Fethi, Nihat Gol At!
Fethi Heper: Akademi Gençlikspor’un kuruluştaki payı büyüktü. 1959 yılında eğitim hayatına başlayan okulun 1964’te İzmir’deki üniversitelerarası futbol turnuvasında şampiyon olması, maçları izleyen federasyon yetkilisinin dikkatini çekmiş. Kafilemizin yöneticisi Nafiz Yazıcıoğlu’na, “Bu takım 1. Lig’de dahi iş yapar. Siz hemen müracaat edin, 2. Lig’e katılın. Orhan Şeref Apak, sizi hemen kabul eder” demiş. Eskişehir’e geldik, yapılan toplantılar sonunda Akademi Başkanı Orhan Oğuz bizlere “Çocuklar böyle bir gelişme var, şehrin ekonomisine çok katkısı olacak” dedi. Biz de hocamızın kararı doğrultusunda her şeyi yapacağımızı söyledik. Neticede üç takımın birleşmesiyle Eskişehirspor kuruldu.
Nihat Atacan: Ben Demirspor’un, Fethi de Akademispor’un gol ayağıydı. Demirspor’dan sadece Ayhan’la ben Eskişehirspor’a katılmıştık. 12 bin 500 lira olan transfer ücretimin yarısını verdiler. Eve gelip yatağın üzerine sermiştim parayı. İşçi olan babamın, paraları görünce gözleri dolmuştu.
F.H: Nihat da ben de santrforduk. İki cambaz bir ipte oynamaz! 1965’te Eskişehirspor’a geldik ama biz o kadar iyi anlaşıyoruz ki “Fethi-Nihat gol at!” tezahüratları başladı.
N.A: Ben o zaman sağ iç oynuyordum ama gole yakındım. Fethi’yle verkaçlarla çok gol attık.
F.H: 2. Lig’deki ilk maçımızda Kasımpaşa’yı 2-0 yendik. Daha sonra da aldığımız galibiyetler sonucunda bir baktık play-off’tayız ama hiç beklentimiz yok. En iddialı takım Bursaspor’u 3-1 yenince şampiyon olduk ve kurulduğumuz gibi bir üst lige çıkmayı başardık. Dokuz futbolcunun üniversiteli olduğu, birbirine alışmış bir takımdık. Tabii bu alışkanlıklarda en büyük pay sahibi, önce Akademi takımını sonra da Eskişehirspor’u çalıştıran Abdullah Matay’dı.
Ender Konca: Ben, 2-0’lık maçta Kasımpaşa’da oynuyordum. Sol bek oynardım o zaman… Nihat’la epey karşı karşıya gelmiştik. İlk 20 dakika berabere gidiyordu, sonra seyirci bir bağırmaya başladı, maçı 2-0 aldılar. İlk golü de Fethi, kafayla atmıştı. Eskişehirspor seyircisinin gücü ilk maçtan belliydi.
F.H: 1. Lig’e çıktık ya, isim olsun diye antrenörlüğe Cihat Arman getirildi. İki tur koştururdu, kültür-fizik hareketleri yapardık sonra da çift kale maçla antrenmanı bitirirdik. Böyle olunca 70. dakikada takım bitiyordu. Çok zorlansak da o sene ligde kalmayı başardık.
N.A: İlk senemizde bocalamıştık. Ama Gegiç’in gelmesiyle ve futbol adına öğrettikleri ile çıkışımız başladı. Transferler de önemliydi bu arada. Ekonomik yönden desteğini esirgemeyen Yalçın Kılıçoğlu’nun da faydası büyük tabii.
Fethi-Nihat-Ender Filelere Gönder!
