Ryan Sidhoo’nun yönetmenliğini yaptığı True North‘u Türkçe altyazılı şekilde buradan izleyebilirsiniz.
Toronto’nun bir buz hokeyi şehri olarak anıldığı günler artık geride kaldı. Günümüzde, ABD’nin üst düzey kolej takımlarının ve NBA’in ilgisini çeken üst düzey yeteneklerin yetiştiği bir basketbol şehri burası. Şehrin takımının omzunda hala tazeliğini koruyan bir NBA şampiyonu apoleti var. Çok kültürlülüğün zaman içinde değiştirdiği ve yepyeni kültürler geliştirdiği bu şehirde basketbol tutkusu yükselişini sürdürüyor.
Red Bull Media House ve Kanada Ulusal Film Kurulu’nun ortaklığıyla hayata geçen yönetmen Ryan Sidhoo’nun True North isimli projesi, Toronto’daki basketbol kültürünü genç oyuncular üzerinden anlatıyor. Ryan Sidhoo ile bu projenin gelişimini ve basketbolun Kanada’daki serüvenini konuştuk.
Red Bull Media House ve Kanada Ulusal Film Kurulu’nun ortaklığıyla çekilen True North, Toronto’da basketbolun yükselişini genç oyuncular üzerinden anlatıyor. Bu proje fikri nasıl ortaya çıktı?
Kanada’da büyüdüm. Basketbol oynayarak büyüdüm ve basketbol benim ilk aşkımdı. Biraz daha büyüdükçe film yapımına da ilgi göstermeye başladım. Aslında benim için soru, “Böyle bir belgesel yapacak mıyım?” değil de “Ne zaman böyle bir belgesel yapacağım?” şeklindeydi. Basketbol da film yapımı da benim DNA’mın bir parçası olmuştu. Dolayısıyla bu aslında son derece kişisel bir proje.
Birçok Kanadalı oyuncunun Amerika’nın önde gelen kolej takımlarında ve sonra NBA’de başarı kazanmalarını dolayısıyla da basketbolun Kanada’daki gelişimini yakından görme ve yaşama fırsatım oldu. Red Bull ve Ulusal Film Kurulu’na bu fikri sunduğumda zamanlama da muhteşemdi çünkü Kanada basketbolu için önemli bir dönemdi. Proje ortaya çıkarken Toronto Raptors, NBA şampiyonluğuna ulaştı. Sonuç olarak, benim film yapmaya ve basketbola olan sevgim ile mükemmel bir zamanlamanın sonucu olarak bu proje ortaya çıktı.
Projenin yaratım süreci nasıl şekillendi ve hazırlanmak ne kadar sürdü?
Aslında ömrüm boyunca hazırlandım diyebilirim. Çünkü sürekli basketbolla iç içeydim. Aynı zamanda bu oyunun bir öğrencisiydim. Oyunun tarihi, gelişimi ve değişimi üzerine araştırmalar yaptım. Dolayısıyla hayatım boyunca bu filme temel olacak bilgileri biriktirmiştim. Sonra lisansüstü eğitim için New York’ta yaşadığım dönemde Youtube’daki bazı basketbol videoları dikkatimi çekmeye başladı.
2011-2012 yılları olmalıydı. Basketbol oynayan çocukların babaları videolar yapıp “10 yaşındaki en iyi basketbolcu” gibi başlıklarla Youtube’da yayınlıyorlardı. Böyle bir endüstri oluşmaya ve gittikçe popüler olmaya başladı. 11-12 yaşındaki çocukların videoları milyonlar izlenmeye başladı. Böylece dijital dönemde genç basketbolcuların gelişimi benim için ilgi çekici bir konuya dönüştü. Yani 2011-2012’de başladı diyebilirim. Daha sonra Kanada ve özellikle Toronto’yu merkez noktası olarak aldım ve projenin gelişiminde oraya yöneldim.
Belgeselin başlarında başarılı olmak için “Amerikan düşünce tarzını Kanadalı karakteri ve kültürüyle” birleştirmekten bahsediliyor. Toronto basketbolunun gelişiminde rol oynadığı söylenen bu “Kanadalı karakteri ve kültürü” tam olarak neyi ifade ediyor?
