“Böyle kazanmak çok daha güzel olmalı.” İtalyan gazeteci Gianni Mura, Vincenzo Nibali hakkında kaleme aldığı eski bir yazıya böyle başlamıştı. Basit, kısa ve etkili bir cümleyle. Devamında da “O bunu hep yapıyor” demeye getirmiş; 2013 İtalya Bisiklet Turu ve 2014 Fransa Bisiklet Turu zaferlerini örnek göstermişti. Düşününce benzer bir giriş cümlesini bugün de yazabileceğimi hissediyorum. 2018 Milan-Sanremo’yu izledikten yaklaşık 48 saat sonra, yarış anında tavana vuran hisler biraz hafifledikten sonra…
İyi bir bisiklet yarışı sadece karmaşık düşünceler değil, duygular da uyandırır. Büyük uykudan uyandıktan sonra, aksiyon vakti geldiğinde çoğu zaman aklınızın değil, kalbinizin de öne çıkmasını istersiniz. Her şeyi yerli yerine koymak, bir bağlama oturtmak ertesi güne kalır. Kaybedenle kazanan arasındaki farklara kafa yormaya başlar, sadece “Niye kaybetti ya da kazandı?” ekseninde değil, “Şimdi ne oldu, biz ne izledik?” gibi şeyler de sorarsınız.
Vincenzo Nibali finişe 50 metre kala arkasına bakıyor, kollarını açıyor ve o an her şeyin başına dönmem gerektiğini anlıyorum. Heyecan ve mutluluktan öncesine…
Socrates için Temmuz 2016’da Gianni Mura ile yaptığım röportajda söz dönüp dolaşıp o konuya gelmişti. Karşımda yaşlı, tecrübeli, hafif bezgin ve efsanevi bir gazeteci vardı. Yüzündeki ifade, aldığı kilolar her şeyin yolunda gitmediğinin göstergesiydi. Niyet okumak değildi bu sadece, kendisi de yaptığı işin değişiminin altını çizmekten geri durmuyordu. Klişeleşen daktilosunun bilgisayara dönüşmesi öyküsüyle birlikte yıllardır anlam katmaya uğraştığı spor da değişmişti. Teknolojinin, telsizlerin, güç ölçümlerinin çağında kontrol, içgüdüden değerliydi ve onun gibi eski toprak yazarlar için böyle dönüşümler rahatsızlık sebebiydi. Bense umursamıyordum çünkü kaçırdığım şeyin pek de farkında değildim. Hiç görmediğim bir zamana dair nostaljik olamazdım.
Elbette her şey bir karabasana dönüşmemişti. Meslekte de sporda da hâlâ heyecanlanacak, yazmaya değer şeyler vardı, Mura da bunu söylüyordu. Ona göre de bazı istisnalar mevcuttu. Peter Sagan ve Vincenzo Nibali gibi istisnalar. Mura, modern dönemden mevzu bahis iki ismi öne çıkarırken bisiklet anlayışını da gözler önüne sürüyordu. İkisi de çağdaşlarından biraz daha farklı sporculardı; Sagan hem pistte hem de dışarıda mizahıyla, stiliyle, karizmasıyla süper yıldıza dönüşmüştü. Nibali ise onu tanıyanların ifadesiyle yarış dışında nazik, kibar, içe dönük, sıradan bir insandı, seleyle buluştuğu anda ise heyecan verici, hafif cakalı, biraz artist, içgüdülerinin etkisiyle istediği gibi hareket eden bir şampiyona dönüşüyordu.
2018 Milan-Sanremo iki ismin de buluşmasına sahne oldu. 294 kilometrelik yarışta aksiyonu başlatan şey Nibali’nin 7.1 kilometre kala yaptığı ataktı. Gerçek yarışın başladığı nokta da aynısıydı çünkü öncesinde neredeyse hiçbir şey olmamıştı. Ama 7.1 kilometre kala Letonyalı meslektaşı Krists Neilands’la birlikte Nibali kaçtı. Herkesin artık toplu sprint finişine kalmasını beklediği parkurun ilk büyük senaryo değişikliğini beraber yapmışlardı. Kısa süre sonra denklemden Neiland çıktı ve Nibali serüvenine tek başına devam etti.
