Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

GündemYorum“Utanç Verici”

Paris'te hayatını kaybedenler için Başakşehir'de yapılan saygı duruşu ıslıklandı. Yaşananları Uğur Meleke, İbrahim Altınsay, Tanıl Bora ve Bağış Erten değerlendirdi.

Başakşehir Fatih Terim Stadyumu’nda oynanan Türkiye-Yunanistan maçı öncesinde Fransa’da hayatını kaybedenler için yapılan saygı duruşu ıslıklarla ve tezahüratlarla karşılandı. Yaşananlar Türkiye’de ve dünyada geniş yankı buldu. Karşılaşma sonrası Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim, konuyla alakalı açıklamalar yaptı. Terim, ıslıklara tepkisini şöyle gösterdi: “Yunanistan’ın milli marşı okunuyor ve ıslıklanıyor. Bize olmasını istemediğimiz bir şeyi ne olur bir başkasına yapmayalım. Bu ıslık nereden çıktı? Hoş olmuyor. Allah’tan susturduk. Bizim en büyük hasletlerimizden biri, komşularımıza saygı göstermektir. Biz de komşumuzla oynadık. Hiç yakışmıyor bize. Ölmüş insanlar için saygı duruşu yapıyoruz. Bir dakika sabredemiyor muyuz?”

Türkiye, bu tepkiyi bir ay önce oynanan Türkiye-İzlanda maçında da görmüştü. Konya’da oynanan mücadele öncesi, Ankara katliamıyla ilgili yapılan saygı duruşu da ıslıklar ve tekbirle sona ermişti. Biz de buradan hareketle tribünlerde yaşananları Uğur Meleke, İbrahim Altınsay, Bağış Erten ve Tanıl Bora ile konuştuk:

1- Başakşehir’deki tepkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Tanıl Bora: Bir katliam vakasıyla ilgili saygı duruşunu ıslıklamak, o canları değersiz görmek, neticede insan canını değersiz görmek demek. Ne diyeyim? Utanç verici. Sıradan bir faşizm manzarası. Arkasında belki kısmen ideolojik bir husumet ve nefret motivasyonu var, kah İslamcı kah milliyetçi… Ama sanırım onun yanı sıra “kendisini” temsil ettiğini düşündüğünden başka her şeye saygısız ve bir lümpen ruhu da var. Bu iki motivasyon, berbat bir biçimde birleşiyor.

Bağış Erten: Bu ıslığın iki temel sıkıntısı var: Tepkinin birinci sebebi şuysa yadırgarım ama anlarım. Yani, “Ya kardeşim bizim de acımız vardı. Batı, acılar arasında hiyerarşi yaratıyor. Aynı örgüt Ankara’da bomba attığında bu tepki farklı boyutlarda oluyorken Paris’te olunca neden böyle oluyor?” olsa bu tepkinin kaynağı, hani yine bir nebze anlayışla karşılayabilirim. Ama bu o değil. Bu düpedüz daha kötüsü, bu ölenlere saygı duymuyorum mesajı.

Diğer konu da şu; aslında eskiden tribünlerin ahlâki kriterleri yoktu. Tam tersine, bunlar kötüye kullanılılırdı. Mesela Manchester United takımı nereye gitse Münih kazasına atıfta bulunurdu rakipler, maalesef dalga geçer bir şekilde. Aslında, politik doğruculuk tribünlerdeki sınıfsal değişimin ürünü. Tribünlerin orta sınıflaşmasıyla birlikte orta sınıf ahlakı da tribünlere geldi. Sadece bu da değil, futbolun alt kültür alanlarından popüler kültüre çıkmasının bir sonucu da bu. Futbol bir yandan da toplumsal bir kabul alanı oldu. Toplumsal kabul alanı olan her alan gibi de toplumsal sorumlulukları oldu. Aslında bu yeni bir şey, tribünlerin toplumsal tepki göstermesi. Başakşehir’deki tepki, eski dünyaya ait. Çünkü Türkiye’de orta sınıflaşma, üç büyüklerin dışında henüz gerçekleşmedi. Üstelik orayı regüle de etmediler, bir orta sınıf konfor dünyası da yok. Orası bir suç işleme imtiyaz alanı. Suç işleme imtiyaz alanında da nefret suçu kolaylıkla işlenebilir.

