“Hayatta başarılı olmanın iki yolu olduğu söyleniyor: 1- Şanslı olmak. 2- Hile yapmak. Bense dayanıklı olmayı tercih ederim.” Murat Menteş, Dublörün Dilemması
Austin Naber 10 yaşında, sıra dışı yeteneğe sahip bir çocuk. Kap dizme olarak bilinen bir oyunda çocuklar dünya rekorunun sahibi. Gözle takip etmesi olanaksız bir hız ve serilikte kusursuz hareket ediyor. Nörobilimcilerin de dikkatini çekiyor bir noktada. Stanford Üniversitesi’nden David Eagleman, Türkiye’de de Domingo Yayınevi’nden çıkan Beyin adlı kitabının bir bölümünde Austin ile hikâyesini anlatıyor. Austin ile aynı kap dizme serisini yapıyorlar. Beyin dalgaları da EEG ile ölçülüyor o sırada. Austin seriyi tamamladığında Eagleman henüz dizinin sekizde birinde uğraşırken buluyor kendini. Eagleman kap dizmede Austin’in sergilediği yetenek ve hızı beynindeki fiziksel değişimlerin bir sonucu olarak açıklıyor. Alıştırma yaptığı yıllar boyunca belirli fiziksel bağlantı kalıpları oluşturuyor beyninde. Nöronların yapısına kazınıyor hareketleri. Genel spor jargonuna kas hafızası olarak geçen bu olay aslında kaslarda gerçekleşmiyor. Alışkanlıkların tamamen tasnif ve yürütülme işi bağlantılardan oluşan o karmaşık ormanın bünyesinde cereyan ediyor. Beyin bütün yaşamımız boyunca kendini yeniden yazarak alıştırmasını yaptığı uygulamaları otomatik pilota alıyor. Fakat her şey beyinde olduğu için bazen iç sesler ve kontrol kaybı sizi otomatik pilottan çıkarabiliyor. İşte o anlar bilhassa da spor tarihinde dramatik hikâyelere yol açan etmenlerin başında geliyor.
1993 Wimbledon finaline kadar her maç büyüyerek otomatik pilot muntazamlığında oynayan Jana Novotna, servis-vole oyununu kusursuzluğa yaklaştırmıştı. Çocukluk hayali olan turnuvada çocukluğundan beri kas hafızasına işlediklerini uyguluyordu. Kadınlar tenisinin yeni yıldız adayı Çek raket için her şey yolunda gidiyordu. Oyun planına sadıktı. Zira doğaçlama gerektiğinde ve kontrolü elinde hissetmediğinde zorlanabiliyordu. İşini şansa yahut başkalarının kontrolüne bırakmak onun tarzı değildi. Antrenörü Çek tenisinin geçmişten bir başka efsanesi Hana Mandlikova’ydı ve onun bu konuda öğrencisini esnetme çabaları daima sonuçsuz kalıyordu.
[mailerlite_form form_id=2]
Unutulmaz finale dönersek; Jana Novotna, Steffi Graf karşısında zafere sadece beş puan uzaklığındaydı. İlk seti 7-6 kaybetmiş ama ikinci seti 6-1 kazanmıştı. Final setinde de 4-1ve servis attığı altıncı oyunda 40-30 öndeydi. Önce o meşhur çift hatayı yaptı. Servisi en güçlü silahlarından biriydi. Ancak tıkanmıştı. Karşısında gençliğinden beri sayısız maç yaptığı ve yenmekte zorlandığı, hayranı olduğu Steffi Graf vardı. Graf kazanma içgüdüsünün vücut bulmuş hâliydi adeta. Novotna, Graf’a baktı, yenmekte hep zorlandığı tarihin en büyük tenisçilerinden birini yenip Wimbledon şampiyonu olmak üzere olduğunu düşündü belki de. İç sesi ona kontrolü kaybetme dedi. İşte o anda kontrolü kaybetti. Daha doğrusu servis mekaniğinde ve vuruş alışkanlıklarında aşırı kontrol isteği onu otomatik pilottan çıkardı. Manuel bilinç idareyi ele aldığında da bütün korkuları su yüzüne çıktı. Uçak yere çakıldı. Final setini 6-4 kaybetti. Kent Düşesi Katherine’in omzunda ağladığı sahne tarihi kareler arasına girdi. Düşes ona “Endişelenme, bir gün sen de kazanacaksın” demişti. Kaybettiği final de literatüre ‘choke’ yani ‘tıkanma’ diye geçen psikolojik reaksiyonun en büyük örneği olarak yer aldı. Novotna sonraki röportajlarında buna tıkanma demeyi hep reddetti.
