Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

YorumST. PAULI’NİN DÖNÜŞÜMÜ

St. Pauli saha dışında her şeyi doğru yapan bir takım. Ama artık kazanmaya başlamanın zamanı.

*Bu yazı ilk olarak 8by8’in 6. sayısında yayımlanmıştır. 

Bisikletle yaklaşan genç adamın kim olduğunu kavrayamamış olmamın iki sebebi var. Birincisi, onun bisikletle gelmesini beklemiyordum. İkincisi ise St. Pauli kulüp merkezinin çatısından kendisini görebilmek pek kolay değildi.

Binanın üstünde üç tane bayrak dalgalanıyor. Ortadaki bayrak St. Pauli armasını ve kulübün renkleri olan kahverengi ile beyazı taşımakta. Soldaki bayrak kulübün bulunduğu bölgede yaşayan dar gelirli insanlar için kurulan bağış toplama projesinin bilgilerine barındırıyor. Sağdaki bayrak ise homoseksüel haklarını temsil eden gökkuşağı renklerini…

Oke’yi en son 2002’de görmüştüm. O zamanlar, üniversiteden yeni mezun olmuş, Freiburg’da bir pazar gazetesi için çalışıyordu. Benden 10 yaş küçüktü ama saniyesinde ona kanım ısınmıştı. Futbol ve müzik üzerine güzel muhabbetler ettiğimizi hatırlıyorum.

Oke, St. Pauli’yi destekliyordu ve takımın fanzinlerinden birinde yazıyordu. Freiburg’da kaldığım birkaç gün içinde St. Pauli, Energie Cottbus’tan dört gol yemiş ve ezici bir mağlubiyet almıştı. O günlerde Bundesliga’da geçirdikleri sezonun sonunda St. Pauli için küme düşme güçlü bir ihtimal hâline geliyordu. “10 dakika içinde döneceğim, tamam mı?” diyor Oke elimi sıktıktan sonra, “Halletmem gereken birkaç şey var ama çok uzun sürmez.”

Görüşmediğimiz 13 yıl içinde kendisine bir çok yerde denk gelebilirdim. Bir Bundesliga maçı öncesi veya sonrasında basın odasında, St. Pauli benim yaşadığım şehre deplasmana geldiğinde veya gözlerden uzak bir gece kulübünde pek duyulmamış bir grubu keşfederken. Ama St. Pauli’nin yeni başkanıyla görüşmek için talepte bulunduğumda karşıma Oke Göttlich adlı genç müzik girişimcisinin çıkacağını kim tahmin edebilirdi ki?

St. Pauli başkanının işlerini halletmek için girdiği kapının arkasında bir poster asılmış. Poster, St. Pauli’nin açmayı planladığı müze için para toplamayı hedefliyor. “Kupamız olmayabilir” diye başlıyor poster, “Onun yerine çok daha önemli bir şeye sahibiz. Bizim anlatacak bir hikâyemiz var. Hamburg’dan çıkmış, sırtını yerel halka dayayan bir kulübün nasıl Avrupa’nın en meşhur takımlarından biri haline geldiğinin akıl almaz hikâyesi. Büyük kupalar veya arkamızda paranın gücü olmadan.”

Genç başkan Oke Göttlich'in döneminde St. Pauli'nin yeni hayalleri var.
Genç başkan Oke Göttlich’in döneminde St. Pauli’nin yeni hayalleri var.

30 yıl önce ele avuca sığmaz bir grup evsiz-anarşistin sıradan bir futbol kulübünün tüm karakterini baştan aşağı değiştirme öyküsü gerçekten de oldukça özel. Ve St. Pauli kesinlikle sınırlarının ötesinde de fazlasıyla popüler. Oke’yle buluşmadan birkaç gün önce kulüple ilgili ilk İtalyanca kitap, Ribelli, Sociali e Romantici yayımlandı. Geçtiğimiz sene ise kulübün iç yüzünü aktaran ilk İngilizce kitap Pirates, Punks & Politics piyasaya çıkmıştı.

St. Pauli’nin şöhreti Avrupa’yla da kısıtlı değil. Eğer New Jersey kökenli rock grubu Gaslight Anthem’in konserine giderseniz, kulübün en tanındık simgelerinden biri hâline gelmiş korsan bayrağına denk gelmek pekala mümkün. Zira grubun gitaristi Alex Rosamilia oldukça sadık bir St. Pauli takipçisi. (Grup 2012 yılında Almanya turnesindeyken, Rosamilia St. Pauli’yi tribünden izleme fırsatı yakaladı. Tipik bir şekilde St. Pauli ilk yarı bitmeden 3-0 geriye düşmüştü.)