Peter Sagan da Nibali gibi içgüdüleriyle hareket etmeyi seven bir bisikletçi. Yol bisikletinin ona erken yaşlardan beri sıkıcı gelmesinin sebebi de bu sporun kalbinde beklemenin, sabretmenin yatması. Yaprağın kımıldamadığı uzun kilometreler Slovak sporcuyu fena hâlde sıkıyor. O yüzden Sagan’ı çoğu zaman taktiği umursamadan saldırırken ve gücünü yanlış hamlelerle harcarken gördük. Ya da görürdük. Zira artık o da tecrübe kazandı ve efor-galibiyet dengesini ayarlamaya başladı. 2017 Dünya Şampiyonası Yol Yarışı, Sagan’ın da sıkıcı olabilmeyi öğrendiğini gösteriyordu. Bazen o da kaybolabilir, saatler boyunca hayalete dönüşerek yarış kazanabilirdi. Oscar Freire veya Alejandro Valverde gibi.
5.7 kilometre kala Nibali, Poggio’da tek başınaydı ve arkasındaki favorilerle arasındaki farkı 10 saniyeye çıkarmıştı. 2018 Milan-Sanremo’nun en büyük iki şampiyonluk adayı Sagan ve Michal Kwiatkowski ise birbirine bakıyordu. Yarıştan önce Sagan, Kwiatkowski’nin geçen yılki zaferine istinaden “Öyle kazanacağıma hiç kazanmamayı tercih ederim” minvalinde konuşmuştu. Bahsettiği şey açıktı: Sagan, 2017’de yarışı değiştiren atağı yapmış, Kwiatkowski ise atağın devamında Sagan’ın kıçına yapışmak dışında bir şey yapmamıştı. Bütün çalışmayı Slovak rakibine bırakmış, sadece finişte kafasını çıkarıp zafere yürümüştü. Fakat onu bu yüzden suçlamak da anlamsızdı çünkü bisiklet böyle bir spor. Her zaman en eğlenceli, en hevesli, en yetenekli olan kazanmıyor. Bazen bacaklarınız kadar aklınızı da, içgüdüleriniz kadar kurnazlığınızı da çalıştırmanız gerekiyor.
Tıpkı Sagan gibi Nibali de çağdaşlarından farklı hareket etmeyi seviyor. 2014 Milan-Sanremo’daki atağı bahsettiğim farkın klasik örneğiydi. İtalyan sporcu o gün, kariyerinde defalarca yaptığı gibi, zekasıyla değil duygularıyla işini yapmıştı ve kaybetmişti. Büyük Turlar’da daha başarılıydı ama orada da deneme yanılma metoduyla stilini bulmuştu. 2010’da aldığı İspanya Turu, yarışın statüsünden ötürü çok da değer görmüyordu. 2013 İtalya Bisiklet Turu ise dönüşümünü tamamladığı duraktı. Nibali, artık kendi hikâyesini daha büyük sayfalara yazmaya başlamıştı.
Şimdi Sagan ile Kwiatkowski birbirine bakıyordu, geçen senenin hesabı bu yılki yarışta da kesiliyordu. Sagan aynı hatayı bir kez daha yapmayacaktı, sırtına Polonyalı meslektaşını alıp finişe kadar götürmeyecekti. Fakat o sırada öndeki Nibali’yi unutmuştu. 4 kilometre kala ikinci grubun önüne Kwiatkowski geldi, 3 kilometre kala ise Sagan. İkisi de sürekli arkalarına bakıyor, başkalarından yardım bekliyordu. Ya da en azından birbirlerinden. Unuttukları şey, beraber çalışmadıkları sürece kazanamayacaklarıydı. Ve o tereddüt anları, artık düşünmesi gerekmeyen Nibali’nin ekmeğine yağ sürüyordu.
2014 Fransa Bisiklet Turu her anlamda Nibali’yi efsaneler arasına soktu. Tamam, belki Contador ve Froome yarışın ortasını göremeden sakatlık ve kazalardan ötürü turdan ayrılmıştı ama ne olursa olsun, Nibali onlar yarıştayken de farkını belli etmişti. Mura, vatandaşının o yıl ilk haftadan itibaren yaptıklarını şöyle özetliyordu: “Sheffield’da bitirici olarak istediğini almıştı; Vosges’da, Alpler’de, Pireneler’de tırmanışçı olarak… Kuzeyde, güneyde, doğuda, her yerde kazanmıştı.” Nibali dağlarda küçüklük aşkı Pantani’nin kılığına bürünüyor, onun kadar etkileyici tırmanmasa da rakiplerine fark atıyordu, inişlerde Paolo Savoldelli gibi uçuyordu, Roubaix’nin arnavut kaldırımlarıyla dolu yollarında geçilen etapta ise bir diğer kahramanı Francesco Moser gibi öne çıkıyordu.
