Şampiyonanın hikâyesi hangisiydi sizce?
Şampiyonanın hikâyesi şaşırtıcı bir şekilde son finişin son saniyesinde yazıldı. Polonya’nın 4×400 erkeklerdeki dünya şampiyonluğu, son yıllarda gördüğüm en büyük performanslardan biriydi. Kendileri de dahil hiç kimsenin beklemediği bir iş yaptılar. ABD’nin önünde dünya rekoru kırıyorsun; yarışı izleyince öyle bir hava da yok aslında. Normal giden bir yarışta, son bölümde (Jakub) Krzewina -ki hayatında üst düzey yarış çıkarmamış bir atlet- bir 50 metre attı; ben görmedim öyle bir şey hayatımda. ABD’li (Vernon) Norwood’u geçti son kısımda ve rekoru da Krzewina’nın sprint’i getirdi zaten, yoksa 3.02’nin ortalarında bitiyordu yarış. Orada ne oldu, beş metre farkı nasıl kapattı, inanması güç.
Yıllardır izliyorum; 40 metre içinde kapanan beş metrelik fark neredeyse hiç görmedim. Yalnızca Avrupa Şampiyonası’nda Fransa’nın kadınlarda kazandığı yarışı hatırlıyorum benzer bir geri dönüş adına. Orada da rekor falan yoktu, geçtiğin takım ABD değildi… Son saniyedeki o rekor, turnuvanın namını bir nebze de olsa kurtardı; Birmingham’ı unutulmazlar arasına soktu.
Şampiyonadan birkaç satır başı daha seçmek gerekirse…
Chris Coleman’ın şampiyona rekoruyla gelen altınını saymak gerekiyor tabii ki 60 metre erkeklerde. Genzebe Dibaba’nın iki altın birden alıp salonun tartışmasız kraliçesi olduğunu bir kez daha kanıtlaması önemliydi. Zira rakipleri de gayet iyiydi Birmingham’da. Atlamalardaki kötü grafiğe rağmen uzun atlamadaki müthiş final de şampiyonanın akıllarda kalan anlarından biriydi. 19 yaşındaki Kübalı Juan Miguel Echevarria, 8.46 ile bu yılın en uzak mesafesine atladı ve Luvo Manyonga’yı -ki o da Afrika rekoru çıkardı 8.44’le- geride bırakarak altını aldı. Son şampiyon Marquis Dendy de 8.42’yle bronzda kaldı, harika bir final oldu yalnızca dört santimetrenin podyumu ayırdığı… Ivana Spanovic kadınlar uzun atlamada Britney Reese’i geçti ve ilk kez dünya şampiyonu oldu. Katarina-Johnson Thompson, Nafissatou Thiam olmadığı için pentatlonda altını aldı ama yine de ev sahibi olarak o madalyaya tutunması şampiyonanın öne çıkan noktalarından biriydi.
2018 Birmingham organizasyon sorunlarıyla ciddi eleştiri topladı. Sizce bu anlamdaki en büyük problemler nelerdi?
Bu konuda üç-dört notum var; ilki yayınlarla alakalı. Dünyanın beşte biri direkt olarak televizyondan şampiyonanın yayınına ulaşamadı. Diğer bölgelere IAAF (Uluslararası Atletizm Federasyonu) link falan paylaştı web sitesinden, neredeyse VPN’e yönlendireceklerdi insanları… Sonrasında linklere korkunç bir yüklenme olunca mecburen Facebook sayfasına yönlendirdiler. Türkiye’nin de dahil olduğu 30-40 ülkede direkt yayın yoktu ki bu, saçmalığın daniskası. Eurosport yayınlamayınca, Avrupa’da yerel yayıncılara kaldı iş ve turnuvanın izlenirliği düşmüş. Bugün ABD’den de veriler geldi; NBC’nin açıklamasına göre orada da son yılların en az izlenen şampiyonası olarak kayıtlara geçti 2018 Birmingham.
Bir diğer konu da katılım azlığı. 140 ülke boy gösterdi şampiyonada. Birmingham gibi merkezi bir yerde yapılan şampiyonaya katılımın bu kadar az olması enteresandı. Salonu pas geçen atletler her zaman olurdu ama daha çok uzak lokasyonlardaki yerler için geçerliydi bu durum. Örneğin geçen şampiyona Portland, Oregon’daydı. Direkt uçuş olmadığı için Avrupalılar 25 saate yakın uçuşlarla karşı karşıyaydılar, ona rağmen 145 ülke katılmıştı. Olimpiyat yılıydı üstelik… Dünya Şampiyonası dahi olmayan, Birmingham’da ulaşıma uygun bir noktada gerçekleşen bir şampiyonaya 140 ülkenin katılımı hayal kırıklığıydı. Salona giden yıldızlardan dahi bazılarının pas geçtiği bir şampiyona oldu. Burada Birmingham’ın direkt bir hatasından ziyade şampiyonanın tasarımıyla da ilgili bir hataydı tabii…
Bir başka büyük problem de diskalifiyeler oldu. Toplam 21 diskalifiye yaşandı dört günde ki madalya alanlar, madalyası geri alınanlar, yeniden madalyası geri verilenler derken saçma bir skandallar zinciri oldu. 400 metre erkeklerdeki olay belki de en dramatiğiydi. İspanyol Oscar Husillos canlı yayındayken söylüyorlar diskalifiye haberini, madalya rekor falan yıkılıp gidiyor adam… Altın-gümüş diskalifiye edildi 400’de; bronzda bitiren Pavel Maslak altına kaydırıldı. 18-20 civarlarında diskalifiyenin olması, teknik bir problemin de işareti. Kulvarların bazı bölümlerinde incelmenin fazla olduğu, ölçümün yanlış olduğuna dair iddialar var. Britanya’da bunun yaşanması çok garip.