E.K: İstanbulspor o sezon (66-67) küme düşmüştü. O yaz oynanan Avrupa Gençler Futbol Şampiyonası’nda milli takımın kaptanıydım, grup maçları da Eskişehir’de oynanmıştı. Eskişehirspor yöneticileri orada beni izlemişler, Aydın Begiter de İstanbulspor Başkanı Ali Sohtorik’le görüşerek beni transfer etmek istedi ama Sohtorik, “Size verecek oyuncumuz yok!” dedi. Aydın Ağabey, vazgeçmedi ve bir daha istedi, yine kovdular. Bu arada bana gelip, “2. Lig’de oynamayacaksın” diyerek ikna ediyordu. Daha sonra Ali Sohtorik’in yazlığına gitti ve anlaştılar. Bu arada Altay da beni istiyor. Annem de İzmir’e gitmemi istiyordu ama Alsancak zemini topraktı. “Toprak sahada oynamak istemiyorum” dedim. Eskişehir’in sahası çimdi, bu da etkili oldu transferimde.
N.A: Ender, kamplarda hep ağacın altına oturur ve yalnız başına müzik dinlerdi. Biz de onunla kaynaşmak için gittiğimiz yerlere onu da davet ederdik. Hem bizim çabalarımız hem de Eskişehir seyircisinin desteğiyle çıkış yaptı tabii.
E.K: Anlaşmadan sonra Eskişehir’e arabayla gidiyoruz… Tam Adapazarı’na girdik, araba bir anda sallanmaya başladı. Aydın Ağabey, şoföre “Kardeşim sarhoş musun? Düzgün kullansana arabayı!” diyor. Meğer Sakarya Depremi oluyormuş. Bütün arabalar kenara çekmiş, yollar filan yarılmış… Neyse vardık Eskişehir’e. Orada da artçı depremler sürüyor… Odamdaki yatak oradan oraya sallanmaya başladı. Bir baktım, tüm bekar futbolcular aşağıya inmiş. Gegiç de hanımıyla oradaydı… İlk kez orada görmüştüm Gegiç’i.
“Gegiç’i altyapıya getirmek için uğraştım”
F.H: Gegiç gelmeden ‘topçuyduk’, Gegiç’le birlikte ‘futbolcu’ olmayı öğrendik. Muhteşem antrenmanlar, teknik-taktik çalışmaları başarıyı getirdi. Türk futbolcusu, yere bakarak top sürer. Gegiç, boynumuza kartonlar bağlar, “Hadi canim sür bakalim!” derdi. İlk başlarda çok zorlandık ama daha sonra kafamız önde, deparla dripling yapar hale geldik. İyi ki Fenerbahçe kovmuş!
N.A: Kendini kanıtlamak için bize gelmişti ve taktiksel anlamda çok iyi bir hocaydı. Varyasyonlara çok önem verirdi. Kanat organizasyonlarını, ön direk, arka direk koşularını anlatırdı ve bu organizasyonlarla birçok gol atardık. Beklerin oyuna katılmasını isterdi ki o zamanlar bekler yarı sahayı geçmezdi. Bu bindirmeler sonucunda da iyi orta yapmaları için çok çalıştırırdı.
E.K: Bir gece öncesinden kâğıtlar hazırlardı. Santrforun, sağ bekin, orta sahanın nerelere koşması gerektiğini belirtirdi. Onları çalışırsın, ertesi gün sahaya kara tahta getirir, bir kez daha anlatır ve uygulamaya başlardı.
F.H: Tam manasıyla ‘modern futbol’ oynuyorduk. O kadar göze hoş gelen bir oyun vardı ki zaman zaman kenara çekilir ve takımı izlerdim.
E.K: 1979’da Hamburg’u izlemeye Almanya’ya gittim… Bir korner organizasyonları vardı; korner atılıyor, ön direkten bir futbolcu arka direğe topu aşırtıyor, arka direkte Hrubesch de kafayla gol yapıyor. Yanımdaki arkadaşıma, “Gegiç bize bunu 1967’de yaptırırdı” demiştim.