2018 Milan-Sanremo’da bitime 3 kilometre kala arkasına bakan Peter Sagan artık yarışı kaybetmişti. O an belki bunu bilmiyordu ama taktiksel olarak geçmişten aldığı dersler Nibali’nin atağına cevap vermesini engellemişti. Belki bacakları gitmemişti, belki de gerçekten kaybetme korkusundan ötürü hamlesini yapamamıştı. Gerçek bir takip hamlesi yapan tek sporcu Matteo Trentin olmuştu ama o da son kilometrede yakalanmıştı. Yarışın lideri, bir kez daha tek başınaydı.
Sagan’dan farklı olarak Nibali hemen çıkış yapmamış, tuğlaları biraz daha yavaş koymuştu. Bisikletçilerin genelde kuzeyde yetiştiği bir ülkede güneyden çıkmış, Sicilyalı kökenlerini asla unutmamıştı. Birçok eski ve yeni meslektaşı gibi o da işçi sınıfından gelen, orta hâlli bir ailenin çocuğuydu. İki tekerle çıkış yolunu bulmuş ve hayatını kurtarmıştı. Ailesiyle mutlu bir ilişkisi vardı, 2015 İspanya Bisiklet Turu’nda ihraç edildiğinde olduğu gibi ara sıra evine döner, kökenlerine yaklaşarak yeniden güçlenmeye çalışırdı.
Şimdi, 500 metre kala Nibali’nin kumarı yavaştan tutmuştu. Takip grubu Etixx-Quick Step’in liderliğinde onu yutmaya gelse de artık finiş çok yakındı. İtalyan sporcu şöyle bir arkasına baktı, kollarını açtı ve kariyerinin en parlak başarılarından birini aldı. Kazanmanın yüzlerce yolu arasında Nibali en eğlencelisini seçmişti. Belki 100 metre daha olsa kaybedecekti ama yolun başında bunu bilerek kapıyı açmıştı. İmza galibiyetinin temelinde cesaret, zeka, taktiksel olgunluk, heves ve heyecan vardı. Geçmişte tarzını şu cümlelerle söze dökmüştü: “Sky gibi takımlar çeşitli stratejiler belirler ama ben atak fırsatını ufukta gördüğüm an harekete geçerim. Bunu nasıl açıklayacağımı bile bilmiyorum. Bahsettiğim fırsatlar, çok küçük anlar ve onları hissetmeniz gerekiyor. Bu bir taktik meselesi değil, bu bir keşif meselesi.”
Artık yarışı geride bırakma zamanı. Çünkü 2018 Milan-Sanremo bütün soruların cevabını bulduğumuz bir kahramanlık destanı değil, Vincenzo Nibali de her şeyi en doğru ve adil yoldan yapan bir yıldız değil. Onun kariyerinde de irili ufaklı bir sürü küçük hesap, cinliğinin bazen başkalarını aptal yerine koymaya vardığı sayısız vaka mevcut. Nibali, bisikleti bütün belalarından kurtaracak bir melek de değil lakin esas mesele başka. Bisikleti yüzde yüz adil olduğunu düşünerek izlemezsiniz, her spor gibi onun da en başta kalbinize ve hayal gücünüze hitap etmenizi istersiniz. Teknik gelişme etkileyicidir, makinelere daha uyumlu şampiyonların öyküleri de ilgiye değerdir ama son tahlilde saatlerimizi ekran başında harcamamızın sebebi böyle şeyler görmektir. Kişisel olarak biraz abartarak yarışçılara bakar ve 7.1 kilometrelik bir aksiyon filmi yaratmalarını bekleriz. Mütemadiyen de daha azına razı oluruz.
2017 Giro di Lombardia’dan sonra 2018 Milan-Sanremo’da da Vincenzo Nibali, İtalyan halkını arkasına aldı ve yakından tanıdığı sokaklarda gülen taraf oldu. Bir başka yazısında Nibali’nin 2014 Fransa Bisiklet Turu zaferini değerlendiren Mura, bunun bütün İtalya’nın şampiyonluğu olduğu varsayımını ele alıp uyarıda bulunmuştu: “Burada kazanan İtalya kısa yolların ve hilenin, politik talk-show’ların ve VIP’lerin ülkesi değildir.” Arkasından da etkileyici bir son cümle yazmıştı: “Bu, Reggio Calabria ve Mastromarco arasında 13 saatlik tren yolculuğuyla gidilen İtalya’dır. Bu, az parası ve çok hayâlleri olan, kendisini bazen çalışma ve fedakârlıkla belli eden İtalya’dır.” Böyle yazabilmek güzel olmalı. Böyle kazanabilmek de…