Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

YorumŞimdi Değilse Ne Zaman?

Amerikan üniversitelerinde koç şiddetiyle ilgili farkındalık artmışa benziyor. Zorba koçların devri nihayet kapanıyor mu?

* Bu yazı Alexander Wolff imzasıyla Sports Illustrated’ın 28 Eylül 2015 tarihli sayısında yayımlandı.

Simon Cvijanovic’in bir zamanlar kendini her şeyden önce bir Illinois Üniversitesi futbolcusu olarak tanımladığını Twitter’da seçtiği kullanıcı adından anlayabiliyoruz. @IlliniSi olarak da bilinen eski offensive tackle oyuncusunun, üniversite yıllarında karşılaştığı şiddet vakalarını da yine bu sosyal medya platformu aracılığıyla öğrendik. Cvijanovic’in tanıklıkları, gücün uzun süredir oyuncuların hakları pahasına koçlara meylettiği bir kolej sporları düzenini işaret ediyordu.

Cleveland’da yetişen ve son senesinde Illinois hücum hattının değişmezlerinden biri haline gelen Cvijanovic, üçüncü sezonunu geçirmekte olan koç Tim Beckman’ın kendisini diz ve omuz sakatlıklarına rağmen sahaya çıkmaya zorladığını iddia etti. Cvijanovic’in direnci, Beckman’ı baskısını daha da ileri götürmeye sevk etmişti. Koçun oyuncusuna verdiği cezalar arasında antrenmanları rakip takımın formasıyla izlemek de vardı. Cvijanovic’e göre, koçu ondan sakatlıklarının boyutunu da gizliyordu.

“Sakatsam sakatımdır. Bana her gün ‘ödlek’ diyerek, vücudum için kötü kararlar vermemi sağlayamazsınız.”

Bu yürekten bir yakarış mıydı, yoksa 2014 sezonunun sonunda takımdan ayrılan bir oyuncunun kuyruk acısı mıydı? Illinois Üniversitesi’nin atletik direktörü Mike Thomas, Cvijanovic’in feveranını ilk olarak Beckman’a yönelik “kişisel bir saldırı” olarak niteledi. Mevcut Illini kadrosunun çekirdeğini oluşturan oyuncular da koçlarının yanında saf tuttu. Ama zaman içinde senaryo tersine döndü. Beckman’ın Champaign’e gelmeden önce çalıştırdığı Toledo’daki oyuncularından Andrew Weber, Twitter hesabına girdi ve tartışmaya katıldı: “Aynı sorunları biz de yaşıyorduk. Ayağa kalkıp sesini yükselttiğin için teşekkürler!” Daily Illini ve Chicago Tribune gazeteleri, Cvijanovic’inkine benzer hikayeler anlatan başka oyuncular buldu; ikincisinin haberine göre, altı Illini oyuncusu daha Cvijanovic’e katılıyor ve sakatlıkları sırasında Beckman’ın kendilerini burslarını ellerinden almakla tehdit ettiğini açıklıyordu. Rektör Phyllis Wise, bu iddialar üzerine bağımsız bir avukatlık firmasını soruşturma için görevlendirdi. Ağustos ayının sonunda, yani takımın sezonu açmasına bir hafta kala, Thomas soruşturmadaki ilk bulguların Cvijanovic’in iddialarını desteklediğini öne sürerek Beckman’ın işine son verildiğini duyurdu. Beckman’ın avukatı Bruce Braun ise Sports Illustrated’a üniversitenin koçun kontratını sonlandırmak için acele ettiğini, kendi soruşturmalarının tamamlanmasını bile beklemediklerini söylüyor ve ekliyordu: “Sözü edilen ilk bulgular tamamıyla mesnetsiz ve güvenilirlikten uzaktı.”

Illinois offensive linesman Simon Cvijanovic (68) is taken from the field after being injured during an NCAA college football game, Saturday, Nov. 9, 2013, in Bloomington, Ind. Indiana defeated Illinois 52-35. (AP Photo/Doug McSchooler)
Tim Beckman’ın, Simon Cvijanovic’i diz ve omuz sakatlıklarına rağmen sahaya çıkmaya zorladığı iddia edildi.

