*Emre Özcan, Fark Yaratanlar serisininde sezonun öne çıkan takım ve teknik direktör performanslarına göz atıyor. Atalanta ve Chelsea incelemelerinin ardından sıra RB Leipzig’te.
Çarşamba günü Bayern deplasmanında çok kritik bir maça çıkacak olan Leipzig, Bundesliga’da son dört senenin şampiyonuyla aynı puanda ve ikinci sırada yer alıyor. Sezon başında hedefleri ilk aşamada lige tutunmak, ikinci aşamada da muhtemelen orta sıralardı fakat 15 haftada gösterdikleri çok üstün performans sonrasında onlar için artık şampiyonluk hesapları yapılıyor. Bu, zirve ligde henüz ilk sezonundaki bir kulüp için biraz gereksiz görülebilir. Fakat başlarında bulunan iki futbol aklı ve bunun uzantısı olarak sahaya yansıyan oyun bu beklentileri haksız çıkarmamak için birçok elemente sahip gibi.
Bundan yaklaşık üç hafta önce Freiburg’la deplasmanda oynayan Leipzig için bu maç normalde iki yeni Bundesliga takımının zirve ligdeki sıradan bir mücadelesi olarak görünmeliydi. Fakat öyle olmadı. Leipzig o maça lider çıkmasının yanında, dış sahada oynamasına karşın direkt favori olarak görülüyordu. 2009’dan beri Doğu Almanya’yı Bundesliga’da temsil eden ilk futbol kulübü beklentileri boşa çıkarmadı. İlk yarıda biraz zorlanır gibi oldular ama maçtan 4-1’lik galibiyetle ayrıldılar. Şu anda Freiburg’la aralarında 16 puan fark var ve ilk 15 haftadaki performansından ziyadesiyle memnun olan Freiburg’a göre Leipzig’in lige nasıl bir başlangıç yaptığına dair bu çok daha iyi gösterge olabilir. Ama işleri bu iki takım yönünden karmaşıklaştıran başka bir veri var. Geçtiğimiz sezon 2. Bundesliga’da mücadele eden bu iki takım arasında şampiyon Freiburg olurken, sezon sonunda Leipzig’e 5 puan ve 21 gol fark atmayı da başarmışlardı. Peki nasıl oldu da sadece birkaç ay sonra Leipzig sahada Bayern Münih ve Borussia Dortmund’a kafa tutan böyle bir transformasyon geçirdi?
Kilit hamle Hasenhüttl
Bunun için gidilecek ilk adres teknik direktör Ralph Hasenhüttl ve eski takımı Ingolstadt. Geçen sezon zirve lige getirdiği Ingolstadt’la muazzam bir iş yapan ve ligin en zayıf iki kadrosundan biriyle ligi 11. sırada tamamlayan Hasenhüttl, Rangnick’in dikkatini çekmeyi başarıyordu. Zirveyi getiren 2015-16 sonrasında teknik direktörlük koltuğunu bırakmak isteyen ve o işi de kerhen yapan Rangnick’le standart üstü bir takım görüntüsü veren Leipzig, Ingolstadt’ın sihirbazı Hasenhüttl’ın dokunuşlarıyla başka bir takım hâline geldi. Sadece buna bakarak işin sırrı hocada demek size fazla gelebilir. Ama eğer geçen sezonun orta sıra takımı Ingolstadt’ın Hasenhüttl gittikten sonra yeşil sahada gösterdiklerine bakarsanız bu görüşe biraz daha net şekilde hak vereceksiniz.
Leipzig şu anda Bundesliga’nın en kuvvetli birkaç ekonomik gücünden biri ve yaz döneminde harcadıkları 50 milyon Euro da büyük ihtimalle size “Ama para?” dedirtiyor. Freiburg’la birlikte yüzde 90 oranında 2. Bundesliga kadrosunu koruyan Leipzig’in harcadığı bu meblağ, Bayern ve Dortmund’un hemen arkasından geliyor. Fakat bu paranın yüzde 30’u en pahalı İskoç olan Oliver Burke’e gitti ve genç oyuncu henüz ana rotasyona girebilmiş değil. Bernardo ise sezona başladıktan sonra sakatlandı ve bir süredir takımdan ayrı. Naby Keita ve Timo Werner şu anda takımın en büyük güçlerinden ikisi ve çehreyi değiştirdiklerini yadsımak imkansız ama sezon başından beri özellikle savunma hattında büyük sakatlıklar yaşayan ve birçok maça ön oyuncusu Ilsanker’i stopere çekerek başlayan Hasenhüttl bu futbol pastasının büyük dilimine sahip. Avusturyalı teknik adamın Leipzig’in başına gelişiyse pek rastlantı değil gibi görünüyor.