Son olarak da Birmingham, atletizm başkenti Britanya’nın. Hiçbir zaman seyirci problemi olmaz Britanya’da. Buna rağmen şampiyonanın ilk günü 2000 kişi vardı sadece tribünde. İkinci ve üçüncü gün de boşluklar vardı. Bunun temel sebebi de Seb Coe (IAAF başkanı) ve ekibinin bu organizasyonu eğlenceye çevirip, fazla güne yayarak daha çok bilet satma amacıydı. Bu tabii benim şahsi görüşüm. Başkaları farklı açıklamalar getirebilir. Bunun yüzünden şampiyonada bazı eleme seanslarını iptal ettiler. Kadınlar üç adım atlamada direkt 17 kişiyle final başlıyor örneğin. Sırıkla atlama beş saat sürüyor mesela eleme seansı olmadığı için. Bunun gerekçesi de elemelerin izlenmemesi. Saçmalık. Bu büyük bir problemdi ve finalde yer almaması gerekenler o sahnede boy gösterdiği için ortalama performanslar da düştü. Yüksek atlama bunun en güzel örneği; 2.20 ile dünya altıncısı olundu… Yeni düzenlemenin sonucu bu. Bu oynamalar da devam edecek. 2020’ye doğru şapkadan yeni yeni tavşanlar çıkaracaklar. Seb Coe ve ekibi kadın-erkek karışık bayrak yarışlarıyla yeni eklemelerine devam edecek gibi görünüyor.
Türkiye’nin şampiyonaya tek sporcuyla katılması da ülkemizde çok konuşuldu. Bunun sebebini nasıl açıklamak lazım?
Başlıca sebebi barajların yüksekliğiydi; yoksa katılmak isteyenler vardı. Elemeler kalkınca otomatik olarak teknik branşların barajları yukarıya çekildi az kişi gelsin diye. Örnek veriyorum; kadınlarda yüksek atlamanın barajı 1.97’ye çekildi. Birinci sebep buydu; ikinci sebep ise Türkiye’de salon sezonuna giren çok fazla atlet olmuyor. Herkes rakam üzerinden bakıyor “Sadece Emre Zafer’le gidildi…” diyor ama zaten ülkede salona yoğunlaşmış çok fazla atlet yok ki! Baraj geçme hedefiyle altı atlet falan sezona girdi; biri geçebildi. Örneğin Batuhan Altıntaş’ın geçen yıldan barajı vardı ama katılmadı. Şu an Güney Afrika’da kampta. Normalde saloncudur ama bu yıl açık havaya odaklanmak istediği için gitmedi. Bir başka örnek Yasemin Can, barajı olduğu hâlde gitmedi. Berlin’deki (2018 Avrupa Atletizm Şampiyonası) bir madalyayı, salona tercih edebiliyorlar. Başka ülkelerde de var bu tür örnekler: Patricia Mamona mesela; üç adım atlamayı pas geçmeyi tercih etti. Almanya’nın kısa mesafecilerinden katılmayanlar oldu. Çünkü Berlin’e hazırlanıyorlar. Fransa yedi kişiyle gitti mesela; koca Fransa yedi atletle mi gider normalde?
“Türkiye tesis sorunu da yokken neden salona eğilmiyor?” sorusu başka bir yazının konusu. Bu tür bir eleştiri getirilebilir. Ama burada şampiyonaya bir atletle katılmak “Uğraşıldı ama yalnızca tek atlet katılabildi, büyük başarısızlık!” şeklinde yorumlanmamalı. Mizgin Ay mesela, kendini zorlasa barajı yakalayabilirdi. İki yarış koşup 7.38’e indi mesela ki baraj 7.30. Birkaç yarış daha koşsa o barajı yakalayabilirdi ama çocuğun önünde hedef belirlediği Avrupa Gençler Şampiyonası var. Onlara hazırlanmak için salon ritmine girmedi. Ramil (Guliyev) hiç salona girmez mesela, Türkiye’nin bolca atıcı tayfası vardır, tabii gülle dışındaki atmalar salonda olamadığı için oradan eksildik. Banko gideceklerden biri olan Emel Dereli sakatlığından ötürü yarışamıyor uzun süredir… Tüm bu unsurlar bir araya gelince de katılımcı sayımız bire indi. Bir önceki şampiyona olan 2016 Portland’da iki sporcumuz vardı mesela; iki yıl daha geriye gidersek 2014 Sopot’ta üç atletle temsil edildik. 2012’de İstanbul’da olduğu için şampiyona, ev sahibisin, 24 sporcumuz vardı. 2010 Doha’da üç sporcuyla yine… İnsanlar (1) rakamını görünce “Hıııı” yapıyorlar ama biraz gerçekçi olup önceki verileri hatırlamak lazım.