Garanti Koza sponsorluğunda ilki düzenlenen Sofya Açık, pazar günü oynanan final mücadelesiyle sona erdi. Arena Armeec’de kapalı sert kortta düzenlenen turnuvanın tekler galibi, finalde iki numaralı seri başı Viktor Troicki’yi geçen Roberto Bautista Agut oldu. Çiftlerdeyse, Hollandalı ikili Wesley Koolhof ve Matwe Middelkoop mutlu sona ulaştı. 1981 sezonundan beri en üst düzeyde erkek tenisi izleme şansına erişemeyen Sofya halkı; turnuvanın ilk günlerinde katılım konusunda biraz çekingen olsa da, hafta sonuyla birlikte tenise olan ilgi de arttı.
Turnuvaya, Türkiye’yi temsilen üç oyuncu wild card’la katıldı. Cem İlkel, elemelerin ilk turunda Yuichi Sugita’ya kaybetti. Ana tabloda ise ülkenin 1 numarası Marsel İlhan, Sırp rakibi Filip Krajinovic’e heyecanlı geçen bir maç sonucu üç sette mağlup olarak ilk turun ötesine geçemedi. Sofya’da maç kazanmayı başaran tek temsilcimiz ise Tuna Altuna oldu. Tuna; Rus partneri Konstantin Kravchuk’la birlikte, kariyerinin ATP tur düzeyindeki ilk galibiyetini alarak çiftlerde çeyrek final görmeyi başardı. Betov-Elgin çifti karşısında gelen galibiyetin ardından çeyrek finalde, finale doğru yüreyecek olan Oswald-Shamasdin ikilisine takılan Tuna Altuna ve Konstantin Kravchuk, oldukça keyif veren performanslara imza attı.
Türkiye tenis tarihinin gelmiş geçmiş en başarılı erkek tenisçilerinden biri olan Tuna Altuna, Sofya dönüşünde Socrates‘e konuştu. Ona geride kalan kariyerini, geleceği ve yeni hedeflerini sorduk. İşte cevapları:
İlk olarak Bulgaristan’ı soralım, Sofya’daki kapalı kort turnuvası nasıldı? Sen de Konstantin Kravchuk’la birlikte, ATP tur düzeyinde kariyerinin ilk galibiyetini aldın. Neler hissettirdi?
Maçları, 12 bin kişilik bir kortta oynadık ve bizim maçta da 1500-2000 civarı seyirci vardı. Özellikle tenis gibi bir sporda, hep böyle büyük stadyumlara çıkma şansı bulamıyoruz. Bizim için farklı bir deneyim oldu. Bu ayrıca oynadığım ikinci ATP seviyesinde maçtı. İkinci maçımda ilk galibiyetimi almak çok özeldi. Gelen galibiyetle 45 sıralama puanı almış oldum. 361 olan çift erkekler dünya sıralamam bu Pazartesi itibariyle 308 numaraya kadar yükseldi. Eğer geçen Perşembe oynadığımız çeyrek final maçını da kazansaydık -ki son tie-break’te kaybettik- 90 puan alıp sıralamada 250’ler civarına inecektim. Maalesef olmadı. Yine de aldığım puan benim için çok önemli ve epeyce ilerlememi sağladı. İki hafta sonra hedefim, Dubai’de ATP 500 turnuvası oynayabilmek. Toplam 2,5 milyon dolar ödüllü bir turnuva ve büyük isimler de orada olacak. Hatta orada belki Novak Djokovic’le antrenman yapacağım… Artık 27 yaşındayım ve çiftler tenisinde -eğer kendime fiziksel ve zihinsel olarak iyi bakarsam- en az on senem daha olduğunu düşünüyorum. Her şeyi başarabileceğime inanıyorum ancak hedefe adım adım gitmek lazım. Başardıkça da kendime yeni hedefler koyma cesareti bulacağım.
Turnuvaya gelince, Garanti Koza’nın oldukça iyi iş çıkarttığını söylemeliyim. Tabii Grigor Dimitrov’un gelmeyişi biraz seyirci potansiyelini düşürdü. Ne olursa olsun, kendi oyuncularını seyretmek Bulgarlar için farklı bir motivasyon olabilirdi. Fakat final maçında salonun tam kapasiteyle çalıştığını gördük. Son maç turnuva için büyük bir kalkınma oldu. Benim maçıma da katılım gösteren seyircinin neredeyse tamamı bizi destekledi. Bu çok güzel bir olaydı. Türkiye’den gelenler de vardı tribünde, hepsine çok teşekkür ederim.
Uzun yıllardır Türkiye’de yaşanan sponsor desteksizliğinden yakındığını biliyoruz. Peki Garanti Koza’nın varlığını tenis için nereye koyabiliriz?