Amerika’da üst sınıf ve alt sınıf arasındaki ekonomik fark Kanada’ya oranla çok daha fazla. Oradaki oyuncular başarıya çok daha aç. Çünkü oradaki oyuncular sistemsel ırkçılık ve sosyal sorunlar nedeniyle basketbolu kurtuluş için tek çare olarak görüyorlar. Kanada daha küçük bir ülke ve burada yaşayanlar Amerika’ya oranla sosyal konularda biraz daha rahat. Kanada’da toplumsal ilişkiler daha düzenli. Dolayısıyla Amerikalıların kazanmaya açlığı ile Kanadalıların öğrenmeye ve iletişime daha açık olmasını bir araya getirince ortaya özel bir şey çıkıyor.
Toronto çok kültürlü bir şehir. Bu durumun basketbol kültürüne etkisi nedir?
Geleneksel olarak Kanada sporu deyince akla buz hokeyi geliyor. Ben göçmen bir kökenden geliyorum ve basketbol göçmen topluluklarında son derece popüler. 60’ların ve 70’lerin sonlarında Jamaika, Trinidad&Tobago, Barbados gibi Karayip ülkelerinden Kanada’ya büyük bir göçmen akını oldu.
Buz hokeyi kültürü biraz daha beyazlara aitti ve çok da dışa açık değildi. Dolayısıyla göçmenler basketbol kültürünü inşa ettiler ve geliştirdiler. Bugün NBA’de başarılı olan oyuncular aslında geçmişte o öncülerin inşa ettiği kültürün devamı. Bugünkü Toronto basketbolu büyük bir çeşitlilik içeriyor. Sırplar, Türkler, Çin’den, Filipinler’den Afrika’dan gelen çocuklar müthiş bir çeşitlilik yaratıyor ve bu harika bir şey.
90’ların ortasında şehrin bir NBA takımı oldu. Raptors’un gelişinin Toronto’daki basketbol anlayışına etkisi ne oldu?
90’larda çok güçlü bir basketbol programı olan bir lise vardı: Eastern Commerce. Bu okul Amerika’daki Division 1 okullarına pek çok oyuncu gönderiyordu. Küçük bir çocukken, Jamaal Magloire’ın Kentucky Üniversitesi’ne gittiğini görüyorsunuz. Eastern Commerce’dan Colin Charles, St. John’s Üniversitesi’ne gidiyor. Bunlar olunca benim de Division 1 okullarından basketbol bursu kazanma şansım var diye düşünüyorsunuz. Sonra şehre Raptors geliyor. Artık Kanada’da yaşayan ve basketbol tutkunu olan bir çocuk olarak bir NBA maçına gidip Michael Jordan’ı parkede görebiliyorsunuz. Yılın çaylağı seçilecek olan Damon Stoudamire’ı, Shaquille O’Neal’ı, Grant Hill’i izleyebiliyorsunuz. Bu yıldızların hepsi tam önünüzde oynuyor. Onları canlı görebiliyor hatta onlara dokunabiliyorsunuz. Bu bir rüyanın gerçekleşmesi gibi bir şey.
Daha önce Division 1 okullarına gidebilirim diye hayal kurarken şimdi kendi şehrinize NBA yıldızları geliyor ve bu sefer ben de NBA’ye gidebilirim diye düşünmeye başlıyorsunuz. Sonra Vince Carter ortaya çıkıyor. Oyunuyla, smaçlarıyla herkesi heyecanlandırıyor. Medyada çok daha fazla yer almaya başlıyor. Steve Nash, Jamal Magloire NBA’de oynuyor. Bazı oyuncular Kanada’ya dönüp basketbol programları başlatıyorlar. Böylece oyuncu yetiştirme sistemleri gelişiyor. Dolasıyla Raptors’ın Toronto’da basketbolun gelişimine etkisi çok büyük.