Uğur Meleke: Bizim toplumdaki en önemli sorunlardan bir tanesi birey kalitesi. Yine Doğu’daki diğer toplumlar da bu sorunu yaşıyor. Biz birey olarak hayattaki hedeflerine ulaşma konusunda biraz eksiğiz. Veya yakışıklı, güzel değiliz. Uzun boylu değiliz. Güzel vücutlarımız yok. Ailelerimiz zengin olmadığı için enstrüman çalma, sosyal faaliyetlerde gelişme, sporcu veya sanatçı olma imkanımız da az. O zaman ne oluyor? Belli bir yaşa gelince bununla yüzleşiyorsun. İyi bir okuldan mezun değilsin, enstrüman çalmıyorsun, sinemayla alakan yok, spor yapmıyorsun… Sokaktaki herhangi birinden bir farkın olmadığını anlıyorsun. O zaman da kalabalıklara karışıyorsun. Fenerbahçeliyim, Galatasaraylıyım, Beşiktaşlıyım diyorsun; İbrahim Tatlıses fanıyım, Mahsun Kırmızıgül’e bayılıyorum, Beren Saat favorim gibi ifadelerle kalabalıklar arasına giriyorsun.

Bu ıslık hadiselerinin sebebi de bana göre, Türkiye’de bu bahsettiğim kalabalıkların daha “kalabalık” olması. Çoğunluk psikolojisi var. Ne hissettiğini bile tam olarak bilmeyen insanlar, kalabalığın peşinden gidiyor.

İbrahim Altınsay: Islık uzmanı değilim, pek iyi değerlendirebileceğimi sanmıyorum… Yaşadığım ve gördüğüm kadarıyla eskiden futbol maçlarında, ve hâlâ basket maçlarında rakibi ıslıklama, tribünün lümpen tarafından kaynaklanan “rakibin moralini bozup avantaj yaratma” taktiğiydi… Sonradan özellikle milli maçlarda ve Avrupa maçlarında, gaza getirilmiş lümpenlerin milliyetçilik ve ırkçılık, ardından da militarizm ve saldırganlık kusmasına dönüştü. En sonra da kendinden farklı olan herkesi yok etmeye yönelik cihatçı katliamcılığa ve linççiliğe kadar gitti.

2- Konya’daki ıslıklarla dünkü protestolar arasında benzerlikler, farklılıklar var mı?

Tanıl Bora: Elbette benzerliği var. İkinci defa olması, Konya’dakinden sonra bir defa daha olması, durumu vahimleştiriyor. Bir bakıma Konya emsal oldu.

Bağış Erten: Bir farkı var. Konya’daki daha cılızdı. Burada daha belirgindi, tam ortaya çıktı. Konya’da kendimizi kandırabilecek bir takım açıklamalarımız vardı, burada yok.

Uğur Meleke: İstanbul zaten küçük bir Türkiye. Özellikle son 10-15 yıldaki seçimlerde İstanbul sonuçları, Türkiye geneli ile büyük paralellik gösteriyor. Nüfus çok artıyor, olağanüstü göç var ama dengeli bir göç var. Sonuçta 18 milyonluk İstanbul, ülkeyi temsil eder hâle geliyor. İstanbul’da bir şey oluyorsa bunun Anadolu’ya çok farklı yansımasını beklemiyorum. Her ne kadar kronolojik olarak Konya önce yaşanmış olsa da bir şey fark etmez. İki şehrin duygu-düşünce dünyası da zaten pek farklı değil.

İbrahim Altınsay: Konya, yukarıda belirttiğim sürecin son noktasıydı. Orada artık muktedirlerin doldurduğu bir güruhun siyasi tavır koyuşu vardı. Ankara katliamının acısını paylaşan İzlanda takımının marşını bile doğru dürüst dinlemediler. Saygı duruşu sırasında cihatçı sloganlar attılar. Çok açıkça, katliama uğrayanlara saygısızlık göstererek “Bunlar bizden değil” dediler ve bir bakıma katliamı yapanları desteklediler.

3- Yakın dönemde ligde de gördüğümüz kadarıyla tribünlerde siyasi anlamda bir 1990’lara dönüş var. Buna nasıl bakıyorsunuz?

Tanıl Bora: Elbette benzerlik var ama tabii dönem ve politik bağlam farkı da var. 90’larda kah örgütlü kah kendiliğinden veya sıradan olmak üzere, milliyetçilik vardı, ideolojik “dürtü” olarak. Bugün, bu dürtüler, bir İslamcılık çeşidiyle de birleşiyor. Bugünkünün, ar perdesini daha beter yırttığını da düşünüyorum. İyimserlik bulacaksak bir yerden, Fatih Terim gibi, milliyetçi hamasetten hiç uzak olmayan birisinin bu olanları kınamasından bulabiliriz.