Garanti Koza bu ülkenin tenis vizyonunu değiştirdi. Geçen yıl yapılan ve Roger Federer’i ülkemize getiren ATP 250 turnuvası muazzam bir olaydı. Federasyon da dahil olmak üzere kimse daha önce böyle bir vizyon koyamamıştı. Yapabildikleri en büyük turnuva, 75 bin dolar ödüllü TED Challenger’dı. Bu turnuvayı üst üste üç sene yapacaklar ve sonrasında ATP 500 klasmanına geçiş ihtimali olacak. Burada düzenlenen turnuva da yetmedi, gidip yurt dışında sponsorluk aldılar ve Türkiye’den oyuncuların katılımının önünü açtılar. Marsel İlhan, Cem İlkel, ben… Bu bizim için de fırsat ve tecrübe oldu. Gidip ülke dışında performans gösterdik. Bunlar öyle güzel gelişmeler ki! Keşke daha fazla turnuvaya sponsor olsalar da gidip oynasak.
İlk maçta aldığın keyifli puanlar ve ilginç hareketlerinle seyircileri oldukça eğlendirdin. Ancak rakiplerin bundan pek memnun olmamış gibiydi, maç sonunda sanırım bir tanesi de elini sıkmadı. Orada ne oldu?
Çok gergin maçlarda genelde böyle şeyler olur. Bir şey demek istemiyorum çünkü o da benim oyuncu arkadaşım. Benim de geçmişte benzer tepkiler verdiğim maçlar olmuştur. Maç içi adrenalini diyelim bu duruma. Maç sonrasına gelirsek de oldukça iyi geri dönüşler aldım. Bir arkadaşım mesaj attı bana, yerde aldığım puanı 250 bin kişi izlemiş internette. Sonuçta bu bir futbol maçı özeti falan değil, tenis. O yüksek görüntülenme rakamı beni çok mutlu etti.
Türkiye tenis tarihinde teklerde ITF Futures turnuvası kazanmış dört erkek oyuncudan birisin ancak şu sıralar çiftler kariyerinin zirve dönemini yaşıyorsun. 27 yaşında, artık kariyer başarılarının çoğunun geldiği çiftlere odaklanacağını söyleyebilir miyiz?
Evet böyle söyleyebiliriz. İki hafta sonra Dubai’de hedefim çiftlerde ilk 300 içerisine girebilmek olacak ve sene sonunda da 200. sıranın aşağısında olmak istiyorum. Önümüzdeki sezon Wimbledon oynamaya çalışacağım. Onun çiftler elemesine katılabilmek için sıralamada istediğim sıçramayı yapmam lazım. Wimbledon bana hep bir basketbolcunun NBA hayalini çağrıştırmıştır. Basketbol topunu eline alan her çocuk, günün birinde NBA’de oynamak ister. Wimbledon’ın çimlerine ayak basmak da bir tenisçinin hayalidir.
Peki bir tenisçinin gözünden, teklerden çiftlere geçiş süreci nasıl oluyor? Sonuçta oyuna başlarken ilk konan hedefler hep tekler üzerine olur…
Öncelikle bu her tenisçi için oluşabilecek bir alternatif değil. Zaman içinde benim oyunum çiftler tenisine uygun olduğunu gördük. Servisim, file önündeki çabukluğum ve vole avantajım bana bu yolda yardımcı olabilecek silahlar. Bir yandan da tekler ve çiftleri birlikte yürütmek, özellikle de günümüzün fiziksel açıdan yıpratıcı tenisinde çok zor. Sakatlıklar yaşanabilir. Mesela bugün antrenmanda servis atarken omuzum biraz ağrı yaptı. Dediğim gibi çiftlere uygunluğum böyle yeni bir strateji oluşturmama sebep oldu. Ona daha çok asıldık, ki zaten gelen başarılar da bunun tasdiki gibi.
Teklerde de 671. sıraya yükseldim fakat bir noktadan sonra ilerleyebilmek çok zorlaşıyor. Belki daha yukarılara çıkarsın ancak sonra o puanları koruman gerekiyor. Sakatlıklar olabiliyor, bir yandan okul var… Çiftlerde kazandığım avantajı artık muhafaza edebiliyorum. Hedef Grand Slam oynamak ve bulunduğum noktada bunu çiftlerle yapmak çok daha kolay. Akılcı bir yol çizdiğimizi düşünüyorum. Oyunu çok seviyorum ve çiftler tenisinin uzun ömürlülüğü de bu açıdan önemli. Efsanevi Martina Navratilova’nın bu sayede kaç yaşına kadar oynadığını gördük.
İyi bir çiftler partnerliği için ‘evlilik’ benzetmesi yapılır. Sen bu konuda ne düşünüyorsun, şu ana kadar birlikte oynadığın en iyi oyuncu kim?
