*Musa Okwonga’nın bu yazısı, Blizzard’da yayımlanmıştır.
Futbol dünyası daima muhtelif moda aksesuarlarının esareti altındaydı. Eric Cantona’nın ihtişamının bir parçası dik yakalar veya ilk kez Alan Ball tarafından giyilip daha sonra David Beckham sayesinde hatırladığımız beyaz kramponlar… Thierry Henry’den alıştığımız konçları dizin üzerine çekme geleneği ile en güncel ve en çarpıcısı olan boyunluk, daha çok gençlerin giymeyi tercih ettiği bir çeşit yarım atkı (Sir Alex Ferguson futbolcularını bunu giymekten men etmişti; öte yandan Mario Balotelli bunu giymeden maça çıkmazdı). Bu çeşitlilik arz eden akımlar dünyanın her yerinde mütevazı amatörlerden saygın profesyonellere kadar milyonlarca futbolcuyu etkiledi. Fakat Xavi’ye minnet borcumuzun olduğu en vurucu moda aksesuarı yan pastır.
Xavi, Xavi, Xavi… Tekrarlandığı zaman bile ismi pas yeteneği gibi hipnotize edici bir etkiye sahip. Rakiplerinin çoğunu uyutan zarif bir ninni gibi… Hatırlaması garip ve biraz da utanç verici ama Xavi’nin sahada ne yaptığını gerçekten bilmediğim zamanlar oldu. O sadece topu hırpalıyor gibi görünüyordu. Ama yan pas vermeyi başarıyordu. Zamane orta saha oyuncularının kullanmaya imtina ettiği sıradan bir futbol eylemi.
Şarkı sözlerinde geçtiği gibi özleneni geri getirmek… Xavi yana pas atmayı geri getirdi. İngiliz futbolunun modern futbola ulaşmasını engelleyen bir takıntısı uzun paslardı. Geleneksel olarak kazanılan her top, hemen havadan ve sert şekilde rakip kaleye doğru oynanırdı. 80’lerde, o zamanın en iyi futbolcularından Ray Wilkins bir yengeç olarak hicvedilirdi. Çünkü içgüdüsel olarak topa yatay olarak hareket verirdi. Claude Makélélé Ada’ya adım attığında, en önemli özelliği top tutma olan birini tekrar takdir etmeyi hatırlayacaktık.
Makélélé’nin Chelsea’deki yükselişi bile beni aşırı etkilemedi. Ne de olsa bu görevi yerine getiren futbolculara her zaman büyük saygı duymuştum: AC Milan’dan Albertini veya Real Madrid’ten Fernando Redondo. Fabio Capello Redondo’yu taktiksel açıdan mükemmel olarak tanımlamıştı. Fakat her ikisini de haftası haftasına takip edememiştim. Futbol istatistiklerinin göz önünde olmadığı dönemde kariyerlerine nokta koydular. Oysaki istatistikler onların oyuna ne kadar hükmettiklerini kanıtlar nitelikte olacaktı.
2010 Dünya Kupası’nın yarı finalinde, İspanya 1-0’lık skorla Almanya’yı geçtiği zaman bu hükümranlık çoktan değişmişti. Bu durum, görmek istemeyeceğiniz tek gol ile alınan yenilgi gibiydi; rakamlar Xavi’nin ustalığının gücünü kanıtlar nitelikteydi. Maç boyunca 122 pas girişiminden 109’unu başarıyla gerçekleştirmiş; rakibi Bastian Schweinsteiger ise 92’de 57 yapabilmişti. Maç içerisinde Xavi çoğunlukla topla saklambaç oynuyordu; onun oyunu yönlendirmesi Amerikan futbolundaki bir quarterback ile kıyaslanabilirdi. Aynı zamanda basketboldaki point guard ile benzer özelliklere sahipti, parkede topu sağdan sola veya tersi yönde hareketlendiriyor ve böylece savunma oyuncularının top geçer adam geçmez şeklini bozuyordu.
Bu yüzden Xavi’nin tutucu biri olduğunu söyleyemeyiz. O, topa sahip olmayı tamamen oyundan gelecek faydaya tercih ederdi. Topu sadece kesinlikle gerekli olduğu zaman vakit kaybetmeden ileri oynuyordu ve yıllardır gözden kaçırdığım şekilde hareketlerini tasarruflu bir biçimde gerçekleştiriyordu. Manchester United’a karşı 2009’da oynadığı Şampiyonlar Ligi Finali’ndeki performansını gösteren video internet üzerinde yüz binden fazla kez izlenmişti. Bu kısa videoda Xavi’nin isabetli pas oranı yüzde doksan civarındaydı. Maç içinde topu kontrol ettiği çoğu zaman, önündeki sahayı tümüyle görecek durumdaydı ve çevresindeki rakiplerini görebilecek en iyi görüş açısına sahipti. Onu takip eden rakibinden o kadar ani bir şekilde uzaklaşırdı ki ayak bileği kırılacak diye korkardınız. Sonrasında terk ettiği alana doğru sakince pasını veriyordu.
Elbette büyük oyuncular, onlara ihtimamlı biçimde bakıp onları büyüten çevrenin eseri. Barcelona’nın ünlü altyapısı La Masia’dan o kadar çok oyuncu çıktı ki onlara teşekkür etmeliyiz. Xavi dışında Josep Guardiola, Cesc Fàbregas, Andrés Iniesta ve Lionel Messi. Başarı engellenemez şekilde onu taklit edenleri doğuruyor. La Masia’nın vasiyet niteliğindeki futbol felsefesi, dünyanın önde gelen takımlarının uyguladığı taktiksel tercihin en önemli silahı 4-3-3 dizilimidir. Üç kişilik orta saha sayesinde kazanılan ilave pas açıları maç içerisinde olağanüstü etkisini gösterebiliyor.
Şüphesiz İspanya’nın kazandığı Euro 2008 ve 2010 Dünya Kupası zaferleri sonrası, Xavi her kesimin takdirini kazanmıştı. Bunu açık açık gösteren son işaret FIFA’nın verdiği Yılın Futbolcusu Ödülü için aday gösterilen son üç futbolcu arasına girmesiydi. Güney Afrika’da ikinci olan Hollanda’ya liderlik etmesinden önce Şampiyonlar Ligi, Serie A ve Coppa Italia üçlemesini kazanan Wesley Sneijder’i geçmişti. Hücum oyuncularını meyilli olmalarıyla adları çıkmış oy verenler, sabırlı oyun kurmayı coşkulu hücuma tercih etmişti.
Xavi’nin yaptıklarını takdir edebilmek için futbolu farklı bir pencereden izlemem gerekti. Daha önceden bana sıkıcı gelen kavramın güzelliğine varmak. Doldur boşalt ile büyümüş, topu durdurmanın ihanet sayıldığı yüksek tempolu İngiliz oyun ahlakıyla, Xavi’ye hak ettiği değeri vermek benim için uzun zaman almıştı. Keza aynı süreyi kırmızı şarap tadı yakalayabilmek için harcamıştım. Tercihlerin sıklıkla değiştiği bir oyunda, bende bıraktığı futbol tadı için Xavi’ye teşekkür etmeliyim. Kazanması uzun sürse de, gelip geçici bir heves gibi kaybolmayacak.
Çeviri: Toygar Çalapöver