Fakat eklemek istediğim bir şey daha var. Bu süreçte öğrendiğim en önemli şey şu: Her ne kadar Kanada’dan yetişen yeteneklerin çoğalması güzel bir şey olsa da kabul gören “başarmak” fikri çok sağlıklı değil. RJ Barret başardı, Andre Wiggins başardı ben de başaracağım düşüncesi. Başarıyı 16-17 yaşındaki çocukların ileride NBA’e gitmesi üzerinden tanımlamamalıyız. Basketbol topluluğu olarak bu endüstrinin başka yönlerini de öne çıkarmalıyız. Gençlere başarı kıstası olarak NBA’i dayatmak yerine koç, antrenör, spiker ya da spor yöneticisi olmanın da önemli olduğunu anlatmalıyız.
Masai Ujiri örneğinden hareket edersek gençler oyunun bir parçası olmak için illa oynamak gerekmediğini görebilirler. Spor fotoğrafçısı da olabilirsiniz. Birçok arkadaşım Raptors’ın şampiyonluk turunda Drake’le ve şampiyonluk kupasıyla birlikte sahnedeydi ve fotoğraf çekiyordu. O tecrübeyi yaşıyorlardı. Fakat 17 yaşındayken ileride NBA’e gidemeyecek duruma gelirseniz bir başarısızlık örneği olarak görülüyorsunuz. Bu son derece tehlikeli bir anlayış.
İçinde bulunduğumuz bu dijital dönemin gelişmeye çalışan genç oyuncuların üzerinde ne gibi etkileri oluyor?
Sosyal medya o kadar büyük ki Instagram’da Zion Williamson’ın smacını izliyorsun ve daha lisedeyken milyonlarca takipçiye ulaştığını görüyorsun. 10-12 yaşlarındaki çocukların bundan etkilenmemesi mümkün değil. Ben de şimdi o yaşlarda olsaydım Instagram’da milyonlarca takipçim olsun isterdim. Sürekli kendimizi birileriyle kıyasladığımız bir kültürün içinde yaşıyoruz. Lisede fenomen bir basketbolcu olup çok sayıda takipçiye ulaşmanın bir çekiciliği var.
Bu gibi şeyleri önemsemeyip belgeseldeki Elijah Fisher örneğinde olduğu gibi sadece basketbola odaklanmak isteseniz dahi insanlar sizin görüntülerinizi çekip videolarınız yapacaklar. Bunu durdurmanın bir yolu yok. Bu durum da büyük bir baskı yaratıyor. Sürekli kendinizi diğerleriyle karşılaştırıyorsunuz ve o ilgiliyi karşılayacak şeyler yapmaya çalışıyorsunuz. “Yeterince iyi miyim, daha fazlasını mı yapmalıyım, smaç mı basmalıyım?” gibi şeyler düşünüyorsunuz. İnsanlar videoların altlarına kötü yorumlar bırakabiliyor. 10-12 yaşlarındayken özgüveniniz bu gibi şeylerden zarar görebiliyor.
Burada ailenizin ve koçunuzun bu konuya nasıl baktığı öne çıkıyor. Yine Elijah’tan örnek vermek gerekirse, ailesi her şeyin farkında ve çocuklarının mütevazı kalması için ellerinden geleni yapıyorlar. Koçu Ro Russell, Corey Joseph ve Tristan Thompson gibi NBA oyuncularını da yetiştirdi. Dolayısıyla yüksek profili oyuncular konusunda tecrübeye sahip. Elijah gelişimi için doğru bir çevrede. Sonuçta o hala bir çocuk ve gelişimi için ona destek olacak kişilere ihtiyacı var. Eğer bu gibi bir desteğe sahip değilseniz ve etrafınızdaki insanlar sağlıklı bir gelişim yerine sizi maddi amaçlarla kullanmak istiyorlarsa o zaman işler kötüye gidiyor.
Çocuklar çok küçük yaşlardan itibaren büyük markaların, basketbol programlarının ve dolayısıyla büyük bir endüstrinin radarına giriyorlar. Bu durum ne gibi sonuçlar doğuruyor?
Tüm büyük şirketler bir sonraki Michael Jordan’ı, Kobe Bryant’ı ya da LeBron James’i keşfetmeye çalışıyor. Geçmişte bunu oyuncular 16-17 yaşlarındayken yapıyorlardı. Ama şimdi 11-12 yaşlarındayken bu çocukları bulmaya çalışıyorlar. Bu durumda çocuk, ticari bir ürüne dönüşüyor. Onlar artık çocukluktan çıkıp 6-7 yıl içinde milyon dolarlık bir endüstri oluşturabilecek bir yatırıma dönüşüyor. Aslında bunlar sadece çocuklar ama kapitalist yapının sonucu olarak şirketlerin bir sonraki yıldızı bulma rekabetinin bir parçası oluyorlar. Çünkü o oyuncunun başka bir şirketle anlaşmasını istemiyorlar.
