2014 Fransa Bisiklet Turu podyumunu hatırlıyor musunuz? Vincenzo Nibali parıltılı kariyerinin en etkileyici zaferinin tadını Champs-Elysees’de kurulan kürsüde kutlarken sağ tarafında 36 yaşındaki Jean-Christophe Péraud, sol tarafında ise 24 yaşındaki Thibaut Pinot vardı. O an, dışarıdan bakanlar için kullanılabilecek semboller hazırdı. Nibali ‘şimdi’yi karşılıyordu, formunun zirvesindeydi ve doğru yerde, doğru zamandaydı. Peraud geçmişti, bir farkla. İki tekerin mazisindeki kirli zaferlerden uzakta, sıradan bir yol bisikleti kariyeri geçirmişti. O daha çok azmin, pes etmek bilmeyen bir iradenin karşılığını almıştı. Pinot ise ‘gelecek’ti, Fransa Bisiklet Turu’nu üçüncü bitirmişti ve önünde uzun bir gelecek vardı.
Bazen böyle olur. Senelerce spor izleyerek eğittiniz ve tükettiğiniz gözlerinizin önüne bazen öyle bir yetenek gelir ki tek düşündüğünüz bundan sonrasıdır. Dergiler, belgeseller, kitaplar da aynı hissi besler. Bir sonraki yeteneği bulmak, “İlk maçında oradaydım” demek, çıkışını izlediğiniz oturma odasını hatırlamak insana garip bir ayrıcalık duygusu verir. Her şeyi bir basamak olur görürsünüz, serpilmesine şahit olduğunuz yetenek merdivenleri çıkarken siz de anlatacak öykülere sahip olursunuz. Pinot, Alberto Contador ve Chris Froome’un kazaları ve sakatlıkları nedeniyle erkenden bıraktığı o Le Tour’u çıkarken aynı hislere sahiptim. Efsane antrenör Cyrille Guimard, genç bisikletçinin erken yaşta büyük yükleri omuzladığını ifade ediyordu ama ben kendimden emindim. Daha çok Pinot’dan emindim. Bu ‘çocuk’ adam olacaktı. Gelecekte, yarınlarda…
Fransız bisikletçi güzel şeylerin tam olarak başındaydı. Ayağa kalkarak yaptığı ataklar, Javier Bardem’i andıran suratı, kıvırcık saçları, mikrofonlara konuşurken takındığı utangaç ve dürüst tavır… Hepsi, sonsuz yeteneğini tamamlıyor gibiydi. Sürekli atak yapmak isteyen bir içgüdüyle yarışıyordu ve çoğu zaman yanında kimin olduğunu umursamıyordu. Robot değildi, kontrol edilmesi çok zordu ve eksiklerine rağmen güzel bir kariyerin ayakları altında olduğunu gösteriyordu. Her şey daha yeni başlıyordu. Ve podyumda, güzel bir Paris akşamüstünde, Pinot merak ve hayranlık dolu gözlerle ilk sıraya bakıyordu; podyumun zirvesine, Vincenzo Nibali’ye…
O bakışı hatırlıyorum. Bir benzerini dört yıl sonra, Avrupa’nın bir başka kentinde, bu sefer yüksek rakımlı bir noktada gördüm. Pinot, bisiklet takviminin beş büyük anıtsal klasiğinden biri olan Giro di Lombardia’nın son bölümleri yaklaşırken Nibali’ye bakıyordu. Bu sefer hayranlık yoktu ifadesinde. İstek, arzu vardı. 2014 Fransa Bisiklet Turu’ndan sonra, 2015 ve 2017 Il Lombardia klasiklerinde de arkasında kaldığı İtalyan rakibini mağlup etmeyi düşünüyordu. İkili, Sormano çıkışında Primoz Roglic’i takip etmişti ve yarışın son 45 kilometresine girilirken kaderleri yine kesişmişti. Pinot bu senenin en büyük favorisiydi, Nibali ise Nibali’ydi. Daha önce iki kez burada kazanmıştı ve iniş yeteneğiyle, korkusuz tarzıyla, tecrübesiyle Fransız rakibini hep gölgede bırakıyordu.