Kolej sporlarının oyuncularına eziyet eden koçlarla uzun bir geçmişi var. Bilindiği üzere, Bear Bryant’ın 1954 Texas A&M takımı (Junction Boys) ve Charlie Bradshaw’un 1962 Kentucky takımı (Thin Thirty) bugünün “işkence” tanımına uyan metotlara katlanmak zorunda kalmışlardı. Artık istismardan beslenen liderlik altında kenetlenen erkekler hakkındaki puslu mitlerin yerini delil niteliğindeki videolarda apaçık karşımıza çıkan zorbalık görüntüleri almış durumda. Indiana’nın ünlü koçu Bobby Knight’ın 1997’de oyuncusu Neil Reed’in boğazına sarıldığı anları ya da daha yakın bir tarihte Rutgers oyuncularını itip kakan, tekmeleyen ve bu fiziksel şiddetle yetinmeyip ağır homofobik küfürlerle antrenmanda terör estiren Mike Rice’ı bizzat seyredebiliyoruz. Bununla birlikte gelir dışı sporlardaki “koç şiddeti” suçlamaları da daha sık su yüzüne çıkıyor, özellikle de kadınlara yönelik şiddet vakaları. Bu belki şiddetin eskiye oranla artış gösterdiği anlamına gelmiyor; ancak dijital çağın yardımıyla her gün daha fazla insan yaşadıklarını paylaşıyor ve hakları için mücadele ediyor.

Bugünlerde haber bültenlerini işgal eden suçlamalar, Big Ten futboluyla özdeşleştirilen o parıltıdan çok uzak. Yahoo! Sports’un 2013 tarihli haberinde, Utah Üniversitesi yüzücüleri eski koçları Greg Winslow’un antrenman taktikleri nedeniyle bayılan, konvülsiyon geçiren ve acil müdahaleye ihtiyaç duyan arkadaşlarından bahsediyorlardı. İddialarına göre Winslow bir yüzücüye su altında sırtına bağlı bir PVC boruyla yüzmeyi emretmiş, bir başkasının ise başına bir file çanta geçirmişti. (ABD yüzme milli takımında da çalışan Winslow, geçtiğimiz yıl takımdaki reşit olmayan bir yüzücüyle cinsel ilişkiye girdiği ortaya çıkınca hayatı boyunca antrenörlükten men edildi ve Sports Illustrated bu yazı için yorumuna başvurmasına rağmen cevap vermekten kaçındı.)

Fakat bugün karşılaşılan şiddet vakaları çoğunlukla fiziksel değil, psikolojik ve duygusal. Bunların birçoğunun adresinde ise sakat ve hasta oyuncular var. Geçtiğimiz yıl bir yerel kanala konuşan Rhode Island öğrencileri ve eski bir asistan koç, softball takımının koçu Erin Layton’ın sakat ve hasta oyuncuları hedef alan tacizlerini kamuoyuyla paylaştı. Mayıs ayında sözleşmesi yenilenmeyen Layton, oyuncularına “Bir daha sakın hastalanayım deme, yoksa seni öldürürüm” gibi tehditler savurmayı alışkanlık hâline getirmişti. Açıklamalara göre oyuncuların bazıları bu taciz karşısında ülser, yeme bozukluğu gibi reaksiyonlar gösterirken, bazıları kendilerine zarar vermişti. Layton ise detaylara girmek istemediğini, ancak okulun yürüttüğü soruşturmanın bu suçlamaların temelsiz olduğunu ispatladığını ifade ediyor: “Ben her zaman teknik kadro içindeki atletik antrenörün talimatlarını takip ettim. O haberin gösterdiği gibi bir insan olmadığımı size temin ederim.”

Şiddete maruz kalan sporcuların çoğunlukla müracaat ettiği kurumlardan olan NCPA’in (Ulusal Kolej Oyuncuları Birliği) mevcut başkanı Ramogi Huma, bunun kültürel bir mesele olduğunu belirtiyor: “Bugünkü koçların birçoğu, kendi oyunculuk dönemlerinde sözlü ve fiziksel tacize uğramışlardı.”

