1
23 Haziran 2004 gecesi, Britanya bisikletini sonsuza kadar değiştirdi. O gün, kariyerinin doruğunda olan David Millar, Britanya bisikletinin patronu Dave Brailsford’u Biarritz’deki bir restoranda konuk etmişti. Fakat birkaç saat içinde, aynı restorana beklenmedik başka misafirler de geldi. Millar’ın doping yaptığını düşünen Fransız polisi, masaya gelmiş; ikili, yetkililer eşliğinde İskoç bisikletçinin evine gitmişti. Orada bulunan şırıngalar Millar için her şeyin sonu anlamına geliyordu. O geceyi kodeste geçirdi. Şöhreti ve güvenilirliği sonsuza dek sarsılmıştı ve artık, birçok meslektaşı gibi o da dopingci olarak anılacaktı.
Bu andan 12 yıl sonra, bir başka Haziran günü David Millar’ı aradık. Socrates ofisinde Caner Eler ile birlikte telefon başındaydık ve hayat hikayesi 90’lar ve 2000’ler bisikletinden ayrı düşünülmeyecek Millar ile konuşmanın heyecanını yaşıyorduk. O ise her zamanki rahatlığıylaydı; kariyeri boyunca kelimelerle arası iyi olmuştu ve bu özelliği gazeteciler tarafından takdir ediliyordu. Ama rahatlığının tek sebebi de bu değildi. Artık emekli olmuş bir bisikletçiydi. Bunun yanında, Biarritz’deki o geceden sağlam dersler çıkarmış, hayatının geri kalanını dopingle mücadele ederek, en azından bunun böyle olduğunu söyleyerek geçirmişti. Ama kuvvetli eylemlerle de bu sözlerin devamını getirtmişti. Kitaplar yazmış, Jonathan Vaughters ile birlikte kurduğu Garmin takımında geçmişinde doping olan birçok isme ikinci şanslarını vermişti Kendi ifadesiyle doping artık onun kariyerinin başlığı değil, dipnotuydu. Ve artık samimiyeti çok da sorgulanmıyordu, hakkında şüpheler vardı ama genellikle ona bakan gözler artık sadece siyahı değil, beyazı da görüyordu.
Röportaja başladığımızda, David Millar’ın havalimanında beklediği uçak rötar yapmıştı. “Sorun” diyordu, muhabbetimiz uzadıkça yeni konular açmaya da imkanımız oluyordu. Bir yerde konu efsane Fransız antrenör Cyrille Guimard’dan açıldı. Millar, gelmiş geçmiş en büyük bisiklet beyni olarak gösterilen Guimard tarafından 18 yaşındayken keşfedilmişti. Guimard’dan bahsederken “O zamanın Brailsford’uydu” gibi bir ifade kullanmıştı. Buradan aldığımız güçle, bir ay sonra aynı soruyu Guimard’ın bir başka öğrencisi olan Greg LeMond’a yöneltmiş, anında “Oh, hayır” yanıtı almıştık. LeMond’a göre Brailsford önemli bir adamdı ama Guimard ile kıyaslanamazdı. Fransız efsane, çok daha başka bir seviyedeydi. Bunu söylerken LeMond’un sesinde bir nefret ya da küçümseme yoktu; ama ortada büyük bir sevgi olmadığı ortadaydı. Sözlerini şöyle bitirmişti: “Brailsford da övgüler alıyor ama Guimard ile aynı cümlede anılacak kadar uzun süredir bu işi yapmıyor. Gelecek 5-6 yıl, onun esas yerini görmemizi sağlayacak.”