New York’ta bile bir St. Pauli taraftar kulübü mevcut, East River Pirates (Güney Nehri Korsanları). “Her hafta St. Pauli’nin maçlarını bant üzerinden keyifli bir dostluk havasında izliyoruz,” diye açıklıyor East River Pirates durumu. “Ayrıca St. Pauli’nin gösterdiği ırkçılığa, homofobiye ve faşizme karşı sağlam duruşu da gururla taşıyoruz.” Bu yaklaşım 2006 yılında Washing Post’un hazırladığı bir haberde kendine yer buldu. Gazete şaşkınlıkla takımın “dövme dolu kollarını özgür ruhlara, sol görüşlülere, dışlananlara, punklara, liman işçilerine, evsizlere ve travestilere açtığını” yazıyordu. O halde CNN’in dört yıl önce St. Pauli’yi “futbolun en havalı takımı” ilan etmesine şaşırmamak gerek.

Aslında St. Pauli’nin, futbolu sadece bir oyundan fazlası olarak görenler tarafından “havalı” görülmesi çok doğal. Kulüp doğru şeyleri söylüyor, doğru şeyleri yapıyor ve doğru kıyafetleri giyiyor. Modern futbolun boşluğundan, açgözlülüğünden ve şişirilmesinden bunalmış veya Bayern gibi büyük ve zengin bir takımı desteklemeyi “çok kolay” bulan insanlar için sığınılabilecek bir liman işlevi görüyor.

Bu insanlar 1989 yılında Bayern’in St. Pauli deplasmanına geldiği günün hikâyesine bayılacaktır. Maç günü kitapçığının kapağında St. Pauli taraftarları arasında tanıdık bir yüz olan Tattoo Theo’nun sağ yumruğunu kaldırmış bir fotoğrafı yer alıyordu. Theo’nun kafasının üzerinde ise büyük puntolarla, gözden kaçması imkansız bir şekilde başlık atılmıştı: “Sınıf Savaşı.” Bayern’in üst düzey yöneticilerinden biri duruma o kadar sinirlenmişti ki, maç programının genel satışa sunulmasını engellemek için bir mahkeme kararı bile çıkarttırdı. (Merak edenler için “sınıf savaşını” Bayern 2-0 kazandı.)

Ancak Almanya’da işler göründüğünden biraz daha farklı. Sadık taraftarlar arasında son birkaç yıldır St. Pauli’ye karşı oluşan bir tepki söz konusu. Sürekli kulağıma çalınan bir şey var, Almanya’da insanların tutmayı seçtiği iki takım mevcut, biri St. Pauli, diğeriyse Bayern. Bu görüş aslında asi bir duruşa sahip olan St. Pauli’yi desteklemenin bir heves olduğunu ima ediyor. Üzerinde St. Pauli arması olan bir ürün giymek de modanın, havalı olmanın bir parçası.

Her açıdan, iki yaklaşım da aynı varsayıma dayanıyor, St. Pauli aslında futbolla pek alakalı değil. Aslında Oke gibi genç, tecrübesiz birinin nasıl başkan olduğunu açıklayabilecek bir düşünce bu.

"Futbol hipsterları" St. Pauli tribünlerinde...
“Futbol hipsterları” St. Pauli tribünlerinde…

Fakat bir St. Pauli maçına giderseniz ve bu düşüncenin tamamen saçmalık olduğunu fark edebilirsiniz. Evet, maç sırasında St. Pauli’nin büyüsüne kapılıp tribüne sürüklenmiş, modaya ayak uydurmuş ve tribünün atmosferini yaşamaya çalışan “futbol hipsterlarını” görmek mümkün. Ama inanın, oldukça azınlıktalar ve gerçek taraftarlardan hızlıca ayırt edilebiliyorlar. Buradaki herkes modaya uygun veya havalı değil. Bira sırasında takılan biri, deri ceketine “The Clash – London” yazısı işlenmiş bir adam, ortalıkta “Mülteciler Hoş Geldiniz!” yazılı bir spor çantasıyla dolaşan genç veya klinik depresyon yaşayan St. Pauli taraftarına yardımcı olmak için gönüllü bir organizasyon kurmaya çalışan müzik kulübü sahibi… Bu insanlar havalı değiller, sadece kendileri gibi davranıyorlar.

Ayrıca maç günü stadın etrafında ufak bir tur attığınızda, burada futbolun ikinci planda kalmadığını fark ediyorsunuz. Eski püskü Volkswagen’dan, Mercedes’e kadar, neredeyse her araçta bir St. Pauli çıkartması mevcut. Yakınlardaki her ev bir St. Pauli bayrağına ev sahipliği yapıyor. Bayraklardan birinin üzerinde bulunan “Başlarım 3. Lig’e!” yazısı da gözden kaçmayan bir detay.