Arka plandaki beyin
Leipzig sahada gerçekten harika işler yapan yetenekli bir teknik direktöre sahip ama Bundesliga’da başarı için bu yeterli değil. Lig zaten son dönemde yetenekli teknik adamlar tarafından istila edilmiş durumda ve bu anlamda hocaların yarattığı farklar verilen karşı cevaplarla diğer takımlar tarafından kısmen nötrleniyor. Tepedeki futbol aklı çoğunlukla hocayı da hem seçim hem de sonrasında şekillendiriyor ve Leipzig bu yönden dünyanın en iyi beyinlerinden birine sahip.
2012’de Dietrich Mateschitz tarafından RB Leipzig’in başına getirilen Ralf Rangnick’in takıma geçişi de muhtemelen rastlantı değildi. Aynı Rangnick bundan on yıl önce başka bir büyük girişimci Dietmar Hopp tarafından en alttan alınan Hoffenheim’ın başına getirilmiş ve Rangnick’le Alman ekibi kendisini iki yıl içinde zirve ligde bulmuştu. Gerek kökeni, gerek gelişimi ve hedefleri itibarıyla Hoffenheim’dan fazla farkı olmayan RB Leipzig için de böyle bir ortamda Rangnick’e gitmek muhtemelen dünyanın en doğal eylemiydi. Daha önce benzer bir görevi başarmışlığı olan Rangnick dört sene içerisinde yine zirve ligi buldu ve aynı 2008-09 Hoffenheim’da olduğu gibi daha ilk sezonunda Leipzig’le Bundesliga’yı sallamaya başladı.
İlk tercih Tuchel’di
Hasenhüttl büyük ihtimalle Rangnick’in ilk seçimi değildi. Hiçbir şekilde hoca olarak kalmak istemeyen ve arka plandaki beyin olarak işleri götürmeyi planlayan Rangnick için ilk tercih, hoca olmasında çok büyük etkisi olduğu Thomas Tuchel’di. 2000 yılında Stuttgart’ta U-19 takımının başına getirerek hocalık kariyerini başlattığı Tuchel’i Dortmund’a gitmeden önce istedi fakat ikna edemedi. Daha sonra Augsburg’da başarılı sezonları geride bırakan bir başka büyük yetenek Markus Weinzierl onun radarına girdi. Geçen sezon boyunca iki defa görüştüler fakat sonra bu ilişkiden de ses çıkmadı. Ingolstadt’ın yaptığı çıkışın yanında oynattığı oyun ve ortaya koyduğu futbol aklıyla Rangnick’in ilgisini çeken Hasenhüttl ise yavaş ama derinden Alman yöneticinin aklına giriyordu. Nisan ayında Münih’in ünlü restoranlarından birinde yemek yediler ve saatlerce futbol sohbeti yaptılar. Büyük ihtimalle de o tek görüşme Rangnick için yeterli oldu ve süreç bugüne geldi. Leipzig’in oynadığı futbola bakarsanız geçen sezonki Ingolstadt’tan birçok motifi sahada görebilirsiniz. Yani Ralph Hasenhüttl muhtemelen oldukça baskın bir karakter olan Ralf Rangnick böyle istediği için takımı bu şekilde oynatmıyor. Ama bu mantalitede olduğu için şu an RB Leipzig’in başında olduğu da net bir gerçek. Başka bir gerçek ise geçtiğimiz sezon ağırlıkla 4-3-3’ü kullanan Hasenhüttl’ın bu sezona başlarken 4-4-2’yi ana yapı hâline getirmesi ve bu konuda Ralf Rangnick’in, Avusturyalı’ya telkinde bulunduğunu kabul edebiliriz.