F.H: Sofya’ya kampa gitmiştik. CSKA Tesisleri’nde antrenman yapıyoruz ama şehrin ortasında bir otelde kalıyoruz… İlk gün, sabah 8’de otobüsün hareket edeceğini duyurdu. Ben, İsmail ve Vahap’ın olduğu beş kişilik bir grup, şöhretin de etkisiyle beş dakika geç indik aşağıya. Bir baktık otobüs yok! Zar zor bir taksi bulduk ve şehir dışındaki tesislere gittik. Yolda arabanın tekeri de patlamaz mı! Bir de oradan inip yürüdük. Tesislere vardığımızda kahvaltı da bitmiş, bir de aç kaldık mı! Fakat Gegiç hiçbir şey söylemiyor. Ertesi gün beş dakika kala otobüsün kapısındaydık…
N.A: Ben sakatlığım nedeniyle futbolu erken bıraktım. Bana “Antrenör olursun” dediler. Kurslara falan gittim, antrenörlüğü öğrendim ama Gegiç’in çalışma programını uygulayarak iyi yerlere geldim. Malatyaspor’u namağlup üst lige çıkardım.
F.H: Uzun yıllar Gegiç’i altyapıya getirmek için uğraştım. Bilgisayarındaki programları kulübe verecek ve denetleyici olarak yorulmadan işini yapacaktı. Koşturan bizler olacaktık. Birçok bahane buldular ama en sonunda Halil Ünal yönetimini, masaya yumruğumu vurarak ikna ettim. Gegiç zaten “Beş bin ver, bir de yatacak yer tamam be!” demişti. Haziran ayının 25’inde Eskişehir’de çalışmalara başlayacaktık ki birkaç gün öncesinde öldü. Hacı olmayacak adamı deve üzerinde yılan sokarmış. Kısmet değilmiş demek ki.
“Eskişehir seyircisi ölüyü bile diriltirdi.”
N:A: ‘12. Adam’ derler ya… Bizim seyirci de gerçek manada öyleydi. Amigo Orhan da reform yapmıştı sahalarda. Ama yalnız değildi. Slogan hazırlayan en az yedi-sekiz kişilik bir ekip vardı.
E.K: Tezahüratları duydukça, gücümüz kalmasa bile oynardık. Eskişehir seyircisi ölüyü bile diriltirdi.
F.H: Orhan uygulayıcıydı. Bu olay, Amigolar Kahvesi’nden çıkmıştı. O, sahaya indiği için ‘Amigo Orhan’ dendi. İki gün önce prova yaparlar, sonra stada gelip uygularlardı.
E.K: Eskişehir’deki ilk resmi maçım, kendi sahamızda oynadığımız Fenerbahçe maçıydı. İçeride ısınıyoruz, bir ara aşağı tünelin oraya indim. Muazzam bir gürültü var statta… Bir baktım santra yuvarlağında bir adam (Amigo Orhan), yere çömelip kirece bir vuruyor, kireç havalanıyor, seyirciler bağırıyor: “Es-Es-Es Ki-Ki-Ki!..” Tüylerim diken diken oldu, hemen içeriye gittim ve arkadaşlara anlattım. Sonra çıktık, o havayla 3-0 yendik Fenerbahçe’yi.
N.A: Büyük bir şehir olmadığı için seyirciye karşı sorumluluğumuz olduğunu düşünürdük. Yenildiğimiz zaman saklanacak, yendik mi de Köprübaşı’nda hava atacak yer arardık.
F.H: Berabere kaldığımız bir maçtan sonra Köprübaşı’nda yürüyorum… 80 yaşlarında bir kadın “Gel bakayım buraya!” dedi, yanına gittim. Bir yandan kulağımı çekiyor, bir yandan da “Söyle bakayım, niye berabere kaldınız?” diyor.
E.K: Kadın seyirci de gelirdi maçlara, kapalı tribünde özellikle çok kadın olurdu.
F.H: Beş binden aşağı kadın gelmezdi. Amigo Orhan erkekleri, Feriha Abla da kadınları coştururdu. Hatta bir Fenerbahçe maçında, Fenerbahçe tünelden çıkarken Feriha Abla takım kaptanı Ogün Altıparmak’a sunturlu bir küfür etmiş. Bir gün milli takım kampındayız, Ogün geldi “Ya Fethicim, ben hayatımda böyle küfür duymadım” dedi.