Bağış Erten: Kesinlikle bağlantısı var. Siyasi iktidar bazı alanlarda iktidar ama muktedir olmadığını gördü. Gezi, sinema, müzik onlardan biri. Futbol da öyle. O yüzden “Orada da varız” demek için bazı örgütlenmelere girişiyorlar. Bu bize 1990’ları hatırlatıyor. Siyasi iktidarın mevcut söylemi, yani 2011 sonrası Türkiye’de siyasi polarizasyonun da getirdiği söylem, son derece sert ve 90’lar kavramları: Milliyetçilik, muhafazakarlık, yabancı düşmanlığı, nefret suçu, azınlıklara hoşgörüsüzlük… Bu da tribünlere yansıyor. Yani şurası çok açık, kestirmeden söyleyeyim: Milli takım taraftarı diye bir şey yok zaten. Onu yaratmak için de eski, toptancı, hatta neredeyse arkaik kavramları kullanıyorsunuz. O kavramlarla da gelen insan malzemesi de bu. O insan Ankara katliamını bile içselleştiremiyor ki Paris’e duyarlılık göstersin. Korkutucu, üzücü, öfke verici olan şey de biraz buradan kaynaklanıyor. Hangisi Yeni Türkiye? Seçim sonrası balkon konuşmalarında yer alan önceliği bir arada olan, Mevlana ruhu mu? Yoksa tribünde Paris’teki Ankara’daki katliam için yapılan saygı duruşunu yuhalayan, tekbir getiren kitle mi? Eğer ilkiyse ikincisine karşı ortak tepki göstermek gerek. Daha da önemlisi bunu yapanlara karşı önlem almak ve cezalandırmak gerek.

Uğur Meleke: Toplum olarak güçlüyü seviyoruz. Adalet, insan hakları, eşitlik, demokrasi gibi kavramlar bize çok fazla şey ifade etmiyor. Bizim için en peşinden gidilmeye değer kavram, güç. Asıl istediğimiz de kazanmak. Hayattaki genel duruşumuzu futbol müsabakalarında da görebilirsin. Madem bu kadar futbol seviyoruz, neden tribünlerde 3-4 bin kişi var? Çünkü futbol sevilmiyor bu ülkede. Sadece kazanmak, galip gelmek seviliyor.

Durum sokakta da böyle. Herhangi bir mücadeleye girmek veya bilince sahip olmak değil mesele. Mesele, güçlü olanın yanında yer alabilmek. Yarın başkası güçlü olsun, adam tam karşıt görüşlere sahip olmasına rağmen onun yanında olur. 90’ların sonundaki duruş o dönemki, bugünkü duruş da bu dönemki güç tarifiyle ilgili. 2020’lerde başka bir güç tarifi olursa, aynı kitle bu sefer de diğer gücün yanında olacak.

İbrahim Altınsay: Nerede! Saraçoğlu’ndaki kötü şöhretli İsviçre maçında başlayan süreç çok ileri boyutlara gelmiş durumda. İstanbul’daki maçlarda lig takımlarının taraftarları rakip lig takımından milli futbolcularımızı ıslıklıyor diye Yunanistan maçına farklı ve güdümlü bir kitle doldurmuşlar. Siyasi mitinglerin hazır kıtaları gibi…

Yunanistan maçında milli marşın ıslıklanması sadece aşağılık kompleksinin basit bir tezahürü değil. Ben Atina’da Yunanistan-Türkiye maçı izledim. Orada da Türkiye marşı çalınırken pek uslu davranmıyorlar… Ama sorun bundan çok ötede. Fransa’da ölenler için yapılan saygı duruşu protesto edilerek ve konuk takımın milli marşı sırasında sloganlar atılarak, “kimseye hayat hakkı tanımayız” deniyor ve esas saygı duruşu engellenerek Paris bombalamaları bir bakıma onaylanıyor. Bu maç hazırlık maçı değil de kritik bir puan maçı olasaydı ve Yunanistan, hem de tartışmalı bir kararla kazansaydı neler olurdu tahmin edebiliyor musunuz. İş öyle bir boyuta vardı ki sıradan seyirci bunlar arasında yer bulamıyor…

Saraçoğlu’ndaki İsviçre maçının baş kişilerinden Fatih Terim bile durumdan şikayetçi. Ne ki, 20 yıldır ülkede, futbolda ve medyada iktidarda olanların, dostluk maçında bile futbolcularımıza “yerde yat”, “faul yap” diye akıl verenlerin, kısacası yabancılarla maçları milli davaya çevirerek aklı ve sportmenliği iptal edenlerin şimdi yepyeni bir şey görmüş gibi şaşırmalarına ve “çok ayıp” diye azar geçmelerine de ben bayılıyorum. İşin trajik yanı “karşı tarafı” ve “farklı rengi” yok etmek üzerine kurulu ideolojilerle zehirlenmiş güruhun icraat alanı olarak “karşı taraf” ve “farklı renk” olmadan gerçekleşemeyecek futbolu seçmiş olması…

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Harika Çocuk

Harika Çocuk

3 sene önce
Sıfır

Sıfır

3 sene önce