4-4-2 ve her yerde pres
Ralf Rangnick, 90’lı yıllarda Almanya’da devrim yapan teknik adamların başında geliyor. 1984’te Fransa’nın Avrupa şampiyonu olup 1986’da da Arjantin’in Dünya Kupası’nı kazanmasıyla yeni bir yapı olarak Avrupa’nın her yerine yayılan üçlü savunma Almanlara 1990’da sonraki Dünya Kupası’nı getirmişti. Altı yıl içinde ortaya çıkan gelişmeler ve büyük başarılarla birlikte Bundesliga’da üçlü savunmanın hakim yapı haline gelmesi fazla uzun sürmedi. 90’ların başında Bundesliga’daki takımların neredeyse tamamı 3-5-2 oynarken Ralf Rangnick başka bir hayali yaşıyordu. Onun kafasında yaklaşık on sene önce gördüğü bambaşka bir yapı vardı ve o günden beri 4-4-2’ye aşıktı. Hocası ve oyuncusu olduğu ilk takımıyla efsane Rus hoca Valeri Lobanovski’nin Dinamo Kiev’ine karşı bir hazırlık maçı yaptı ve Rangnick kendi deyimiyle o günden sonra başka bir adam oldu. Lobanovski’nin sınırsız güç tüketimine ve efora dayalı 4-4-2’siyle yaptığı pres Rangnick’i hayran bırakmıştı. 2007’de Bild‘e verdiği bir röportajda Lobanovski’nin o takımı için şunları söyledi: “Futbolun kaç kişiyle oynandığını bilmeyen birini, o maçın 11’e 11 oynandığına inandırmanız mümkün değil. Sahada birkaç kişi fazla gibiydiler.” 4-4-2, sürekli pres, yüksek enerji ve öne çekilen savunma çizgisi o günden sonra Rangnick için ana futbol düsturları hâline geldi. Herkesin 3-5-2 oynadığı ortamda 4-4-2’siyle hocası olduğu Ulm takımını zirve lige getirdi. Takımı sadece sahaya 4-4-2’yle dizmiyor, aynı zamanda o günün geçer akçesi olan adam adama savunmayı reddederek bölge savunmasının önemine dikkat çekiyordu. Ulm’un Bundesliga’ya geliş sürecinde fikirleri zaman zaman küçük görüldü, zaman zaman dalga geçildi ama Ulm’la başardığı şeyden birkaç yıl sonra üçlü savunma yavaş yavaş başta Almanlar olmak üzere Avrupa takımları tarafından terk edildi ve ana yapı yeniden dörtlü savunma oldu. Üstelik artık takımlar Rangnick’in oynattığı gibi adamdan ziyade alanı savunmaya başlamışlardı.
Ustasının izinde
Hasenhüttl’ın Leipzig’i Rangnick’in 1980’lerin ortasında başlayan hayallerinin peşinden gidiyor ve bunu yaparken de sahada günün trendlerinden sonuna kadar nasibini alıyor. Leipzig şu anda ligin en güçlü pres takımı konumunda ve bu onların aynı zamanda ligin en iyi savunma takımlarından biri olmasını sağlıyor. Bayern’den sonra ligin en az gol yiyen takımı konumundalar. Bayern bunu hücum gücü sayesinde yaparken Leipzig ise bitmek bilmeyen enerji kaynaklı pres kuvvetiyle rakipleri kalesinden uzak tutuyor. Takım sahaya klasik bir 4-4-2 gibi dizilirken iki kenarda oynayan Emil Forsberg ve Marcel Sabitzer bir kenar oyuncusundan çok merkez orta saha gibi davranıyor. Sürekli içeri kat ediyorlar ve hem beklerin önünü açıyor hem de öndeki iki forvetin kenarlara devrilmelerini sağlıyorlar. Leipzig bu hafta sonu oynadığı maçta Hertha Berlin’i evinde dağıtırken oyuncuların aldığı pozisyonlar da @11tegen11 hesabının Twitter’da yukarıdaki grafikte verdiği gibiydi. Hem Forsberg, hem de Sabitzer iki stoperin hattının dışına taşmadılar ve içeride pozisyon aldılar.
Yani Hasenhüttl ve Leipzig için her şey top rakipteyken yapılan presle başlıyor. Hücumu gerçekten de savunmada başlatıyorlar ve topu kazanmak istedikleri bölge de genellikle 2. ve 3. bölgeler. Dolayısıyla rakip eğer Leipzig’in yarı sahasına yerleşmişse bu onlar için yarım bir başarısızlık. Fakat mecbur kaldıklarında derinde savunma konusunda da hiç fena oldukları söylenemez.
