Aylardır transfer gündemiyle dolu olan spor sayfaları, ligin başlamasıyla biraz daha çeşitliliğe kavuştu. İlk haftanın değerlendirmeleri arasında hemen her gazetede öne çıkan, birçok köşe yazarının da destekleyici yorumlarda bulunduğu bir konu ise can sıkıyor. Yazılanlara göre, milli takımın yeni teknik direktörü Mircea Lucescu, ilk hafta şehir şehir dolaşmış fakat izleyecek futbolcu bulamamış. Ve tabii bunu da yakın çevresiyle paylaşmış. Şimdi de bu feveran, o yakın çevrenin çemberi genişletmesiyle herkese ulaşmış.
Lucescu gerçekten böyle mi düşünüyor, kendi ağzından duymadan tam olarak bilemeyiz. Ancak bu haberlerin kaynağına ve konuya parmak basan yazarların kim olduğuna baktığımızda Lucescu’nun en iyi ihtimalle durumdan rahatsızlık duymadığına ve konunun planlı bir şekilde ülke gündemine sokulduğuna kanaat getirebiliriz. Yani Rumen teknik adam ya Türkiye Ligi’nde yabancı futbolcu sınırının daraltılmasını istiyor ya da federasyonun bu isteğini, onun üzerinden kamuoyuna açıklamasına göz yumuyor. Peki, dünya futbolunda başarılı olan diğer ülkelerin teknik direktörleri kimi izliyor diye düşünsek, nereye varırız?
Milli takımlar, iki yılda bir gerçekleşen büyük turnuvalarda başarılı olmak adına çalıştığına göre, öncelikle son büyük turnuvanın finaline bakalım… Şampiyon Portekiz’in finalde forma giyen 14 oyuncusundan yalnızca dört tanesi bir önceki sezonu yerel liglerinde geçirmişti. Bu oyunculardan Renato Sanches turnuva öncesinde ve Joao Mario da turnuvanın ardından yurt dışına transfer oldular. 23 kişilik geniş kadrolarında yurt dışı tecrübesi olmayan oyuncu sayısı üç. Finalin diğer tarafına geçtiğimizde de manzara değişmiyor. Fransa formasıyla maça çıkan 14 oyuncudan 12’si kadroya Ligue 1 dışından dâhil edilmişti: Blaise Matuidi ve Samuel Umtiti hariç hepsi. Bu iki istisnadan Umtiti de zaten turnuva biter bitmez Barcelona’ya transfer oldu. 23 kişilik kadrolarında yerel ligden gelen oyuncu sayısı beş.
Finalde durum böyle. Turnuvada çeyrek final oynamış sekiz takıma baktığımızda da durum pek değişmiyor. Futbol kültürlerindeki alışkanlık gereği tarih boyunca oyuncularının çoğunu ihraç etmektense kendi liginde kullanan Almanya ve İtalya’yı bir kenara koyarsak, geri kalan altı milli takımdan hiçbirinin yerel liglerden pek beslenmediğini görüyoruz.
Avrupa’nın son dönemdeki en göz alıcı jenerasyonlarından birine sahip olan Belçika’nın 23 kişilik kadrosunda Jupiler League’den yalnızca dört kişi vardı: Yıllarca İtalya’da oynayan yedek kaleci Gillet, turnuva sonrası PSG’ye giden Thomas Meunier, Watford’a giden Kabasele ve Lazio’ya giden Jordan Lukaku. Şampiyon Portekiz’e penaltılarla elenen Polonya’nın o maçta sahaya çıkan 11’indeyse yalnızca üç isim Polonya Ligi’nde top koşturuyordu. 23 kişilik kadrolarının tamamı yurt dışında forma giyen Galler ve İzlanda’nın da turnuvada ne kadar ses getirdiğini muhtemelen uzun yıllar hatırlayacağız. İzlanda‘nın, tüm oyuncuları Premier Lig’de forma giyen İngiltere’yi nasıl saf dışı bıraktığını da…
Tabii evrensel doğruların yanı sıra her ülkenin de kendine göre dinamikleri var. O zaman bir de Türkiye özelinde düşünelim ve geriye dönelim. Milli takımımızın tarihinde yaşadığı iki büyük başarı var. Biri, Mircea Lucescu’nun da Türkiye’de çalıştığı döneme rast gelen 2002 Dünya Kupası’ndaki üçüncülük. Türk futbolunun kabuklarını kırarak yurt dışına açıldığı günlerde katılmaya hak kazandığımız turnuvadaki 23 kişilik kadromuzdaki tam 10 oyuncu, Avrupa’nın diğer liglerinde forma giyiyordu. İki oyuncu daha önce yurt dışına gidip geri dönmüştü. İki kişi de sonradan bu tecrübeyi yaşadı. Euro 2008’de biraz daha yerel bir kadroya sahiptik ama kariyerlerinin geneline baktığımızda o takımın da yarısından fazlası Türkiye dışındaki liglerde futbol oynamıştı.
