Farklı coğrafyalarda spor alışkanlıkları nasıl değişkenlik gösteriyorsa, müzik için de durum aşağı yukarı aynı. Dünyanın en önemli grupları her zevke hitap eden sayısız şarkı bestelese de bütün dünyanın ilgisini cezbedecek işler ortaya koymak çoğu zaman mümkün olmaz. Tarihin en önemli hitlerine baktığınızda, müziğin iki ana kıtası olan İngiltere ve Amerika listelerinde kendilerine buldukları yerdeki dengesizlik göze çarpar. 20 yıllık aktif kariyeri boyunca müziğin gittiği noktayı en hızlı şekilde kestirip, kendi deyimleriyle “modern tüketime yönelik” müzik yapan Queen de benzer bir kaderi paylaşıyor. Akla gelen bütün büyük hitleri piyasaya çıktıkları dönemde dünyanın iki yarısında birden listelerde aynı ivmeyle tırmanamadı. Hatta sadece Queen’in değil, rock müzik tarihinin de en dikkat çekici hitlerinden olan Bohemian Rhapsody bile İngiltere’de zirveye sabitlenmişken Amerika listelerinde 9. sıranın üstüne çıkamamıştı.
35 yıldan fazla süredir spor organizasyonlarının kapanış seremonilerinde yeri garanti olan We Are The Champions, sportif alanlarda olduğu gibi müzik listelerinde de bütün ülkelerde aynı hızla yükselerek bu ezberi bozdu. İngiltere’de 2, Amerika’da 4 numaraya kadar yükselirken, 1970’lerin sonlarından itibaren sadece Queen konserlerinin kapanış şarkısı olmaktan çıkıp, her spor branşının finalinde çalınan bir marşa evrildi. Bu nedenle parçanın listelerdeki başarısını hiçbir şekilde sadece notaların etkileyiciliğiyle açıklayamayız. Müzikal olarak akranlarının çok ilerisinde bir marş olsa da sıralamada yükselişini büyük ölçüde spora borçlu olduğunu söylemek yersiz olmaz.
Peki We Are The Champions gibi, herkesin kendine yakıştırdığı bir marş yapılmamış olsaydı şampiyonluk seremonileri, kapanış törenleri, zafer kutlamaları aynı bütünlüğü sağlayabilir miydi? Veya yerine bu misyonu getirecek başka bir şarkı yazılır mıydı? Kestirmek çok zor. Freddie Mercury, şarkıyı besteledikten sekiz sene sonra 1985’te İngiliz gazeteci David Wigg’e verdiği röportajda We Are The Champions’ın tüm dünyada kabul gören ortak bir marşa dönüşmesinden mutlu olduğunu belirtirken, hâlâ yerini alacak yeni bir şarkı yazılmamış olmasına şaşırdığını da söylüyor. Muhtemelen o demeçten 30 yıl sonra “olmasaydı ne olurdu” diye düşüneceğimize ihtimal dahi vermeden.
We Are The Champions’ın çıkış noktasında da bir spor efsanesi var. Queen, 1977’deki Birmingham konserinin sonunda You’ll Never Walk Alone eşliğinde bise çağırılıyor. Herkesin şarkıyı birlikte söylemesinden aldıkları ilhamla Brian May, We Will Rock You’yu, Freddie Mercury de We Are The Champions’ı besteliyor. 38 yıl önce “Herkesin bir ağızdan söyleyeceği bir şarkı” fikriyle yazılan marştan artık kaçma imkânınız yok. Bugün ister Oxford-Cambridge Kürek Yarışı, ister NCAA Turnuvaları, ister Dünya Briç Şampiyonası izleyin, birkaç takım elbiseli adam madalyaları takdim ederken podyumun hemen yanında Freddie Mercury sizi bekliyor olacak.
Çalınmadığında ne oldu?
İşgüzarlık yapıp We Are The Champions’ı kullanmayan organizasyonlar da yok değil. Kapanış törenlerinde bu marşı çalmayan Fransa Bisiklet Turu organizatörlerinin başına 2009 yılında küçük bir kaza geldi. İspanyol sporcu Alberto Contador’un Fransa Bisiklet Turu zaferini Danimarka milli marşıyla kutladılar.
“Şarkıyı yazdığımda aklımda futbol vardı. Taraftarları yakalayacak, herkesin katılacağı bir şarkı olsun istiyordum. Tabii ki klasik bir futbol şarkısından daha çok teatral incelik kattım. Galiba biraz da benim ‘My Way’ versiyonum olsun istedim. Bunu yaptık ve şarkıda da söylediğimiz gibi, kesinlikle kolay değildi.”
Freddie Mercury
https://www.youtube.com/watch?v=E65yjHTfwS8