4-4-2’nin hücumda 2. ve 3. bölgesini oluşturan 4-2’nin savunmada aldığı pozisyon Leipzig için fazlasıyla önemli. Bu oyuncular gerçekten de sahada bir iple birbirine bağlıymış ve altıgenmiş gibi davranıyorlar. Aralarına aldıkları oyuncuları öğütürken topun değiştirdiği yön ve gittiği oyuncuya göre şekil değiştiriyorlar ama ipleri asla koparmıyorlar.
Rakip kendi birinci bölgesinden oyun kurarken Leipzig’de temel prensip iyi pozisyon almak ve presi doğru yerde başlatmak. Ralph Hasenhüttl’a göre rakip stoperlere yapılan birincil presin yukarıdaki görüntüde olduğu gibi fazla önemi yok. Yani Leipzig’li ön alan oyuncuları özellikle dörtlü savunmaya karşı oynarken rakip stoperlerin topla oynamasına izin veriyor. Top Dortmund stoperlerindeyken iki forvet Yussuf Poulsen ve Timo Werner’in kendi bölgelerini koruduklarını ve rakibi serbest bıraktıklarını görüyoruz. Bu hamle topun Dortmund savunması tarafından ikinci bölgeye ve özellikle de takımın beyni Weigl’a geçirilmesini sınırlıyor. Öndeki iki forvet ve arkadaki iki merkez orta saha oyuncusu arasında kalan dörtgen sıkıştırılıyor ve stopere baskıyla burada bir patlak vermeden rakibin tercihlerini sınırlandırma çabası dikkat çekiyor.
Topla oynamakta serbest stoperler genellikle ikinci bölgede oyuncu bulamıyorlar. O halde ya uzun vuracaklar ya da oyunu kenarlardan kurmayı deneyecekler. Tabii ki ilk tercihleri beklerden oynamak. Fakat Leipzig savunması üstteki görüntüdeki gibi buna kesinlikle izin vermiyor. Takımın sol kenarındaki oyuncu top sağ beke geçer geçmez agresif bir pres yapıyor ve Leipzig beki açık oyuncusunu takip ederek bu baskıyı destekliyor. Hasenhüttl’a göre beklere baskı yapmak stoperlere baskı yapmaya göre hem daha kolay hem de daha verimli zira sırtını çizgiye veren bekin sahaya bakış açısı merkezde yer alan savunmacılara göre çok daha dar. Dolayısıyla daha az opsiyona sahipler ve presin bu oyuncular üzerinde mental yönden daha büyük baskı oluşturma ihtimali yüksek. Bek baskıyı görünce üç opsiyona sahip. Biri dripling ki bunu seçme şansı yok. Kalan opsiyonlar tekrar stopere pas vermek ya da uzun vurmak. Top stopere geri gittiği zaman da risk alıp altıgen havuzun içine atmak dışında uzun vurmak yine rakip savunmanın bir şekilde mecburi tercihi haline geliyor:
İlk 10 hafta itibarıyla rakiplerin Leipzig’e karşı pas istatistikleri bu şekilde. Leipzig’in etkili presi rakibin pas kalitesine büyük zarar veriyor. Kısacası Leipzig rakibinin futbol oynamasına izin vermiyor. Hamburg dışında onlara karşı kendi pas isabet ortalamasının üstüne çıkabilen bir takım yok. Fakat yukarıdaki maç görüntülerini destekleyen ve daha önemli kısım ise grafiğin alt bölümünde dikkat çekiyor. Yine bu 10 haftada Leipzig’in her rakibi uzun pas oranında kendi ortalamasının çok büyük farkla üstüne çıkıyor. Bu takımlar Leipzig’e karşı oynarken diğer maçlara göre ortalama yüzde 20 daha fazla uzun top atıyorlar ve bunun tek nedeni maç içinde gördükleri bitmek bilmeyen baskı.