N.A: Kadın seyirciler moda yaratmıştı. Herkes kırmızı-siyah elbiselerle maçlara geldiği için kırmızı ve siyah renkli kumaş bulunmazdı şehirde.
“Seyirci ‘Niye gol attınız!’ diye kızıyor”
F.H: Yapbozu tamamladığında Sindirella resmi çıkar ya, bizim takım oydu işte! Sadece üçümüz değil, mesela orta sahamız gibi üçlü yoktu Türkiye’de!
E.K: Koko Burhan (İpek) mesela muhteşem bir solaktı; Sergen misali. Sağ içte Kamuran vardı, sonra onlara Vahap eklendi. Netzer’e benzetirdim onu; uzun boylu, büyük ayaklı, oyunu istediği gibi yönlendirirdi. Top vermezlerdi zaten rakibe.
N.A: Bir Göztepe maçı var. 2-0 öne geçmişlerdi ve alay etmeye başladılar. Sonra Fethi, ben, Ender, Vahap ve Koko Burhan’ın golleriyle 5-2 kazanmıştık. Üç büyüklere karşı İstanbul’da oynadığımız maçlardaki performansımız çok iyiydi. Mesela Beşiktaş’a ilk senemizde mağlup olduk ama sonraki yıllarda hep yendik. Şampiyon da olabilirdik aslında.
E.K: Şampiyonluğu kaybettiğimiz maç, Ankara’daki Şekerspor maçıydı (68-69). 1-0 galipken son dakikada yaptığımız bir hata sonucu frikikten gol yedik ve maç 1-1 bitti. Bir de İstanbul’daki Galatasaray maçı vardı…
F.H: İstanbul’da Galatasaray ile oynuyoruz, öne geçmişiz… Metin Oktay düştü, hakem bir penaltı uydurdu. Orada gitti şampiyonluk. Bir de 1971 yılında hakem Nejat Şener’in bizi yaktığı maç var. Bariz penaltımızı vermedi ve Eskişehirspor seyircisi sahaya akın etti…
N.A: Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda Galatasaray’dan intikamımızı aldık ama. Ben o maçta sakattım, Fethi anlatsın o maçı.
F.H: Maç başladı, 1-0 öne geçtiler. Sonra 2-1 öne geçtik. 2-2 oldu. Maçın sonunda bir gol attık ve 3-2 yendik ama seyirci kızıyor “Niye gol attınız!” diye. Çünkü maç yarım saat daha uzasa belki beş-altı olacak, Galatasaray büyük hezimete uğrayacaktı.
N.A: Belki şampiyon olamadık ama Trabzonspor’a yol gösterdik. Anadolu’dan da bir takımın şampiyonluğa oynayabileceğini kanıtladık.
“This is not a goal!”
F.H: Sevilla’daki ilk maç öncesinde otelde klimanın altında kağıt oynuyoruz. Gegiç beni çağırdı, “Haydi bre kaptan, çocuklara söyle dört saat izin” dedi. Çocuklara söyledim, havalara uçtular ama otelden burnunu çıkaran otele kaçıyor; 45-50 derece sıcak. Maçtan önce ısınacağız ama erimişiz. Gegiç, çıplak bir şekilde yatmamızı söyledi. Isınmayı öyle yaptık. Maçtan sonra dört-beş kilo verdik, bir de beklemiş limon sularını içtiğimiz için birkaç arkadaş zehirlendi.
E.K: Eskişehir’deki maçta da 79. dakikada Sevilla 1-0 öne geçince seyirci stadı terk etmeye başladı. Bu arada Sevilla’nın bir sağ beki vardı, çok sert oynadı maç boyunca. O sakatlanıp bir müddet oyun dışı kaldı ve o ara Sevilla dağıldı. Son 10 dakikada Tatar İlhan, sağ taraftan müthiş varyasyonlar yaptı, ortaladı, Fethi kafayı vurdu ve golü attı. Bu arada seyirciler çıkmaya devam ediyor, sağdan ortalar da aynı şekilde… Fethi üç tane attı ve 3-1’le eledik Sevilla’yı.