Düellonun genç tarafı bu sefer işlerin farklı sonuçlanmasını istiyordu. Pinot, 24 yaşında elde ettiği Le Tour üçüncülüğünden beri göz önündeydi ve başarılarla dolu hayatı aslında bir yandan da başarısızlıklarla, kaçan fırsatlarla anılıyordu. Gençliğinden beri üç haftalık büyük turlar için aday gösteriliyordu, hatta 1985’ten beri Fransa Bisiklet Turu’nu bir Fransızın kazanmasını bekleyen halkının beklentilerini karşılayacağı umut ediliyordu ama bunu bir türlü başaramıyordu. Katıldığı her büyük turda parıltılı birkaç günü olmuştu. 2015 Le Tour’da Alpe d’Huez etabını epik bir şekilde kazanmıştı, 2017 İtalya Bisiklet Turu’nda harika bir etap zaferi elde etmişti, 2018 İspanya Bisiklet Turu’nda Covadonga ve Andorra zirvelerinde iki muhteşem etabı daha cebine atmıştı. Ama genel klasmanda şansı bir türlü yaver gitmiyordu. Sakatlıklar, hastalıklar, taktiksel hatalar, kafasındaki hedefleri karşılamayan bacaklar, kayıp günler, yanlış ataklar, iniş korkusu, kaybetme endişesi… Belki de Groupama-FDJ’deki patronu Marc Madiot’nun ifade ettiği gibi bir büyük tur kazanmayı gerçekten arzulamıyordu. Atak yapma, risk alma içgüdüsü vardı ama büyük şampiyonlara özgü katil içgüdüden yoksun gibi görünüyordu. Yani, bir Nibali değildi. En azından uzaktan böyle hissediliyordu.
Ama bu sefer her şey farklıydı. 2018 Il Lombardia, başka anlamlara sahipti. Alpe d’Huez’den Covadonga’ya kadar elde ettiği etap zaferleri büyüleyiciydi ama hepsi, sonuçta aynı büyük turlardaki genel klasman eksiklerinin bir telafisi gibi görünüyordu. Il Lombardia öyle değildi. “Düşen Yapraklar Yarışı” olarak bilinen klasik kendine has bir tarihe ve güzelliğe sahipti, agresif parkurlarıyla ünlü İtalyan yarış haftasının en nadide parçasıydı. Ve bu yılkinin farkı, Pinot’nun kazanacağına gerçekten inanmasıydı. Fransız, Civiglio tırmanışında sürekli atak yaptı, birkaç kez Nibali’den kurtulmaya çalıştı ama rakibi sürekli ensesindeydi. Fakat Pinot bu sefer kaybedemezdi, rakibinin rahat görüntüsünün bir blöften ibaret olduğunun farkındaydı ve saldırmaya devam etti. Tırmanışın son kilometresine girilirken istediğini aldı, Nibali’ye şöyle bir bakış attıktan sonra temposunu arttırdı, artık tek başınaydı, zafere çok yaklaşmıştı ve şimdi önünde tek bir engel vardı. Nibali’den sonra bir de Civiglio inişinde hayatı boyunca peşini bırakmayan hayaletleri yenmek zorundaydı, yani iniş korkusunu. Bu meşhur korku, kariyerinin o ana kadarki birçok yarışına damga vurmuştu. Ama bu sefer etkisi hissedilmeyecekti. Thibaut Pinot, 2018 Il Lombardia’nın galibi olurken sadece Vincenzo Nibali’yi değil, korkularını da mağlup etmişti. Hayaletlerini de…
Mütemadiyen farklı, başka gibi kelimelerle andığımız zafer, aynı zamanda Fransız bisikletçi için de bir referans noktası. Kendisi de L’Equipe gazetesine verdiği röportajda heyecanını ve mutluluğunu açık bir şekilde ortaya koyarken bu farklardan bahsetmiş. “Nibali’nin önünde bu yarışı kazanmaktan daha güzel bir şey olamaz, bu bir sembol” derken duygularını “Bu zaferle bisiklet tarihine geçtiğimi hissediyorum” şeklinde özetlemiş. Pinot, küçükken Paolo Bettini ile Damiano Cunego’nun Il Lombardia zaferlerinin aklında ve kalbinde nasıl yer ettiğini anlatırken sonlarda bir yerde, geride bıraktığı günü çok basit bir şekilde ifade etmiş: “Lombardia’nın finaline tek başına gelmek, ne rüya.”