Partnerle iyi anlaşmak ve iyi bir strateji kurmak lazım. Mesela Bulgaristan’daki partnerim Kravchuk’la çok iyi bir uyum sağladık. Teklerde 140, çiftlerde 226 numara olan bir tenisçi. Bundan da önemlisi çok iyi bir insan. Birbirimize alıştık, dışarıda da vakit geçirdik. Şimdi İtalya’da tekler turnuvası oynuyor ve ayrılmadan önce, “Let me hug you baba!” dedi. Birbirimize sarılarak ayrıldık. Bu bir samimiyet göstergesidir. Az önce de dediğim gibi şimdi ATP Dubai’den wild card haberi bekliyoruz. Olursa bu büyük turnuvada beraber oynayacağız. İstanbul’daki turnuvaya da çağırdım onu fakat toprak kort oynamayı çok fazla istemiyor. Yine de bir ayarlama yapmaya çalışacağız tabii.
Novak Djokovic’in kardeşi Marko’yla birlikte geçmişte çiftler oynamıştın. Abisiyle tanışma fırsatın oldu mu, arkadaşlığınız sürüyor mu?
Novak’la tanışamadım ama üç yıl önce beni ATP sezon finalleri için Londra’ya davet etmişlerdi. Turnuvam olduğu için gidememiştim maalesef. Marko da gerçekten yetenekli ve iyi bir tenisçiydi, ara sıra abisiyle de çiftler oynardı ancak artık sporu bıraktı. Novak öyle üst düzey bir noktaya geldi ki onun seviyesi kardeşinde de baskı yarattı. Düşünsenize, yaptığı röportajlarda bile herkes abisini soruyor… Kolay değil.
Çağla Büyükakçay’la konuştuğumuzda, tenisçi olmak amacıyla bir proje şeklinde yetiştirilmediğini, öyle olsa şu anda daha ileride olabileceğini söylemişti. Peki senin tenis kariyerin nasıl gelişti?
Çağla’nın durumuyla çok büyük benzerlik olduğunu söyleyebilirim. 6-7 yaşında takım antrenmanlarıyla başladım. Sonra çok zaman geçmeden turnuva şampiyonlukları geldi. Şampiyon oldukça Enka Spor Kulübü’nün desteğini aldım. 12 yaşından sonra yurt dışında turnuvalara gitmeye başladım, milli takımlarda oynadım. Sonra DHL ve Türk Eğitim Vakfı gibi yeni sponsorlarım oldu ve 18 yaşından itibaren de Garanti Koza bana destek veriyor. Adidas ve Wilson yine sponsorlarım arasında. Teniste en önemli şey, iyi seviyedeki rakiplerle maç yapma tecrübesi. Yurt dışına giderek bu tecrübeyi kazandım. Bunun yanında eğitimime de ara vermedim tabii. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin sağladığı bursla, bu sene reklamcılık bölümünü bitireceğim diye düşünüyorum.
Ben de Türkiye’de alışık olduğumuz manzara gibi, eğer sponsorlarım olmasa tenisi erken yaşta bırakabilirdim. ‘Bir elin nesi var, iki elin sesi var’ derler. Ben tek başıma hiçbir şey yapamazdım. Tabii bu destekleri de kort içindeki başarılarımız getiriyor. Hepsi birbiriyle bağlantılı şeyler. Yine etrafıma baktığımda, açıkçası öyle ‘proje’ çocuklar görmüyorum. Ülkemizin belirli ve henüz değişmeyen bir anlayışı var. Bir kere eğitim sistemimiz hiç sporcu dostu değil. Çocuk sabah sekiz buçukta okula gidiyor, saat dörtte antrenmana bir geliyor zaten pestili çıkmış. Ödev mi yapsın, yemek mi yesin, kondisyon mu çalışsın? Zamanı yok ki. Bu sistemle işler kolay değil. Çok büyük yetenek olacak, büyük bir destek alacak… Her şeyin denk gelmesi lazım ki olsun. Almanlar bir araba yapıyor ve o 25 sene tıkır tıkır çalışıyor. Neden? Çünkü plan ve program var. Sporda da böyleler. Örnek almalıyız.
İdolünün Juan Carlos Ferrero olduğunu biliyoruz. Sen de bir röportajında onun gibi Fransa Açık’ı kazanma isteğinden bahsetmiştin geçmişte… Bu hayalin sürüyor mu?
Açıkçası ilk hayalim artık o turnuvalara katılabilmek. Zaten Wimbledon ve Fransa Açık’ı hep bir adım öteye koymuşumdur. Yalnız Wimbledon’da çiftler elemesi var ve bu onu diğer Grand Slam’lerden ayırıyor. Öncelikli hedef haline getirmemizin bir nedeni de bu tabii. İlk 200 içerisinde olmak bu elemelere katılım için çok önemli.