2
Dave Brailsford’un yol bisikletine girişi kritik bir zamanda olmuştu. Lance Armstrong’un bütün kariyerinin bir doping ve yalan silsilesiyle dolu olduğunun ortaya çıktığı günlerde Britanya’nın yeni takımının temelleri atılıyor, güçlü sponsor desteği ve devasa bütçesiyle Team Sky kuruluyordu. Britanya, bisiklete eskiden beri sevdalı bir ülkeydi, 1960’larda bir Mont Ventoux çıkışında, kullandığı yasaklı maddelerin ve sıcağın etkisiyle hayatını kaybeden Tom Simpson, ironik bir şekilde Ada’nın ilk büyük efsanesi olmuştu. Belki bisikletin kalbi olan Fransa, Belçika, İtalya gibi ülkelere coğrafi olarak uzaklardı ama yine de iki tekere yabancı değillerdi. Simpson dışında da birçok isim çıkmış, Britanya yoldan piste bisikletin birçok dalında yıllarca aktif olmuştu.
1990’ların ortasında çıkan David Millar yepyeni bir ilginin kaynağı olmuş, Mark Cavendish ve Bradley Wiggins gibi birçok isim, Millar’dan aldıkları bayrağı çok uzak noktalara götürmüştü. Cav kısa sürede gelmiş geçmiş en büyük sprinter olarak anılmaya başlamıştı; Wiggins ise 2009 Fransa Bisiklet Turu’nda aldığı üçüncülük sonrası herkese aynı soruyu sordurtmuştu: “Acaba bir gün sarı mayoyu alabilir mi?”
Ama mesele sadece bayrağı ileri götürmek değildi. Lance Armstrong çağı, “Kazanmak için her yol mübahtır” anlayışının gencecik insanları nereye götüreceğini kanıtlamıştı. Artık her yol mübah değildi; bir mafya babası gibi örgütlenmemeniz, sizin foyanızı ortaya çıkaracak şeyleri bilen insanları tehdit etmemeniz ve ne olursa olsun, herkesi kandırabileceğinizi düşünmemeniz gerekiyordu. Zira gerçekler bir gün ortaya çıkıyordu ve güçlü sandığınız o kalenin kumdan olduğu anlaşılıyordu. Yükselişle düşüş arasında çok da uzak bir mesafe yoktu.
Dave Brailsford da bunun farkındaydı. Team Sky’ın kurulduğu günlerde “Beş yıl içinde Fransa Bisiklet Turu’nu kazanma”nın temel hedefleri olduğunu ifade ediyordu. Ama sadece bundan bahsetmiyor, açık ve şeffaf olmanın öneminin altını çiziyordu. Bütün bu sözler, Team Sky’ın bisiklet tarihindeki önemini büyütüyordu. Onlar sadece kazanması gereken büyük bir takım değildi, aynı zamanda bir kurtarıcı olabilirdi. Fakat 2010’dan bugüne uzanan gelişmelere. özellikle son birkaç aydaki haberlere, baktığımızda bu kalenin kumdan olmasa bile kağıttan inşa edildiğini görebiliyoruz.
3
Team Sky, en büyük hayalini kısa bir sürede gerçekleştirdi. Takımın kuruluşundan kısa bir süre sonra ilk Fransa Turu zaferi Bradley Wiggins ile 2012’de geldi. Bir sene sonra bu kez Chris Froome sarı mayoya yürüdü. Tıpkı Wiggo gibi Froomey de kariyerinin başında böyle bir ışık vermiyordu ama Brailsford başta olmak üzere Team Sky onların bu potansiyellerinin fark edilmeyi beklediğini düşünüyordu. Britanya takımı, dünyanın en pahalı kadrolarını kurmuştu, muhteşem imkanları vardı ve “marjinal kazanımlar” adını verdikleri felsefeleri birbiri ardına yıldızları çıkarmaya müsaade ediyordu.
