ilk kez bir küvet gördük. Hemen sıcak suyla doldurup sırayla içine girdik. Bütün adaleler gevşemişti. Ertesi gün seçmede tel tel döküldük! Bu konularda bir bilgiye sahip değildik ve genç sporculara yol yordam gösteren, söyleyen, öğreten yoktu… Her sporcu el yordamıyla önce başını duvara bir kere vuruyor, doğruyu sonra kendi kendine öğreniyordu.”