Bu röportajın tam versiyonu ilk olarak Socrates’in Mart 2020 sayısında yayımlanmıştır. Tüm nüshalarımıza bu adresten erişebilirsiniz.
Andrey Vatutin’in akıcı Fransızca konuştuğunu biliyoruz. CSKA’nın 2014 yazındaki transfer girişimini oradan başlayarak mı almak lazım?
Gerçekten hayran kalmıştım. Andrey ve kulüp tarafından istendiğimi hissettim, başkan senin de söylediğin gibi benimle defalarca birebir konuştu. Koç Dimitris Itoudis devreye girdi, “Eğer gelirsen bak şöyle oynayacaksın, yanında bu oyuncular olacak” falan… CSKA’nın yaklaşımı, planlaması sonucu kendimi çok iyi hissettim. Toronto’da beni ziyarete geldiklerinde hafta sonuna kadar düşünme süresi isteyip Moskova’ya uçtum. Beni önce Kyle Hines karşıladı, ardından Milos Teodosic… Milos’la daha ilk konuşmamda “Hadi boşver ayaküstü konuşmayalım. Gel bir öğle yemeği yiyelim şimdi” demiş ve beni kolumdan tutup bir restorana götürmüştü. Kariyerimin o döneminde, ihtiyaç duyduğum bir yaklaşımdı bu. Belki yine büyük rolde değil ama NBA’de kalabilecek durumdayken bu yüzden CSKA’yı seçtim.
CSKA, başarılı olduğu dönemlerde bile dışarıdan hep soğuk gözüken takımlara sahip oldu. Sizin döneminizde de boş tribünlere karşı defalarca maç oynadınız ama Itoudis dönemi sanki biraz farklı. “Bir Balkan takımı gibiydiniz” demiyorum ama oyuncular, tribünler ve yönetim, birbirine hiç olmadığı kadar yakındı sanki…
San Antonio’ya indiğimde beni bir toplantıya almışlardı. Böyle, “Kulübe hoş geldin” etkinliği gibi bir şey. Ben herhalde rutin konuşmalar içeriyor diye düşünüyorum, karşımdaki ekip bana üç soru yöneltti:
– Valencia’da en çok ne hoşuna giderdi?
– Kulüp senin rahat hissetmen için ne yaptı?
– Bize verebileceğin bir tavsiye var mı?
Bakın daha ilk günüm. Bunu her gelen yeni oyuncuyla yapıyorlar. Etkilenmiştim ve CSKA’da yine Vatutin’le konuşarak böyle bir organizasyon kurmaya çalıştık. Kyle Hines ve ben; ek olarak eşlerimiz, saha dışında birçok etkinlik düzenledik. ‘CSKA çocukları’ diye bir şey yaptık örneğin; takımdaki herkes çocuklarını aynı yere getirip bırakıyor, çocuklar hep birlikte oynuyor ve oyuncu eşleri dahil, günü birlikte geçiriyorduk. Vatutin sezon sonunda benim yanıma gelip “Nando, yirmi yıldır buradayım. Birbirini bu kadar seven bir ekip görmedim” demişti. Kazandığımız iki EuroLeague şampiyonluğunda da aile gibiydik.
Vatutin kısa süre sonra, “Nando’nun Fenerbahçe’ye gitme kararı beni çok şaşırttı. NBA’e gitmesini bekliyorduk. Planlarda İstanbul yoktu” diyecekti…
Moskova’da geçen beş yılda artık başaracağım bir şey kalmamıştı. Takım için yapabileceğim her şeyi yapmış, yeni bir heyecana ihtiyaç duyar haldeydim. Vatutin ve Itoudis bunu pek anlamadılar. “Tamam, daha farklı bir kontrat önerelim” diye cevap verdiler ama ben istemedim. Bir-iki sene daha Moskova’da kalıp kötü anılarla ayrılmak istemiyordum. NBA ile değil, Fenerbahçe’yle görüştüğümün haberini alınca “Nando, neden?” dediler, hatta koç Dimitris Itoudis bana çok sinirlendi ama kararımı vermiştim.
NBA’den Milwaukee Bucks durumumu takip etti ama asla ciddi bir teklif yoktu masada. En azından resmi kanallardan bana bir şey ulaşmadı. Zeljko Obradovic’le birlikte çalışmak istedim ve kariyerimde İspanya’ya geri dönüş için henüz erken olduğunu düşündüm. Moskova’da beş yıl uzun bir süre. Bana inanın.
Real Madrid’in teklifi yok muydu yani?
Vardı elbette. Ama Fenerbahçe’ye göre daha yavaş davranmak durumunda kaldılar çünkü İspanya’daki ‘tanteo’ kuralına göre benim eski takımım Valencia’nın izin vermesi gerekli ki ACB’den başka bir takımla kontrat yapabileyim… Hem o işlemler zaman aldı hem de Fenerbahçe’nin teklifi daha cazipti.
Ne açıdan?
Finansal açıdan değil bir kere. Real ile Fenerbahçe’nin teklifleri birbirine denkti. Koç Obradovic’le daha önce birlikte çalışmamıştım ama hakkında çok şey duymuştum. ‘Protege’si Itoudis için ona karşı oynadığı maçlar çok şey ifade ederdi, büyük anlam yüklerdi Obradovic’le olan eşleşmelerine. Gayet normal tabii; biz de bunu bilirdik… Belki Itoudis o kabuğu kırmak istediği ve kendisini de bir patron olarak gördüğü için Zeljko özelinde bizle fazla konuşmazdı. Ama bilirdik. Bu sezon da hakkında hep iyi şeyler duyduğum Fenerbahçe ve koç Obradovic için buraya gelmek istedim.
Fenerbahçe taraftarı, yaz döneminde sizin ve eşinizin sosyal medya hesaplarına yüzlerce, hatta binlerce mesaj yazdı. Bu nasıl hissettirmişti?
Evet, bildirimlerin hiç durmadığı bir dönem vardı. Tabii ki mutlu oldum ilgiden ötürü. Gerçi eşim Vero, şakayla karışık biraz tepki göstererek “Nando benim de bir hayatım var” demişti ama olsun. Bu tür durumlarda, büyüdüğüm evdeki odamda asılı Allen Iverson posterini ve orada yazan “Bir milyon insan seni çok sevecek. On milyon kişi de nefret edecek” ifadesini hatırlıyorum. Sosyal medyayı bilgi akışı için kullanmak güzel ama çok da önem vermemek lazım. Çünkü çoğu zaman sahte. Çoğu zaman, insanlar kendini olduğundan daha güçlü hissetmek için bu girdaba kapılıp gidiyor. Ben yapmıyorum.