F.H: Sonra Twente’yle oynadık. Gegiç, gitti izledi “Köy takımı” dedi. Biz de hafife aldık. Burada da 3-2 yendik hatta.
N.A: Twente, Eskişehir’e Bursa üzerinden gelmişti. Görünürde yakın bir yol ama o zamanki şartlarla dön Allah dön! Dört-beş saatte gelmişler. Ama rövanşta da sahayı sulamışlardı değil mi?
F.H: Bizimkiler Hollanda’da antrenman sahası istemiş. Hollanda yemyeşil yer ama adamlar bize toprak saha yarattı! Orada çalıştık. Bir de maçtan önce sahayı suladılar, ıslak sahada yendiler bizi. Skor önemli değil! Ama maçın kırılma anı Vahap ile Ender’in kavgasıydı. Pozisyon nedeniyle kavga ettiler, ben onları ayırmaya gittim, o arada üçüncü golü yedik. Sonra da dağıldı takım.
E.K: Muhteşem oyuncuları vardı; van de Kerkhof Kardeşler gibi…
N.A: Finlandiya takımı (Mikkelin) ile oynamıştık bir de… Onların antrenman sahası olarak on tane saha göstermesini unutamam. Hangisini seçeceğimizi şaşırmıştık. Onları eleyince de Dinamo Moskova ile karşılaştık. Sert, güçlü bir takımdı.
F.H: Rusya’daki maçta bir pozisyon oldu, adamlar gol yaptılar… Hakem ofsayt verdi. Ama bizim çocuklar hakeme saldırıyor, “Gol değil, gol değil!” diyerek. Hakem de “This is not a goal!” diyor. Bizim çocuklar, saldırmaya devam ediyor… En son gittim, “Yahu adam ofsayt verdi, çekilin etrafından” dedim.
“Anadolu’nun sevgilisi onlar”
F.H: Eğer televizyon olsaydı, tüm Türkiye Eskişehirsporlu olurdu! Bir arkadaşım Doğu Anadolu’da kahvenin birinde Galatasaray ve Eskişehirspor fotoğrafları görmüş. “Bu niçin burada?” demiş bizim fotoğrafları göstererek. “Onlar başka, Anadolu’nun sevgilisi onlar” demiş adam.
N.A: İstanbul’daki taraftar topluluğu da izlemekten zevk aldığı için çok sevmişti bizi. Hanımımın hastalığı döneminde İstanbul’a gittiğimizde, birçok insanın “Sen Eskişehirsporlu Nihat mısın?” demesini unutamam.
E.K: İyi futbol oynuyorduk, deplasmana bile on bin kişi gelirdi. Anadolu’nun birçok yerine jübile maçlarına da giderdik. O nedenle de Anadolu’da sevilirdik.
N.A: Takım içerisinde uyum hat safhadaydı. O kadar alışmıştık ki birbirimize, Ender Almanya’ya transfer olduğunda hüngür hüngür ağlamıştı.
E.K: Eintracht Frankfurt ile mukavele imzaladım, otobüste de takım arkadaşlarım beni bekliyor… Otobüse bindim, oturdum ve ağlamaya başladım Eskişehir’den ayrılacağım diye.
F.H: Herkes üzülmüştü, ayrılmaya dayanamazdık ki!
E.K: Takım içinde herkes çok saygılıydı birbirine karşı. Mesela Süreyya Ağabey (Özkefe) yaş olarak Fethi’den büyük olmasına rağmen Fethi hep kaptan çıktı. Teklif etse bile Süreyya Ağabey takmazdı pazubandı.
F.H: Bir Beşiktaş maçı öncesinde pazubandı taktım koluna, yetti ona. Takım kendi kendini yönetirdi zaten. Asgari müştereklerde birleşen bir takımdık!