Chris Froome’un Wiggins’ten farkı kariyerinin daha ortasına yeni gelmiş olmasıydı, çarpıcı bir tırmanışçıydı, belki de Tur tarihinin görmediği ataklar yapabiliyor ve selesinden kalkmadan rakiplerini paramparça ediyordu. İkinci ve üçüncü Fransa Turu zaferlerini 2015 ve 2016’da aldı. Bu süreçte Team Sky pelotonun yıldızıydı, verdikleri her röportajda iki tekerin en zeki beyinlerinin kendileri olduğunun altını çiziyor, yol bisikletini değiştirmeye geldiklerini söylüyordu. Doping geçmişi nedeniyle takım kurulurken transfer edilmesi düşünülmeyen David Millar bile onların tavırlarının ukala olduğunu belirtiyor, bisikletin geleneklerine daha fazla saygı duymaları gerektiğini ifade ediyordu.
Lâkin Froome’un zaferlerinden çok daha önce, daha Wiggins takım lideriyken Team Sky için tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Daha sonra David Walsh’un Inside Team Sky kitabında da geniş yer verdiği öyküye göre, Britanya takımı profesyonel yol bisikletinde daha önce çalışmamış doktorlardan ve teknik yetkililerden temiz bir takım kurmaya gayret ediyordu. Ama ilk yılında ekibin başı hastalıklardan kurtulamamış, bir türlü başarıya ulaşacak bir organizasyon kurulamamıştı.
Bu esnada Brailsford çözümü deneyimli Hollandalı doktor Geert Leinders ile anlaşmakta bulmuştu. Fakat kısa süre sonra geçmişte Rabobank takımında yaşanan birçok doping skandalının altında imzası bulunan Hollandalı doktorun Britanya takımına tıbbi danışmanlık yaptığı ortaya çıkmış, ekip büyük eleştiriler almıştı. Patron, çözümü “sıfır tolerans” teriminin arkasında bulmuştu. Bütün çalışanlarına ve bisikletçilerine bir kağıt imzalatmış, geçmişinde doping olan hiç kimsenin bir daha Team Sky çatısı altında yarışamayacağını ifade etmişti. Yalan söyleyenler de anlaşmanın yükümlülükleri gereği büyük cezalara çarptırılacaktı.
Sular buna rağmen durulmamıştı. Zira ekip yolda çok başarılıydı ama dışarıda büyük bir çelişki yumağıydı. Üzerlerindeki şüphe bulutlarına her seferinde zekice yanıtlar buluyorlardı ama tarzları ve eylemleri samimi değildi. Kuruluşlarından beri altlarını çizdikleri şeffaflık (transparency) bir noktadan sonra yarışlarda kullandıkları transparan mayolar dışında bir anlam ifade etmemeye başlamıştı. Şüpheli performansların o kadar da şüpheli olmadığını kanıtlayacak yollar bulduklarını söyüyorlar, sonra bu vaatlerin birçoğunu yerine getirmiyorlardı. En garibi de her zaman iletişimi çok iyi beceren Britanyalıların bir türlü ikna edici bir çizgi tutturamamasıydı. Fransızlar, İspanyollar, İtalyanlar onlardan nefret ediyordu. Bütün bu nefret kıskançlıkla açıklanabilirdi elbette.
Bir zamanlar bisikleti yöneten bu ülkelerin hiçbirinin Team Sky ile mücadele edecek gücü yoktu. Fakat tarihinde Fransa Turu’nda takımı ya da bisikletçisi yarışmamış olan Türkiye’nin onlarla ne gibi derdi olabilirdi ki? Eurosport Türkiye’de çalıştığım dönem boyunca (2012-2016) herhangi bir Team Sky bisikletçisinin büyük bir sempati topladığına şahit olmadım. Wiggins; kişiliği, müzik zevki, giyimi kuşamı ile seviliyordu ama yarışçılığı çok sıkıcı ve durağan bulunuyordu. Froome’un atakları heyecan vericiydi ama ani yükselişi güvenilir görülmüyordu. Renksiz kişiliği de handikapıydı. Bu sadece seyirci nezdinde yaşanan bir duygu da değildi. Bazen mikrofon başındayken, Froomey’in olağanüstü bir atağını yorumlarken “Acaba izlediğim şey ne kadar gerçek?” sorusunu kendime soruyordum. Bu, inanmakla inanmamak arasında ilerleyen bir yolculuktu.