Gençlik aşısı
Bu baskıyı yapmak pek kolay değil. Nasıl derinde bekleyen her takım birinci bölgesinde savunma yapma konusunda aynı mahirliği gösteremiyorsa önde baskıyı yapmak da o kadar kolay değil. Dünya futbolu savunma hattını orta saha çizgisine çekip üçüncü bölgede dört oyuncuyla pres yaparken perişan olan sayısız takımla dolu ve buna her hafta yeni örnekler ekleniyor. İyi bir felsefe, doğru pozisyon bilgisi, taktik sadakat son derece önemli ama bunların ortaya çıkmasını sağlayan ana etkenler, yüksek enerji ve sınırsız güç tüketimi. Bunun için iyi çalışmak elbette şart fakat bunun da ötesine geçmek gerekebilir. Dolayısıyla yaş ortalaması bu kadar zirve pres takımlarında belirli bir ortalamanın altında olmak durumunda. Leipzig’in bu konuda biraz uçta yer aldığını kabul etmek gerek. Enerji üreteci Red Bull’un takımının yaş ortalaması sadece 24.1 ve Bundesliga’nın en genç takımı konumundalar. Ralf Rangnick ve Leipzig sportif ekibinin aldığı bir karar ise ortalamaya direkt etki etmiş durumda. Rangnick başa geldikten sonra belirlenen kurala göre takım 23 yaşın üstündeki oyuncuları transfer etmiyor. 20 milyon Euro’nun üzerinde bonservis vermek ve oyunculara 3 milyon Euro’nun üzerinde maaş vermek de şu an için yasak. Hatta Rangnick’in koyduğu özel kural gereği oyuncuların kulüp tarafından kendilerine tahsis edilen araç dışında bir otomobil kullanmaları da mümkün değil. Ralf Rangnick yaptığı açıklamada bu kuralın takım üst seviyeye yani şampiyonluk mücadelesine ve belki de Şampiyonlar Ligi’ne çıkınca değişeceğini belirtiyor. Ama kural ortaya çıkarken oynadıkları futbolun ve sahada gösterdikleri agresif tavrın masada ana etkenlerden biri olmadığını söylemek hayli zor.
Taktik sadakat yine ön planda
Leipzig şu anda yüksek enerjisinin ve şiddetli presinin sonucunu koşu istatistiklerinde de görüyor. Ligin ilk 10 haftası geride kaldığında ortalama koşu mesafesinde Leipzig ligin zirvesinde yer alıyordu. Gian Piero Gasperini’nin benzer eforlu ve presli bir sistemi Atalanta’da kullanırken beş altyapı oyuncusunu ilk 11’e yerleştirmesi fazlasıyla etkili olmuştu. Gençliğin sahaya enerji olarak yansımasının dışında Gasperini’de de olduğu gibi tecrübesiz ve isimsiz oyuncuların teknik direktörüne gösterdiği taktik sadakat da Leipzig’in sahaya koyduğu mantalitede fazlasıyla geçerli görünüyor.
Leipzig’in 4-4-2’sinin rakiplere karşı üstünlüğünü gösteren bu grafik biraz abartılı gibi görünebilir ki bu görüşe hak vermek gerek. Özellikle Leipzig takımını küçük bir alana sıkıştırıp rakibi geniş alana yayarak oluşturulan renkli alanlardaki üstünlük bir hayli mübalağalı. Fakat öndeki altılının oluşturduğu altıgenin (beyaz bölge) rakibin kalbi olan merkez orta sahaya karşı kurduğu üstünlük gerçek ve bunu Leipzig’in rakiplerinde gözlemlemek mümkün.
Bayern dışında ligin en çok pas yapan 10 oyuncusu içinde Leipzig’e karşı oynamış iki orta saha oyuncusu var. Pasörden ziyade top kazanan savunma önü oyuncusu olarak dikkat çeken Christoph Kramer’in pas sayısı Leipzig’e karşı genel ortalamasının yaklaşık yüzde 50’si olarak öne çıkarken ligin en iyi pasörlerinden biri olan Julian Weigl da bundan fazlasıyla etkileniyordu:
Tek başarıları topsuz oyun değil