Kadın basketbolu, şiddet probleminin bilhassa akut olduğu sporlardan biri. Son 28 ay içinde en az yedi Division I okulu, kadın basketbolu programlarıyla ilgili şikayetler sonucunda soruşturma altına alındı, ceza aldı ya da koçunun görevine son verdi. Asistan koçu Mike Divilbiss’in sözleşmesini feshetmek zorunda kalan Illinois de bu okullar arasında. Öğrenciler ve aileleri, Divilbiss ve koç Matt Bollant’ın oyunculara sözlü tacizde bulundukları ve ırk ayrımcılığını teşvik eden davranışlar sergiledikleri gerekçesiyle okula şikayet dilekçesi yazdı. Bir başka bağımsız soruşturmanın neticesinde okul, Bollant’ın görevine devam etmesine karar verdi. Zira soruşturma kapsamında bir suistimal tespit edilmemişti. Ancak soruşturma dosyası, koçların “koçluk stillerinin bazen fazla negatif olabildiğine” yönelik ifadelerini de içeriyordu. Mağdur konumundaki oyunculardan yedi tanesi bu soruşturma ile iş birliği yapmayı reddettiler ve koçların düşmanca ve ırkçı bir ortam yarattıklarını savunan 10 milyon dolarlık kendi hukuk davalarını açtılar.

Illinois women's basketball coach Matt Bollant talks to reporters at the team's media day in Champaign, Ill., on Thursday, Oct. 8, 2015. (AP Photo/David Mercer)
Matt Bollant görevine devam ediyor ancak asistan koçu Mike Divilbiss’in sözleşmesi feshedildi.

“Ben her zaman canlı ve enerjik biri oldum ve içinde bulunduğum programa da bunu yansıtmaya çalıştım” diyen Bollant, Divilbiss ile birlikte bazen “iyi polis, kötü polis” rollerine soyunduklarını ve bazı durumlarda kötü polisin daha baskın olabildiğini söylüyor. Bollant raporun sonuçlarına karşı çıkmıyor ve Thomas’ın Illinois koçları için bir davranış protokolü, sporcular içinse bir şikayet protokolü getirme çabasını olumlu buluyor: “Soruşturma için 18 bin belgeyi taradılar ve görev süremiz boyunca yapılan tüm antrenmanların ve maçların kasetlerini incelediler. Bu birçok şeyi anlatıyor. 30 yıl boyunca koçluk yaptığınızda bunlarla karşılaşırsınız; iletişim kurabildiğiniz oyuncular da olacak, iletişim kuramadıklarınız da…”

Şiddetten bahsedildiğinde 40 derece sıcaklık altında, su molası vermeden yapılan “intihar” koşularını anladığımız günler geride kaldı. Bundan yaklaşık on yıl önce, Boston Üniversitesi’nin kadın basketbol takımı oyuncularının The Boston Globe ve espnW.com’a verdiği tanıklıklarda, koç Kelly Greenberg’ün odasında, kapalı kapılar ardındaki psikolojik saldırılara rastlayabiliyorduk. Greenberg oyuncularını o odaya çağırır, ellerine bir kutu mendil tutuşturur ve iltifatlarını sıralamaya başlardı. Oyuncular basına bu buluşmalarda koçlarından ne kadar değersiz olduklarını, hayatta bir yere varmalarının mümkün olmadığını ve en başta hiç doğmamış olmaları gerektiğini tekrar tekrar duyduklarını açıklamışlardı. Bu konuşmalar bazen kişisel görünüşleriyle ilgili hakaretlerle tamamlanıyordu.

Greenberg’ün oyuncularından Katie Poppe, bire bir görüşmelerin hiçbir zaman basketbolla ilgili olmadığını söylüyor: “Basketbolun lafı geçmezdi. Kim olduğumu, kişiliğimi, ailemle ilişkilerimi konu ederdi. Bir keresinde biraz daha itaatkar olmam gerektiğini söylemiş ve yazıcıdan ‘sheepish’ kelimesinin anlamını çıkarıp bana uzatmıştı. Sezon sonuna kadar soyunma odasında tek bir kelime etmemi yasakladı. Toplantı böyle başlamıştı, konuşma iznim olmadığını söylemesiyle… İlk beş çıkarken ve takıma katkı verirken bana ne kadar ümitsiz bir vaka olduğumu söyleyip durmuyordu. Her şeyi değiştiren sakatlığım olmuştu. O toplantılara her gün çağrılmaya başladım. Sakat olduğum için yeterince üzgün değilmişim gibi.”