Team Sky’ın bu atmosferde en büyük sorunu aslında performanstı. Ters anlamda. Çok iyilerdi ve bu durum, birçoklarının kafasındaki soruların durmamasına neden oluyordu. Wiggins’in kariyerinin ilk yıllarındaki doping karşıtı sert açıklamaları, Garmin’de elde ettiği üçüncülük, yıllar içinde dağlarda daha etkili bir isme dönüşmesi ve sarı mayoyu aldığı Fransa Turu’nda bile çok spektaküler bir dağ zaferi olmaması, daha çok zamana karşı etaplarında farkı yaratması hakkındaki şüphelerin Froome’a göre az olmasının nedeniydi. Team Sky’a bir domestik olarak transfer edilen Froomey ise esas dikkatleri üzerine çeken kişiydi. Bir zamanlar çok gerilerde bitirdiği Büyük Turlar’ın artık en büyük yıldızıydı. Kısa süre içerisinde tarihin en başarılı bisikletçilerinden birine dönüşmüş, Fransa Turu’nu üç kez kazanarak Greg LeMond gibi isimlerle aynı statüye gelmişti. Team Sky’ı takip eden ve bir gün onların da Lance ve ekibi gibi darmadağın olacağını düşünenler esas büyük sızıntının Güney Afrika kökenli Froome’dan geleceğini düşünüyordu. Ancak gerçekler, bir kez daha büyük bir sürpriz yaptı.
4
Gerçek darbe Rus hackerlardan geldi. İngiltere ve Rusya’nın atletizmdeki büyük savaşı kendisine bisiklette yeni bir cephe açmıştı. Devlet destekli doping yaptığı gerekçesiyle Olimpiyat Oyunları’nda atletizmden men edilen Rusya, 2016 yazında Britanya’dan intikamını aldı. Fancy Bears isimli hacker grubu, birçok sporcunun tıbbi raporunu sızdırmıştı. Bu raporlar Wiggins’in, kazandığı Fransa Turu da dâhil olmak üzere katıldığı büyük turlar öncesinde TUE (Therapeutic Use Exemption, yani yasaklı bir maddenin izin alınarak kullanılması) sistemi çerçevesinde üç kez yasaklı ilaç kullandığını gösteriyordu. Wiggins’in durumunda bu, astım ilaçlarıydı.
Listede dünyaca ünlü birçok isim vardı ama Wiggins’in bu ilaçlara başvurma sıklığı alarm zillerini çok sert biçimde çalmıştı. Yaptıkları illegal değildi. Ama etik olarak hep bahsettikleri o çizgiyi geçmişlerdi. Hastalık gerekçesiyle doktor kontrolünde bile olsa bu ilaçlara sıklıkla başvurulması, sistemin nasıl bir açığı olduğunu gösteriyordu. Chris Froome bile bu eski takım arkadaşına ve patronuna gereken desteği vermiyor, TUE konusunda kendisinin kartları her zaman açık oynadığını ifade ediyordu. O da astım gerekçesiyle buna başvurmuştu ama sızdırılan raporlarda onun adına yeni bir şey yoktu. Geçmişte zaten bu kullanımını basına açıklamıştı.
En büyük darbeyi ise bir çanta yaptı. Esasında Team Sky’daki karanlık işlerin devamına dair büyük bir haber olduğu doping karşıtı ünlü gazeteci Paul Kimmage’ın da kulağına gelmişti. Bir şüpheli çantadan bahsediliyordu ama o, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, istediği sonuca ulaşamamıştı. Daily Mail’den Matt Lawton ise büyük bir gazetecilik başarısı göstermiş, hadisenin arka planını ortaya çıkarmıştı. Yeni patlayan skandalın gerisini Ali Çolak’tan alıntılayalım: “Britanyalı gazeteci, Wiggins’e 2011 Criterium du Dauphine’nin son etabı öncesinde teslim edilen bir çantadan bahsediyordu. Çantanın içinde ne olduğuna dair resmi bir açıklama uzun süre gelmeyince TUE tartışmalarının odak noktası da bu oldu.