İşte bütün sorunlar burada başlıyor. St. Pauli aslında futbolla alakalı ancak oynadıkları futbol hiç iyi değil. Hatta o kadar kötü ki, Bundesliga’ya yükseldikten beş yıl sonra, St. Pauli 3. Lig’e düşme tehlikesiyle karşı karşıya.

Yaklaşık otuz yıl önce, 1987’de, St. Pauli ikinci ligde oynayan ve 6 bin kişi tarafından izlenen bir futbol kulübüydü. Aslına bakarsanız bu durum moral bozucu değil, keyif vericiydi. Çünkü 1987’den önce St. Pauli o kadar kötü bir haldeydi ki, Almanya Futbol Federasyon’u takımı amatör lige düşürmüştü. İyi bir günde takımı iki bin taraftar izliyordu ve iyi günlere oldukça nadir rastlanıyordu. 1980 yılında, St. Pauli’nin yetmişinci doğum gününde, kalan birkaç ortak, yönetim kuruluna şirketlerinin reklamlarını takım tarafından kullanılmamasını istedi, kendilerini bu kadar başarısız bir kulüple bağdaştırmak istemiyorlardı.

1980’den 1987’ye kadar birçok farklı insan St. Pauli’yi izlemeye geldi. Bazıları şehrin büyük kulübü olan Hamburg SV taraftarı olarak büyümüş ama taraftarın arasında yaygın olan sağ görüşler sebebiyle kulüpten ister istemez soğumuşlardı. Punklar, St. Pauli bölgesindeki yeraltı müzik kulüplerini takip ederken takıma tutulmuş, politik aktivistler Hamburg’daki komün evlerini polis ve neo-faşistlere karşı savunurken takımla bağ kurmuşlardı.

10 yıl evvel, St. Pauli yine iflasın eşiğine sürüklendi. Takımın geleceği oldukça muğlakken, bu sefer yardıma koşan Bayern oldu. St. Pauli’nin evinde oynanan yardım maçında takımın gerçekten çok ama çok ihtiyacı olan 200 bin Euro toplandı ve maçı Bayern 1-0 kazandı. Dönemin başkanı Corny Littman da takımı kurtarmak adına çaresiz bir adım atarak, St. Pauli markasının haklarını yerel bir şirkete sattı.

Bu takımın satılan ürünlerden çok az kâr ettiği anlamına geliyor. Durumu Oke’ye aktardığımda, fazla bir şey söyleyemeyeceğini çünkü meselenin hâlâ mahkemede olduğunu açıklıyor. Çok detaya giremese de verdiği bilgi çarpıcı, St. Pauli diğer kulüplerin kendi ürünlerinden kazandığının ancak dörtte biri kadar kar elde edebiliyor.

Taraftar her ne kadar resmi ürünleri boykot etmese de ev yapımı St. Pauli ürünleri tercih ediliyor. Aslında bu St. Pauli’nin ardı ardına kötü kararlar verme eğiliminin saha içi ve dışında da aynı işlediğini gösteriyor. Oke’yle oturduğumda St. Pauli ligin bitmesine altı maç kala ligin sonuncularından biri.

Geçtiğimiz sezon beklenmedik bir şekilde Bundesliga’dan düşen Nurnberg’le oynanan maçta galibiyet St. Pauli için olmazsa olmaz. Maç aslında St. Pauli’nin iç karartıcı sezonu hakkında bilmeniz gereken her şeyi size anlatabilir; takımın en iyi oyuncusu, direklerden dönen topların da yardımıyla, 26 yaşındaki kaleci Robin Himmelmann oluyor. Maçın son dakikasına girerken, golsüz eşitlik bozulamıyor.

“Bu sorunlar bir gecede ortaya çıkabilecek cinsten değil,” diyor St. Pauli’deki 170 maçlık kariyerinden sonra teknik direktörlük görevini üstlenen Thomas Meggle. “Takımın bu hale gelmesi yavaş yavaş gelişen bir süreç.”

Thomas Meggle: St. Pauli'de önce futbolcu, sonra teknik direktör.
Thomas Meggle: St. Pauli’de önce futbolcu, sonra teknik direktör.

“Takım bu sezon içinde açık bir şekilde rehavete kapıldı,” diye de devam ediyor. “Sezonun başında St. Pauli’nin Almanya’nın en iyi 25 kulübü arasında kalacağına dair genel bir hissiyat vardı. Ligde yeni yeni güçlenen, örneğin Ingolstadt ve Leipzig gibi para desteğine veya Kaiserslautern ve Düsseldorf güçlü bir futbol geleneğine sahip olan takımların bizi sollayıp geçmesine izin verdik.” Meggle henüz 40 yaşında. St. Pauli’nin Bundesliga’ya yükseldiği 2010 yılının sonunda dizindeki sakatlıktan dolayı futbola veda etmiş ancak takımla bağlarını koparmamış.