“Eğer herkes bu olaya tıkanma diyorsa o zaman tüm tenisçilerin bunu yaşadığını bilmeniz lazım. Bizler robot değiliz” (İllüstrasyon: Hüseyin Sandık)
Bir Amerikalı yazar ise ona “No-No Novotna, the lady from Choke-oslovakia,” dediği bir yazı yazdı. Ertesi yıl Roland Garros’ta yine benzer bir mağlubiyeti bu sefer genç yetenek Chanda Rubin karşısında aldığında yine aynı yorumlar yapıldı. NY Times yazarı Christopher Clarey ona bu tartışmayı sorduğunda ise “Eğer herkes bu olaya tıkanma diyorsa o zaman tüm tenisçilerin bunu yaşadığını bilmeniz lazım. Bizler robot değiliz” demişti.
David Eagleman, Beyin adlı eserinin girişinde insan beyninin her şey devrelerine kazınmış hâlde ortaya çıkmadığından, onun yerine yaşamsal deneyimlerin ayrıntılarıyla sürekli olarak yeniden biçimlendirme olanağına sahip olduğundan söz eder. İnsan beyni yaşam karşısında değişmez değil, esnektir. Kararları, bakış açısı da buna göre değişebilir. Jana Novotna da bir kırılma ânı yaşadı. 1990’ların ortasında babası kanser olduğunda ve hayati tehlikeyi zor olsa da aştığında hayatta her şeyi kontrol edemediğini fark etti. “Artık tenis oynarken daha fazla keyif almaya çalışıyordum. Sadece kazanmaya ve kusursuz oynamaya odaklı değildim” diye açıklar amansız bir mükemmeliyetçi olan Novotna. Mükemmel olmanın neredeyse imkânsız olduğu bir spor dalında zihinsel rahatlamayı keşfetmişti. Komple çok iyi bir tenis oyuncusu olmuştu. Aynı zamanda daha rahat bir insan. Daha iyi kararlar veriyordu. 1997’de Wimbledon finalini bu sefer iyi gittiği bölümde yaşadığı karın kası sakatlığının etkisiyle kaybettiğinde törende gözyaşı dökmek yerine espriler yapıyordu. Hingis’in elinden kupayı alma şakası bile yapmıştı. Düşes de bu sefer çekirge üçüncü kez sıçramayacak demişti.
Ertesi yıl şansa ihtiyacı olmadı. 1998’de 29 yaşındayken Nathalie Tauziat’ı yenerek tarihin o dönem için en yaşlı kadınlar şampiyonu olmuştu. Gururla raketini kaldırdı ve bu sefer Düşes ile kahkahalara boğuldular. O kontrol delisi Novotna artık dilemmaları aşmıştı. Bir sebat, direnç ve değişim hikâyesi yazmıştı. 1999’da emekli olduktan sonra sessiz sakin bir yaşam sürdü. Geçtiğimiz ay da şok ölüm haberini aldık. 49 yaşında kanserden hayatını kaybetti. Onu, kazandığı tek tekler ve 16 çiftler Grand Slam kupası ile değil de kaybettiği dramatik finali ile hatırlıyoruz. Bu da bizim ikilemimiz sanırım.
Bu sayı; hayatta yol ayrımlarında hep vicdana, ilme, gerçeğe ve doğru erdemlere sığınanlar, bıraktıkları hikâyelerle bize ikilemler içinde yaşadığımız dünyada ışık tutacak olan Fahri İkiler, Mehmet Baturalp, Naim Süleymanoğlu ve Jana Novotna için…