Brailsford nihayet bir açıklama yapıp çantanın içinde fluimucil bulunduğunu söylediğinde de kimse tatmin olmadı. Zira küçük bir araştırma sonucunda, bunun sadece boğazdaki balgamı temizlemek için kullanılan legal bir ilaç olduğunu öğrenmek mümkündü. Brailsford’un açıklaması, yeni soruları da beraberinde getirdi. Çantanın içinde yasaklı bir madde yoksa bunun açıklanması neden bu kadar uzun sürdü? Sorulardan ilki buydu. Bir diğeri ise Sky’ın her eczaneden reçetesiz alınabilecek basit bir ilacı İngiltere’den Fransa’ya getirerek neden zahmete girdiğiydi. Bunun cevabı, profesyonel bir davranış sergileyip işi şansa bırakmamak olabilir ama daha da önemli bir soru, yine Matt Lawton tarafından soruldu. Fluimucil, astım hastaları için kullanılması önerilmeyen bir ilaçtı. O zaman neden astımı olduğu bilinen Wiggins bu ilacı kullanıyordu?”
2016 sonunda başlayan parlemento araştırması da işleri Team Sky için kolaylaştırmadı. Herkes paketin içinde ne olduğunu merak ediyordu. Wiggins orada dinlenen isimlerden biri olmamıştı ama eski koçu Shane Sutton ve patronu Dave Brailsford soruları yanıtlamış, kesinlikle yanlış bir şey yapmadıklarını ifade etmişlerdi. Bu süreçte ortaya çıkan bir başka gelişme de şuydu. Brailsford, Daily Mail’in şüpheli çanta haberini yapacağını öğrenmiş, bunu engellemeye çalışmıştı. Matt Lawton’a yapabileceği bazı alternatif haberler öğrenmiş, iki buçuk saatlik görüşmenin sonunda Team Sky’ın sonunu getirebileceğini düşündüğü bu gelişmenin basına sızmaması için elinden geleni yapmıştı bile. Ama su bir kere akmaya başlamıştı ve durmuyordu.
Yıllar içinde Brailsford’un bisiklet dünyasında oluşturduğu ukala, ulaşılamaz adam şöhreti de bu süreçte ona yardımcı olmuyordu. Bu projeden ve temsil ettiği her şeyden nefret edenler bir zayıf nokta bulmuştu ve bu noktadan sonra ellerinden geleni yapacaklardı. Birkaç gün önce, Britanya kamuoyunun artan baskısının sonucunda bir grup Team Sky bisikletçisinin Brailsford’un istifasını isteyeceği haberleri dolaşıyordu. Bu gelişmeye de anında yalanlamalar gelmiş, Geraint Thomas başta olmak birçok isim patronlarının yüzde 100 arkasında olduklarını ifade etmişti. Twitter, “Brailsford bizim liderimiz” mesajlarıyla kaynıyordu. Ama bütün bu hengame içerisinde Chris Froome desteğini açıklamıyor, katıldığı bir yemek programıyla ilgili tweet atıyordu. Bu, istifa haberinin kaynağının da neresi olduğunu anlatan bir gelişmeydi.