Türk futbolu kulüp bazında en parlak döneminin içinde olmasa da son birkaç yılda oyuncu bazında gelişim var. Yani yabancı sınırının genişletilmesini kulüpler istese de asıl yararı gören futbolcular oldu. Bunun en net örneklerinden biri, büyük bir yetenek olarak A Takım’a yükseldiği Galatasaray’da potansiyeline ulaşamadıktan sonra transfer olduğu Deportivo’da futbolunu ilerleten Emre Çolak. Daha Süper Lig’de çok az maça çıkmışken Manchester City’ye giden, birkaç kiralık sezondan sonra bu sezon başında 14 milyon Euro’ya Villarreal’e transfer olan Enes Ünal bir diğer isim. Süper Lig’deki ilk sezonundan sonra 13.4 milyon Euro gibi bir bedelle Roma’ya giden Cengiz Ünder, Süper Lig’de bile oynamadan Freiburg’a transfer olup Bundesliga’daki ilk sezonunda yılın 11’ine seçilen Çağlar Söyüncü… Şimdi benzer bir çıkışı belki de Sparta Prag’ta Semih Kaya yaşayacak. Ve belki bu defa Galatasaray’da gösterdiği kötü performansa rağmen değil, gerçekten iyi oyununun sonucunda milli takıma çağrılacak.
Arda Turan’ın İspanya’ya gittikten sonra ‘futbolunu’ yükselttiği seviye herhâlde tartışılmaz. Mehmet Topal’ın iki yıllık La Liga tecrübesinin ardından futbolunu ne kadar olgunlaştırdığı da… Peki yalnızca üç yıl önce Türkiye’nin en iyi futbolcularından biri olan Selçuk İnan, geride kalan süreyi Avrupa’nın önde gelen liglerinden birinde geçirseydi bu derece dramatik bir düşüş yaşar mıydı? Hatta sözgelimi gözden düşeli çok olmuş görünen Olcan Adın dahi, vaktiyle Avrupa’ya transfer olsa bugün milli takımın önemli isimlerinden biri olamaz mıydı?
Gurbetçi oyuncular açısından tarihin en şanslı ve bereketli döneminde olduğumuza henüz değinmedim bile. Hakan Çalhanoğlu, Emre Mor, Ömer Toprak, Yunus Mallı, Oğuzhan Özyakup, Cenk Tosun, Gökhan Töre, Mehmet Ekici, Nuri Şahin, Olcay Şahan, Hasan Ali Kaldırım, Emre Akbaba, Deniz Türüç, Sinan Gümüş, Tolga Ciğerci, Kaan Ayhan… Milli takımın geniş havuzundaki gurbetçi oyuncuların sonu yok.
Bir dönem “Avrupa’nın Brezilya’sı” denilen Türkiye’nin neredeyse hiçbir zaman yetenek sıkıntısı olmadı. Sürekli çok yetenekli genç oyuncular piyasaya çıktı ve ihtiyaçları olan şansı da her zaman buldular. Birçoğu için “Bu şansı değerlendiremedi” demek mi daha doğru yoksa ülke olarak onlara potansiyellerine ulaşmaları için gerekli ortamı mı sunamadık, tartışılır. Çoğu zaman Türkiye’de yabancı oyunculardan çok daha sert eleştiriler aldılar, evet. Ancak ligdeki yabancı sınırından bağımsız olarak hâlâ o forma şansını bulmaya devam ediyorlar.
Geçen sezon başında 20’ye yakın transfer yapan Trabzonspor’da bile Yusuf Yazıcı gibi bir yetenek çıkarsa formayı kapıyor. Takımda Demba Ba da olsa, Mario Gomez de olsa, Vincent Aboubakar da olsa Cenk Tosun formayı kapmanın yolunu buluyor. O yüzden “Bu kadar yabancının içinde Ozan Tufan oynayamıyor” diye şikâyet etmenin hiçbir anlamı yok. Bunun faturasını yabancı oyunculara değil, onları kesemeyen Ozan Tufan’a çıkarmalısınız. Fenerbahçe’de formayı kapamayan Ozan Tufan, milli takımda da oynamayı hak etmiyor demektir. Selçuk İnan, milli takımdaki yerini korumak için önce forma rekabetinin olduğu bir Galatasaray’da yerini koruyabilmelidir. Yoksa kulüp takımlarında oynadıkları etkisiz futbolu milli takıma taşımaktan başka bir şey yapamazlar.
Yıllardır rakibi olmadığı için kendilerini rahat hisseden oyuncularla başarısız olmuş bir milli takımımız var. Milli takım başarılı olacaksa, oyuncularının düzenli forma ‘garantisinden’ önce o formayı hak etmelerine ihtiyaç var. Ve Türkiye’nin, ligdeki yabancı sınırı ne olursa olsun, rekabetçi olabilmeyi öğrenirse çok büyük başarılara ulaşacak potansiyele sahip oyuncuları var. Çok büyük bir futbol aklı ve aynı doğrultuda bir kariyere sahip olan Mircea Lucescu’nun da bunun farkında olmama ihtimali yok. Gerisi boş gündem, gerisi kamuoyu yoklaması, gerisi dezenformasyon…