Top rakipteyken dünyanın en agresif takımlarından biri olan ve bunun faydalarını dört hafta boyunca ligin zirvesine çıkarak gören Leipzig topu kullanma konusunda da oldukça yetenekli bir takım. Top rakipteyken birbirine bağlıymış gibi görünen öndeki altılı, topu elde ettiklerinde bir anda özgürleşiyorlar ve oyunu doğaçlamaya götürebiliyorlar. Orta sahadaki en büyük pas merkezi olan Diego Demme topların toplandığı oyuncu. Takımın beyni olduğunu söylemek ise o kadar kolay değil zira genelde risk almadan ciddi bir istasyon görevi görüyor. Sol kenardan içeri kat eden Emil Forsberg ve Naby Keita takımı hücuma sürükleyen en önemli iki oyuncu gibi görünse de sağ kenardaki Sabitzer’in ceza sahası koşuları ve iki forvetin hareketli, sürekli kenarlara deplase olan yapıları takımı hücumda özgürleştiriyor. Leipzig’in dar oynayan bir 4-4-2 takımı olduğunu söyleyebilirsiniz. Savunmadayken presi kullanırken bunu net bir şekilde gösteriyorlar. Ama topu kazandıkları anda sahada net bir yapı kaldığını söylemek kolay değil. Timo Werner ve Yussof Poulsen’i kenarlardan top taşırken ya da çizgiye stoper sürükleyen koşular atarken görmek Leipzig’in olağan maç hadiselerinden biri. Forsberg’in sürekli içeri girip forvet arkasıymış gibi konuşlandığı, Sabitzer’in de zaman zaman merkez orta saha ikilisine yardım edip zaman zaman oyunu genişlettiği Leipzig için hücumdayken oyuncuların yerlerinin çok fazla önemi yok. Çünkü amaç en kısa sürede kaleye gitmek ve bunun için de arka arkaya üç-dört dikine pas atabiliyorlar. Zdenek Zeman’ın Foggia’sının İtalya futboluna dair kendisi için önemli olduğunu söyleyen Rangnick’in takımı Zeman gibi pek pasla ilgilenmiyor. Yaptıkları pasın isabetli olmasından ziyade Zeman ve Bielsa gibi önemli olan rakip kaleye inebilmek ve hücumu şutla sonlandırabilmek. Leipzig, yüzde 73.4’le Bundesliga’nın en düşük oranla pas yapan beşinci takımı konumunda. Bu yönden ligin en zayıflarından biri gibi görünüyorlar ama rakip kaleye şut atmak konusundaysa bir o kadar başarılılar. Maç başına 14.3 şutla Bayern’in hemen arkasında en çok şut atan ikinci takım Leipzig. Şutlarının çok büyük bölümüyse ceza sahası içinden. Yüzde 72’yle ceza sahası içinden şut atma oranında lig lideri konumundalar ve onları yüzde 67’yle Hamburg, yüzde 65’le Bayern takip ediyor. Yani ceza sahasına girmekte ve pozisyon sonlandırmakta sıkıntı yaşamıyorlar. Gol sayıları da (31) bu girişimlerin sonuçsuz kalmadığını kanıtlıyor (Lig üçüncüsü).
Forsberg & Keita
Altıncı haftadaki Augsburg maçıyla ilk 11’e tamamen yerleşen Emil Forsberg şu anda takımın en büyük yaratıcı gücü konumunda. Altıncı haftadan sonra çıktığı 10 maçta 4 gol, 7 asiste imza atan İsveçli oyuncu toplamda da 5 gol, 9 asiste ulaşmış durumda. Bundesliga’nın şu an için asist kralı olmasının yanında, 31 golün 14’üne direkt bir şekilde katkıda bulunmuş olması onu takım içinde emsalsiz kılıyor. Üstelik bunu alışık olduğu forvet arkası pozisyonunda değil, içeri kat eden kenar oyuncusu rolüyle yapıyor. 25 yaş itibarıyla beklenen etkiyi göstermeye başladı ve varlığı takım için çok önemli.
Naby Keïta’s game by numbers vs Bremen:
82 passes completed
7 interceptions
4 tackles won
3 chances created
3 take-ons
2 goalsMasterclass pic.twitter.com/ga7CIa5H5r
— Squawka Football (@Squawka) October 24, 2016
Ama merkezdeki başka bir oyuncu Leipzig’de bu sezon alev topu gibi parlıyor. Sezon başında biraz olaylı bir şekilde ikinci takım görüntüsü veren Red Bull Salzburg takımından 15 milyon Euro’ya transfer edilen Naby Keita sezona sakatlık kaynaklı vasat bir başlangıç yapmıştı. Forsberg gibi geç açılan ve dördüncü haftadaki Köln maçıyla 11’e yerleşen Naby Keita, yedinci haftadaki Werder Bremen maçında normal şartlarda pek göremeyeceğiniz çok özel bir şeye imza atıyordu.