5
Rus hackerların yaydığı dosyalar neticesinde başlayan tartışmaların üzerine David Millar, New York Times’a bir yazı kaleme almıştı. Burada, 2004 yazındaki o Biarritz gecesinden beri anlattığı yaşam öyküsünü, bir de ABD’li okuyucularla paylaşıyordu: “Küçükken hep Fransa Turu’nda yarışmayı düşlerdim. Babam Hava Kuvvetleri’nde çalışan bir askerdi, annem bir öğretmendi ve dedem bir denizciydi. Bu yüzden de askeri tarzda yetiştirilmiştim; küçük yaşlardan itibaren doğruyla yanlış arasındaki farklar beynimde yankılanmıştı. 1996’da 19 yaşında evi terk ettiğimde rüyamı takip etmek istiyordum, iyi ve dürüst bir genç adam olduğuma inanıyordum. Naif bir idealisttim, dünyayı siyahla beyaz arasında görüyordum.” Gerisini tahmin edersiniz. Fransa’ya geliş, erkan yaşta parlama, dopingle tanışma, ceza ve skandalların merkezinde geçen bir yaşam, yalanlar ve sonra bu yalanlarla yüzleşme…
Aslında mesele bu kadar basitti. Hayatın birçok alanında olduğu dopingte de işin içine “Ama” girdiği an şüpheler başlıyor. Hollandalı doktorla çalıştık ama bir sorun neden çalıştık! Bu TUE’leri kullandık ama şu yüzden kullandık. Bu çanta şüpheli görünüyor ama aslında içinde şunlar var. Bütün bu ‘ama’lar bir de zaten çok sempati toplamayan şöhretinizle birleştiğinde işler bir hâyli zorlaşıyor. Siyahın karşısında beyazı tercih ederek başladığınızı söylediğiniz serüvende gri noktalarda hareket etmeye başladığınızda inandırıcılığınız azalıyor. Bütün bu bahaneler, reçeteler, raporlar, çantalar yan yana gelince insanların bir noktadan sonra size baktıklarında gördükleri tek şey mayolarınızın rengi oluyor: Siyah.
Belki Millar da samimi değil. Bunu artık bilmemiz mümkün değil. O artık eski bir bisikletçi ve bütün bu skandalları arkasında bırakarak ilerlediği yaşamında artık başka meşgaleleri var. Fakat burada söyledikleri çok basit. Lance Armstrong çağından sonra bisikletin artık çok daha temiz bir yer olduğunu o da düşünüyor. En azından eskisi gibi kirli değil. Evet, bu örnekte gördüğümüz gibi hâlâ tartışılan performanslar var ama yine de bu, tartışılmayan performanslardan sayıca az. Büyük resme baktığımızda geleceğe dair umutla dolacak ya da en azından tutunacak dallar bulabiliyoruz.
Bütün bu gelişmelere rağmen TUE’lerin dopingle mücadelede bisikletin Armstrong sonrası gördüğü en büyük problem olduğu düşünen Millar’ın çok basit bir çözümü var. “Eğer bisikletçiler hastalıkları gerekçesiyle bu ilaçları kullanmak istiyorlarsa bunu doktorların izniyle kullanabilsinler. Ama bunun yarışma zamanlarında kullanması yasaklansın ve yarışma içinde çıktıklarında doping olarak cezalandırılsın. ” Marcel Kittel ve birçok bisikletçi de aynı fikirde. Bugünlerde “Eğer bu ağır, performans arttırıcı ilaçları kullanacak kadar kötü durumdalarsa, yarışmayı bıraksınlar” görüşü ağır basıyor.
Yine de bu skandaldan kaçacak bir yerimiz yok. Her geçen gün yeni bir haber basına sızdırılıyor ve Team Sky üzerindeki şüphe bulutları büyümeyi sürdürüyor. Uzun yıllardır Dave Brailsford’u destekleyen İngiliz gazetecilerden birçoğu patronun artık istifa etmesi gerektiğini düşünüyor. Zira takımda kaldığı her gün, ayrı bir tartışma konusuna dönüşmüş durumda. Ve Paul Kimmage’ın da dediği gibi daha yolun çok başındayız. Şu an daha çok Britanya içinde haber olan bütün bu gelişmeler zinciri, bisiklet sezonu ilerledikçe büyüyerek Avrupa’da konuşulacak. Kağıttan kale her gün yeni bir darbe alacak. Nereden mi biliyoruz? Zira bu filmi daha önce görmüştük.