Şirketler, oyuncular çok küçük yaştayken marka bağlılığı yaratıp onları sponsor oldukları okul takımlarında oynatarak yarın öbür gün NBA’e gittiklerinde bir sürü ayakkabı satmak istiyorlar. Bu belki milyonlarca çocuktan birinde işe yarıyor. Dolayısıyla çok sayıda çocuk bu işleyişin içinde kaybolup gidiyor. Amatör oyuncuları kontrol eden bir yapı olmadığı için bu alanda büyük bir başı boşluk var. Ailelerin ve koçların kararları maddi etkenler nedeniyle değişebiliyor. Bu durum da çocuğun kariyerinin yanlış bir yola girmesine neden olabiliyor. Bence oluşan bu ekonominin faydasından çok zararı var.
Belgeselde belirli oyunculara odaklanıyorsun. Takip edeceğin oyuncuları nasıl seçtin?
Biraz çeşitlilik yaratmaya çalıştım. Çünkü en iyi beş oyuncuyu takip etmenin bir anlamı olmayacaktı. Çünkü hepsi aynı yolculuk olacaktı. O nedenle farklı yaş gruplarına odaklandım. Elijah gibi yolun henüz başındaki bir çocuk, sonra ortalarda olan Keone ve mezun olmak üzere olan Cordell gibi çocuk. Farklı yaş gruplarının yanı sıra şartlarının da birbirlerinden farklı olmasını istedim. Örneğin Elijah tüm imkanlara sahip. Keone çok yetenekli ama kısa boylu ki bu durumun onu nasıl etkileyeceği merak konusuydu. Cordell’in ise Division 1 okullarından burs alabilmesi için son fırsatıydı.
Yapım sürecinde en büyük şanslarımdan biri Ulusal Film Kurulu’nun bana projeyi geliştirebilmem için yeterince zaman vermesiydi. Bu süreçte çok fazla araştırma yapıp çok sayıda salona giderek ailelerle, koçlarla ve oyuncularla konuşma şansım oldu. Salonlarda, antrenmanlarda ve maçlarda bu kadar fazla geçirince bir noktadan sonra hikayeler sizi bulmaya başlıyor.
Kanada basketbolunu bundan sonraki süreçte neler bekliyor?
Toronto’da basketbol kültürünün yerleşimi açısından her şeyin rayına oturduğunu söylemek mümkün. Büyük takımlar önemli basketbol takımları ve buradan yetişen çok önemli oyuncular var ve üretmeye de devam edecekler. Bundan sonraki süreçte ise Montreal gibi şehirlerin de öne çıkacağını düşünüyorum. Çünkü yetenekli oyuncular yetiştiriyorlar ve 5-10 yıl içinde Toronto’yu yakalayacaklarını düşünüyorum. Oklahoma City Thunder’dan Luguentz Dort oradaki bir programdan yetişti. Quincy Guerrier kolej takımlarından Syracuse’de oynuyor. Yani sırada Montreal şehri var. Sonuç olarak NBA’de gittikçe daha fazla Kanadalı göreceğiz.
Oyun gittikçe daha popüler oluyor ve globalleşiyor. NBA’in bu konuda harika bir iş çıkardığını söylemek lazım. Diğer ülkelerden daha fazla oyuncu görüyoruz. Türkiye’de de pek çok yetenekli oyuncu var. Mehmet Okur’dan ve Hidayet Türkoğlu’ndan bu yana pek çok gelecek vadeden oyuncunun çıktığını görüyoruz. NBA şimdi Afrika’da da bir lig kurdu. Hali hazırda NBA’de oynayan pek çok Afrikalı oyuncu da var. Şu anda belki Amerikan oyuncuların ağırlıklı olduğu bir lig ama belki 20 yıl sonra bu oran yüzde 50 olacak.
Röportaj: Mustafa Kavgacı