Maçı yukarıdaki istatistik rakamlarıyla bitiren Naby Keita, maçta her şeymiş gibi oynadı. 82 isabetli pas kompetan bir yöneticiymiş gibi olduğuna işaret ederken N’Golo Kante’nin geçen sezon rekor kırdığı toplam dokuz tackle+pas arası sayısında 11’i görerek en iyi top kazanıcılardan biri gibi oynuyordu. Ama Keita’ya bunlar yetmedi. Bir 10 numaraymış gibi üç tane şans yarattı. Bir kenar oyuncusuymuş gibi merkezde üç başarılı dripling yaptı. Ve gerçek bir 9 numaraymış gibi maçı iki golle bitirdi. Tarihte beş yıl geriye gitseniz dahi bu kadar komple ve akıllara durgunluk veren bir rakam topluluğunu zirve liglerde herhangi bir ülkede göremeyebilirsiniz. Ama Keita bunların bir kısmını her maçta yapıyor ve bunu yaparken pek zorlanıyor gibi de görünmüyor. Ama onu diğerlerinden ayıran en önemli şey merkezde yaptığı driplingler. Keita maç başına üç başarılı dripling yapıyor ve 3.9’luk süper yetenek Ousmane Dembele’den sonra Bundesliga’nın maç başına en çok başarılı dripling yapan oyuncusu konumunda. Bunun merkez orta saha gibi oyunun en sıkışık bölgesinden gelmesi bu rakamı etki yönünden ikiye hatta üçe katlıyor. Atletico Madrid’in başlattığı, Leipzig’in de devam filmlerinden olduğu ‘her yerde baskı’ ekolü artık futbolda hükümran mantalitelerden. En düşük profilli takımlar bile maçlarda büyük periyotlarda baskı silahını kullanıyor. Oyunun fizikselleşmesi devam ediyor ve bu da nitelikli pas yapmayı zorlaştırıyor. Bu nedenle başarılı dripling pasla adam eksiltemeyen takımlar için yeniden silah olma yolunda. Kenar oyuncuları elbette bu işin ana aktörleri ama Naby Keita’nın merkezde bu rakamlara çıkması ve Frank Kessie, Paul Pogba, Radja Nainggolan gibi yeni nesil orta sahalarla bunun moda olmaya başlaması takımları ilerleyen dönemde farklı arayışlara itebilir.
4-4-2’nin 2’si
Timo Werner attığı 9 golle takımın hücumdaki yıldızı gibi görünebilir. Attığı gol sayısıyla şu anda gol krallığında da dördüncü sırada ve her türlü övgüyü hak ediyor. Leipzig’e gelmeden önce geçirdiği son iki yılda vasat görünen ve bu gol sayısını toplamda bulamayan Werner hiçbir özelliğini keskinleştirememiş gibi oynuyordu. Her şeyi bir miktar yapan ama hiçbir şeyi tam yapamayan oyuncu profilinden bu sezon geçiş yaptığı “golcü” statüsüyle kurtulan oyuncu için bu, iki tarafa da geçişi olan ince bir çizgi. Gol atamadığı periyotlarda takıma ne verecek sorusunun cevabını şu an Timo Werner özelinde vermek kolay olmayabilir ama takım içinde bunun verilmişi var gibi.
Yussuf Poulsen son dönemde Danimarka’dan çıkmış en yetenekli oyunculardan biri. Kariyerinin ilk bölümünde uzun boyuna rağmen toplu oyundaki yeteneği ve özellikle dripling yeteneğiyle dikkat çeken Poulsen, A sınıf bir kenar oyuncusu olabileceğine dair ciddi bir ışık veriyordu. Ama Ralf Rangnick’in takıma teknik direktör olmasıyla birlikte onun da kaderi değişti. Poulsen’i kenarda kullanmaktan imtina eden Rangnick oyuncuya sürekli ileri ikilide forma verdi. 2. Bundesliga’da zaman zaman yedek kulübesinde kaldı ama pozisyonu hiç değişmedi. Alman hoca onu santrfor olarak görüyordu ve Ralph Hasenhüttl’la da bu değişmiş değil.
Şu ana kadar oynadığı 14 maçta 1 gol ve 1 asiste imza atan Poulsen, istatistiki anlamda pek başarılı gibi görünmeyebilir. Fakat akan oyunda ortaya koydukları bunu biraz değiştiriyor. Rangnick’le birlikte yaşadığı rol değişimine fizik olarak tamamen uyum sağlamış durumda. 1.93’lük boyunu daha önce hava toplarında pek kullanmayan Danimarkalı şu anda bu anlamda önemli bir güç haline geldi.