Ferrero’yu idol almam konusuna gelince de bunda fiziksel benzerliğimizin bir payı oldu. Çocukken stilimi de ona benzetirlerdi zaten. O dönemin İspanyol tenisi çok başarılıydı. Albert Costa vardı, sonra 2005’te Rafael Nadal geldi… Hatta Katalan Tenis Federasyonu’nun, Barselona’da akademisi var ve Albert Costa bir dönem orada baş antrenördü. 17 yaşında orada iki ay kampa gittim ve birlikte çalışma fırsatı buldum. Ayrıca aynı sene; Alicante’de, bizzat Ferrero’nun kendi akademisindeki turnuvalara katıldım ve yarı final görmeyi başardım.
Marsel İlhan da tıpkı senin gibi Sofya’da mücadele etti ancak tur geçmeyi başaramadı. Onun tenisimizdeki yerini ve gördüğü ilgiyi nasıl değerlendiriyorsun?
Marsel teklerde iyi bir noktaya geldi ve bunu devam ettirmeye çalışıyor. Tenisimize de büyük katkısı oldu. Tabii başarı geldikçe herkes çok daha fazlasını bekler, bunun sonu yok. Onun bulunduğu seviyede sürekli olarak maçlar kazanmak, turlar geçmek kolay değil. Elinden gelen mücadeleyi yapıyor ama baskı var. Zaten üzerinde baskı olmayan bir tenisçi yok. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük tenisçisi Federer’e sorun, hâlâ her büyük maçta kalp krizi geçiriyordur bence. Bireysel bir oyun olması, size bu baskıdan bir kaçış alanı bırakmıyor.
Çiftler oynuyorum mesela, aslında o da bireysel. Hata yaparsam kaybederiz. Yanımdaki oyuncunun üç kişiyle mücadele edecek hali yok ya. Bir gün sen iyi oynarsın, partnerin kötü olur. Başka bir günde de aksi gerçekleşebilir. Korta ayak basıldığı anda baskı hep var. Marsel’i bu açıdan çok iyi anlıyorum. Yıllarca kendi başarısını kendi yaratan bir oyuncu oldu ve bu yanında ilgiyi getirdi. Mesela ben de geçen hafta Sofya’da tur geçtim ve benzeri bir ilgi gördüm.
Son dönemde tenis dünyasını epey bir meşgul eden şike söylentileri hakkında fikirlerin nedir? Özellikle küçük para ödüllü ITF turnuvalarında çok fazla bu tip olayın yaşandığı söyleniyor. Hiç denk geldin mi?
Katıldığım Futures turnuvalarında epeyce duydum bu söylentileri ancak kendim denk gelmedim. İlk 50 içerisinde yer almış 16-17 oyuncunun bu iş içerisinde olabileceğine dair haberleri de okudum. Bunlar tehlikeli şeyler ve uzak durmak lazım. Yasa dışı bir şekilde oyunu sabote etmek, ‘oyun’ denen şeyi yok etmek demek aslında. Bu sporun ruhuna tamamen aykırı ve heyecan unsurunu alıp götüren bir şey. Hiç hoş söylentiler değil. Neyse ki bana asla böyle bir teklif gelmedi.
Kadınlar tenisinde de Türkiye son dönemde oldukça başarılı ve son olarak Fed Kupası’nda da oldukça iyi sonuçlar alındı. Sence kadın ve erkek tenisimiz arasında bir rekabet var mı?
İpek, Çağla, Pemra… Hepsi çok başarılılar. Yine de bir noktaya parantez açmak lazım. Kadın tenisinde başarıya ulaşmak ve erkek tenisinde başarıya ulaşmak arasında belli bir seviye zorluk farkı olduğunu düşünüyorum. Ancak şu tabloda, kızlar bizden daha önde diyebilirim.
Hazır konuyu sen açmışken, aradaki seviye farkıyla alakalı şunu soralım: Hep dile getirilen, ‘Serena Williams çoğu profesyonel erkek oyuncuya karşı galibiyetler alabilir’ iddiası vardır. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Üst düzey bir erkek tenisçiyi yenebileceğini düşünmüyorum. Kadınlar için onunla oynamak apayrı bir mesele çünkü muazzam güçlü bir tenisçi. Fakat bir erkek sporcuyla mukayese edilebilmesi de epey zor. Çoğu üst düzey kadın tenisçiyle antrenman yaptım; Dementieva, Radwanska, Schiavone… Fransa Açık şampiyonu Schiavone’ye karşı Enka’da 6-2’lik bir set kazanmıştım mesela. Fiziksel olarak ciddi bir fark oluyor. İki farklı oyundan bahsediyoruz burada.