Slaven Bilic, bundan üç hafta öncesine kadar Beşiktaş’ın unutulmaz isimleri arasına girmeye çok yakındı. Şu anda ise istenmeyen adam olarak ilan edilmek üzere. Bu işte bir terslik yok mu?
Ülke insanının genel durumunu ve özellikle İstanbul takımlarının her aileye ve sınıfa eşit uzaklıkta olmasını düşününce, ‘yok birbirimizden farkımız’ demek kolaylaşır. Ama yine de, her şeye rağmen, Beşiktaş’ın en azından ezeli rakiplerinden ayrılan damarından bahsetmek mümkün. Hiç olmazsa başarılara diğerleri kadar alışkın olmadığı için başarısızlığı göğüsleme konusunda daha güçlü duruyor. Ya da biz öyle sanmışız.
Kulübün, değerlerini ‘başarı-başarısızlık’ ekseni üzerinden belirlemediği söylenir. Beşiktaşlı taraftarların geneli, takımıyla kurdukları bağı bu duygularla beslediklerini ifade ederdi. Pazartesi günü yaşananlar, camianın bir kimlik bunalımına girdiğinin en önemli kanıtlarından.
Havalimanında takımı protesto edenlere şaşırmıyoruz. Doğru veya yanlış ama standart bir Türkiye gerçeği. Her ne kadar, iç saha maçı için gittiği Ankara’dan dönen takımı protesto etmek kendi içinde çelişse de bu tarz anlık taraftar tepkileri normal. Fakat o akşamın devamında ve camianın geri kalanında ortaya çıkan hezeyanlar, sanki biraz daha incelenmeli.
Beşiktaş, bu sezonun en başarılı takımlarından… Her hafta deplasmana giden ve mart ayına kadar Avrupa’da yer alan bir takımdan bahsediyoruz. Bütçesi rakiplerinden daha az, imkanları daha kısıtlı. Buna rağmen son 3-4 haftaya kadar şampiyonluk yarışının içinde yer aldı. Alkışlanacak bir sezondu. Şu an yerin dibine sokuluyor. Bunu yapanların büyük bir kısmı; Beşiktaşlı kimliği üzerinden kendini tanımlamaya çalışanlar.
Demba Ba’ya tezahürat besteleyenler, Yılmaz Vural’ın Bilic’ten daha başarılı olacağını söylüyor. Aynı Bilic, bundan iki ay öncesine kadar tarzı ve karizması nedeniyle el üstündeydi. Bilic’in futbol bilgisi ve teknik adam meziyetleri uzun süre göz ardı edildi. ‘Sosyalist’ olması daha çok irdelendi. Üstelik kendisi ”Sosyalist değilim” demesine rağmen… Hırvat teknik direktör, boş zamanlarında siyasi ideolojiler üzerine konuşan biri olmadığı gibi aynı zamanda takımı için uğraşan istekli ve hevesli bir teknik direktördü.
Takımı için emek harcayan, takımına katkı vermeye çabalayan, değer üretmeye uğraşan, oyuncularıyla iyi geçinen, onların seviyelerini yükseltmeye çalışan bir teknik direktör modeli vardı. Bunun ne kadarını başardığı tartışılır. Ya da şöyle diyelim; tartışılmalı mı?
Yansıtılan ‘Beşiktaşlı’ algısına göre, bizim düşündüğümüz Beşiktaşlı taraftarlar bu tartışmalara girmezdi. Ama tartışıldı. Tam bu noktada Beşiktaş’ın en önemli sorunuyla karşılaşıyor olabiliriz. Hem başarı için gerekenler (kişiler, modeller), ”Bizim ruhumuzu yansıtmaz” denilerek göz ardı ediliyor, hem de bahsedilen ruha uygun karakterler başarı sağlayamadığında (daha doğrusu Galatasaray ve Fenerbahçe’nin gerisinde kaldığında) acımasızca eleştiriliyor. Bu da yapılan hamlelerin ve kurulan planların ara bir yerde sıkışmasına neden oluyor. Arada kalmışlık Beşiktaş’ın en önemli problemi olarak karşımıza çıkıyor.
Aslında atlanan bir durum var. En başa dönersek; 90’lı yıllarda Beşiktaş’ın şampiyonluklarıyla büyüyen, o günlerin şenlikli görüntüleriyle takım seçen çocuklar, uzun süren başarısızlıkları anlamlandıramıyor. Şu an hem tribünde hem sosyal medyada etkili olan kitle, o günlerle büyüyen yaş grubundan oluşuyor. Bu da hem kulübün hem de taraftarların bir karmaşa hâline girmesine yol açıyor.
Peki şimdi ne olacak? İki sene boyunca stadyumsuz oynayan Slaven Bilic, büyük ihtimalle sezon sonunda takımdan ayrılacak. Yeni bir yapılanma başlayacak. Yeni bir teknik adam gelecek. Kulüp maddi anlamda hâlâ zor durumda. Stadyumun yeni sezona yetişip yetişmeyeceği belli değil. İşler zor. Büyük ihtimal sezon başında yine Beşiktaş değerlerine uygun hamleler yapılacak. Feda tişörtü veya emekçi bir teknik adam… Bu motivasyon sezonun büyük kısmında camiayı ayakta tutacak. Fakat ilk tökezleme anında yine homurdanmalar yükselecek. Stadyum yapılır, maddi sorunlar çözülür fakat bu kimlik karmaşası çözülmesi en zor olanı. Kulübün ilerlemesindeki en büyük engel olarak da kalacak gibi duruyor.