Leipzig’in direkt oyunu içindeki dikine topların bir bölümü havadan geliyor ve Poulsen bu uzun pasların hedef adamı konumunda. Gerek sırtı dönükken indirdiği toplar, gerek yerden oyunda yine topu tutup farklı bölgelere açabilmesi ve ciddi bir pas istasyonu olmayı başarması takımı rahatlatıyor. Çift forvet oynamanın golcülere yaptığı en büyük katkıyı da Timo Werner’in attığı 9 golün bir kısmında açtığı alanlarla yapıyor. Werner şu anda bu etkiyi göstermek için sürekli tabela yapmak zorunda ve formsuz döneminde fazlalıkmış gibi görünme ihtimali mevcut. Ama Poulsen bir santrfor için oyunun daha zor tarafını çözmüş durumda. Bundan sonra yapması gereken tabela miktarını biraz artırmak. Eğer golcü hüviyetini de kazanabilirse Naby Keita’dan sonra bu takımın en önemli ikinci potansiyeli olabilir.
Yenmek için ne yapmalı?
Geçen hafta Leipzig’i mağlup eden Ingolstadt, bu galibiyeti alırken büyük de bir sürprize imza attı. Leipzig liderken, Ingolstadt ligin dibinde yer alıyordu ve maça çıkarken çok büyük umutları yoktu. Ama birkaç hafta önce değişen hocalar Maik Walpurgis maça çıkarken hem 11’de hem de yapı ve mantalitede büyük değişiklikler yaptı. Takımını bu sezon ilk kez 3-4-3 olarak dizen Walpurgis’in Leipzig’in presine karşı arkaya ekstra pas noktası eklemesi ve kısa-yan pasları sınırlaması, önde büyük bir özveriyle birlikte karşı baskı ortaya çıkardı. Grafikte görüldüğü gibi kendi kalesi önünde pek pas yapmadan uzun topları ana plan haline getiren Ingolstadt, vurduğu uzun topları indirmeye çalışan Leipzig savunması üzerine şok presler yaparak rakibini 90 dakikanın büyük bölümünde ciddi baskı altına almayı başardı. Leipzig’i dikine oyun ve üçüncü bölge presiyle, yani kendi silahıyla vuran Walpurgis, arkadan gelen takımlara bir iz bırakmış gibi görünüyor. Dolayısıyla Leipzig’e karşı birinci bölgede hazırlık pası yapmaya çalışmak anlamsız olduğu gibi zaman zaman da intihar. Ingolstadt’ın yüzde 24’lük uzun pas kullanma oranının yanında üçlü savunma oynamak da Leipzig’e karşı eğer Bayern ya da Dortmund değilseniz şart gibi görünüyor.
Sonuç
Ralph Hasenhüttl, 2. Bundesliga’da ikinci olmuş bir takıma çok büyük eklemeler yapmadan ortaya özel ve içinde rakiplerine göre büyük farklar barındıran bir takım çıkarmayı başardı. Üstelik bunu birer birer üçlü savunmaya dönen Bundesliga takımlarının aksine farklı bir dörtlü savunma yapısıyla elde etti. Valeri Lobanovski’nin Dinamo Kiev’de, Arrigo Sacchi’nin Milan’da, Diego Simeone’nin de geçtiğimiz yıllarda Atletico Madrid’de gösterdiği gibi önde baskı için klasik ya da dört merkezli 4-4-2 gerçekten en ideal sistem gibi görünüyor. Leipzig bunun sağlamasını bir kez daha yaparken arka plandaki Ralf Rangnick de muhtemelen büyük bir keyifle gelişmeleri izliyor. Tuchel’i hoca yapan, onun hoca yaptığı Nagelsmann’a dolaylı katkıda bulunan, Roger Schmidt’i Paderborn’dan Red Bull Salzburg’a götüren ve Ralph Hasenhüttl’ı Leipzig’le A sınıfa çıkaran Ralf Rangnick, berrak fikirleriyle Alman futbolunu ve yetenekli hocaları etkilemeye devam ediyor.Üçlü savunma birkaç yıl içinde ligde yeniden hakim yapı olabilir. Rangnick’in ve Leipzig’de kaldığı sürece Hasenhüttl’ın buna vereceği tepkiyi Leipzig üzerinden okumak ise fazlasıyla eğlenceli olacak gibi görünüyor. Uli Hoeness’in geçen haftalarda yeniden Bayern başkanı olduktan sonra yaptığı ilk açıklamada söyledikleri Red Bull çocuklarını oldukça iyi özetliyor olabilir: “Uzun süredir tek rakibimiz Borussia Dortmund’du ve bu bize biraz zarar verdi. Artık saldıracağımız yeni bir güç odağı var.”