Peki bu, artık gerçekten güzel şeylerin başlangıcı mı? Bu soruyu yarıştan sonra kafamda döndürdüm. Como’nun muhteşem manzarasından uzakta, parkurun binlerce kilometre ötesindeki bir evde, ekran başındaydım. Orada, tıpkı 2014 Fransa Bisiklet Turu’nu seyrederken kapıldığım hisleri yeniden tadabilirdim. Bisikletçiler için zirvenin başlangıcı olarak görülen 28 yaşına yeni gelmiş bir sporcunun Il Lombardia galibiyetinin kariyerinde yepyeni kapılar açacağını düşünebilirdim. Fakat şimdilerde bu düşünceyi çok sıkıcı buluyorum. Her şeyi geleceğe endeksleyen, bugün yaptığımız her şeyin, yaşadıklarımızın ilerde karşılığını alacağımıza inanan anlayışın biraz anlamsız olduğunu hissediyorum. Hayat bir basamak değil, yolun devamında sürekli çıkış yok, gelecekte her şey çok daha güzel olacak diye de bir şey yok. Belki de hayatımızın en güzel ânlarını şu an yaşıyoruz ve bu da fena bir his değil.
Thibaut Pinot muhtemelen gelecekte bir Fransa Bisiklet Turu kazanmak istiyordur. Ya da müzesine bir İtalya veya İspanya Bisiklet Turu eklemeyi arzuluyordur. Ama ben onun zaferine bakarken Richard Linklater’ın ünlü filmi Dazed and Confused’u hatırladım. Amerikalı bir grup liselinin okul bitişindeki gününü anlatan filmin bir sahnesinde baş karakterlerden biri şöyle der: “Bütün söylemek istediğim şu ki, eğer bu zamanları hayatımın en güzel yılları olarak anmaya başlarsam lütfen bana kendimi öldürmem gerektiğini hatırlatın.” Oysa, muhtemelen öyledir. Yaşadığı kasaba ve hayat ona sıkışmışlık duygusu veriyordur ama yine de bunlar, büyük ihtimalle hayatının en güzel yıllarıdır. Onu bekleyen çok daha güzel veya parlak bir gelecek yoktur, sadece şimdi vardır. Biraz sonra uçup gidecek olan bir şimdi… Jenerik akarken filmden bu hislerle ayrılırsınız.
Fransız bisikletçi bundan sonrası için ne hissediyor, bilmiyorum. İlk düşüncesi her zaman olduğu gibi çiftliğine dönmek ve orada koyunlarıyla, köpekleriyle birlikte zaman geçirmek olabilir. Çünkü Pinot, hiçbir zaman bildiğimiz yıldızlardan olmadı. Hiçbir zaman kendisini çok fazla ciddiye alıyor hissi vermedi. Baskılara, beklentilere, şan ve şöhrete rağmen hep basit bir hayat sürdü. Hayvanlarıyla, futbol sevgisiyle ve bisiklet kariyeriyle dolu küçük bir dünya… O yüzden bundan sonraki hedeflerini anlamak, geleceğe dair duygularını bilmek çok da kolay değil. Bu zafer bir basamak mı olacak, merdivenin sonraki adımlarında neler var? Hepsi zamanla anlaşılacak şeyler. Lakin L’Equipe röportajını okurken aramızdaki mesafelere rağmen aynı fikirde olabileceğimizi düşündüm. Şöyle diyor Pinot: “Bu zafer kariyerimde kilit bir an olarak duracak. Belki de her şey bittiğinde, kazandığım en güzel şey olarak hatırlanacak.”
Gerçekten de böyle olabilir. Thibaut Pinot belki de dün, son 50 kilometrede, kariyerinin zirvesine çıkmıştır. Belki de tüm o korkular, hayal kırıklıkları, kaçan başarılar, omuzlarına yüklenen sorumluluklar, Vincenzo Nibali karşısında alınan mağlubiyetler, endişeli inişler, soru işaretleriyle dolu antrenmanlar bu zafer içindir. Belki de 2014’teki o saf, meraklı bakışın istediği de budur. Sadece bu.