“Sorunlarımız derbi maçıyla birlikte başladı,” diye açıklıyor Meggle. Şubat 2011’de oynanan ve St. Pauli tarihinin en önemli maçlarından biri hâline gelen Hamburg deplasmanından bahsediyor. St. Pauli’nin 33 senedir kazandığı ilk Hamburg derbisi olmasının yanı sıra, maçın bitişiyle takım ligde orta sıralara yerleşmeyi başardı. Durum oldukça ümit verici görünüyordu ancak Thomas’ın söylediği gibi, St. Pauli için önü kesilemeyen düşüşün başlangıcı da bu maç olacaktı.

“Bir çok şey yanlış gitti,” diyerek katılıyor Oke. “Takımda doğru düzgün bir yapı yoktu. Bunu duymak insanların hoşuna gitmeyebilir ama olması gereken kontrol mekanizmalarından yoksun bir hâldeydik. Eminim ki insanların St. Pauli’nin aslında futbolla alakalı olmadığını söylediğini duymuşsundur.”

Bunun tam bir saçmalık olduğunu gözlerimle gördüğümü söylemeyi düşünürken Oke sözlerine devam etti, “Kesinlikle haklılar! Elimizde rakiplerimizi ve yeni oyuncuları izlemek için bir keşif takımı veya profesyonel bir şekilde maç analizi yapacak sistem yoktu. Nasıl oluyor da Mainz ve Freiburg gibi küçük takımlar diğer takımlara kafa tutabiliyor? Çünkü asıl noktaya odaklanabiliyorlar. Yani futbola. St. Pauli ise futbolu unutmuş durumda.”

“Bu takıma iyi bir gelecek kazandırmak istiyorsak herkesle iletişime geçebilmeliyiz. Takımın otantik ve farklı olması bir yana, günün sonunda taraftarlara ‘Bu kulüp önemli bir duruşa sahip — ama ne yazık ki aynı zamanda profesyonel de olabilmeli’ diyebilmeliyiz.”

Pirates, Punks & Politics’in yazarı Davidson’a Oke Göttlich’i sorduğumda, “Genel görüş, takımı şu an yönetenlerin eskiye göre taraftar kulüpleriyle ve St. Pauli kültürüyle daha iyi bağ kurabildiği şeklinde” diye açıklıyor. Öyleyse Oke’nin takımı modern dünyaya ve daha profesyonel bir ortama taşıyabileceğini söyleyebiliriz.

“St. Pauli her zaman için sosyal ve çevresini umursayan bir kulüp oldu ve öyle kalacak,” diyor Oke. “Her zaman için ırkçılığa ve homofobiye karşı tavrımızı koyup, güçsüz ve fakirleri korumaya devam edeceğiz. Çünkü bu duruş bizim için inanılmaz derecede önemli. Bu artık kanımıza işledi diyebiliriz. Ama aynı tutku ve eforu yeşil sahada da görmek istiyoruz! Kendimize sormamız gereken soru şu: ‘St. Pauli’nin nasıl bir futbol oynamasını istiyoruz?’ Ve cevap kesinlikle ‘insanları heyecanlandıracak tarzda’ bir futbol olmalı.”

Nurnberg maçının insanları heyecanlandırdığını pek söyleyemeyiz. St. Pauli 90. dakikada bütün maç boyunca elde ettiği ikinci korneri atmaya hazırlanıyordu. Kale arkasındaki taraftarlar bir ağızdan “Forza St. Pauli” marşını söylerken, top yavaşça ceza sahasına süzüldü. St. Pauli’nin stoperi Lasse Sobiech topa kafa vurdu ve top kalenin sağına doğru gönderdi. Ceza sahasında olan her oyuncu topun kaleye gidişini izlerken, topun ağlarla buluştuğu saniyede tribünlerden kopan gürültü çevredeki her evin camını titretebilecek güçteydi.

Bitiş düdüğüyle birlikte Oke soyunma odasına giden tünelin sonunda yerini aldı ve geçen her oyuncuya sarılarak bu önemli maçı kazandıkları için onları bizzat tebrik etti.

Maçtan iki hafta sonra St. Pauli’nin genç başkanı, Almanya’da tren çalışanları greve gittiğinden dolayı sosyal medya hesapları üzerinden deplasmana giden taraftarlara kendisini de götürmelerini rica eden mesajlar paylaşıyordu.

Çeviri: Suat Alper Orhan

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Sıfır

Sıfır

4 sene önce
Kardeşlik ve Birlik

Kardeşlik ve Birlik

7 sene önce