2014’ün Nisan ayında istifa eden Greenberg, bu tür yorumlar yaptığını yalanlıyor: “Hem annem hem de babam koçluk yapardı, ben böyle bir aileden geliyorum. 11 kardeşimin tamamı basketbol oynadı. İnsanlara böyle davranmam. Ne yazık ki, bana herhangi bir sorunundan söz eden hiçbir oyuncum olmadı. Doğrudan medyaya gittiler. Bu yüzden işler benim kontrolümden ve üniversitemin kontrolünden çıktı. Bugünlerde koçluk zor zanaat.”

Huma şiddete maruz kalan oyunculara psikolojik yardım almalarını tavsiye ettiklerini söylüyor: “Fakat yarısına yakını bize gelmeden önce zaten bu yola başvurmuş oluyorlar.”

Üniversiteli sporcuların müstekbir koçların yöntemlerine cevap vermeyi ne zaman bıraktıklarını kestirmek güç, ancak Knight’ın yönetimindeki Indiana takımlarının 1994’ten itibaren her yıl azalan başarıları bir ipucu veriyor olabilir. Bu köklü değişime yol açan faktörler de aynı şekilde muğlaklığını koruyor. Belki kolej sporlarının deplase dünyasında genç sporcular daha çok destek talep etmeye başladılar. Belki de çocuklarına düşkün anne babalar artık çocuklarıyla aralarındaki bağların gevşemesine izin vermiyorlar, böylece eskisi gibi disiplin boşluğunu doldurmak için devreye girecek bir koç figürüne ihtiyaç duymuyorlar. Bunları bilemiyoruz, ama sonuçlar ortada: NCAA, “GOALS” adını verdiği bir araştırma için 20 bin üniversiteli sporcudan veri topladı. Bunu ACHA’nın (Amerikan Üniversiteleri Sağlık Birliği) eş zamanlı değerlendirmesinin sonuçlarıyla birlikte ele alırsak, ortaya koç şiddetinin uzamı ve şiddete uğrayan sporcuların kırılganlık derecesiyle ilgili belirgin bir tablo çıkıyor. (ACHA’nın değerlendirmesine yaklaşık 54 bin lisans öğrencisi katıldı. Bunların %7,5’lik bölümünü sporcular oluşturuyor.) ABD’deki en güçlü spor programlarına sahip okulların yarıştığı Division I düzeyinde, erkek basketbolcuların %31’i ve futbolcuların %22’si “arkadaşlarının önünde bir koç tarafından aşağılandığını” söylüyor. Yine GOALS araştırmasının sağladığı verilere göre, kadın basketbolcuların %39’u “koçunu güvenilir bulmadığını” onaylıyor.

Daha da endişe verici olan şu ki, üniversiteli sporcular daha önce psikolojik açıdan hiç bu kadar savunmasız olmamışlardı. Bu aslında tüm üniversite öğrencileri arasındaki bir eğilimi yansıtıyor. ACHA’nın değerlendirmesine göre, sporcuların %41’i depresyon nedeniyle işlerini gerçekleştirmekte zorlanıyor. Yoğun bir anksiyete ile boğuştuğunu söyleyenlerin oranı ise %52. Bu oranlar, kadın sporcular söz konusu olduğunda %45 ve %59’a sıçrıyor. Değerlendirmeye katılan sporculardan %14’ü “ciddi olarak intihar etmeyi düşündüğünü” söylüyor, içlerinden %6’sı ise intihar teşebbüsünde bulunmuş. Penn Üniversitesi adına yarışan atlet Madison Holleran, Ohio State Üniversitesi futbol takımı oyuncusu Kosta Karageorge, Missouri Üniversitesi’nde okuyan yüzücü Sasha Menu Courey ve North Texas guardı Eboniey Jeter, yakın zamanda intihar haberini aldığımız sporculardan bazıları ve cinsiyet, sosyal arka plan, akademik koşullar, spor dalları bakımından geniş bir yelpazeye yayılıyorlar.

Ruh sağlığı problemleri, spor yapmayan üniversite öğrencileri arasında daha da yaygın gözleniyor. Fakat ACHA’nın değerlendirmesindeki oranlar, tüm NCAA okullarından toplanan verilerin sonucu. Öte yandan, en düşük mezuniyet oranlarının görüldüğü Division I kampüslerinde sorunların daha da büyük olduğuna dair işaretler var; saha içinde kaybedecek daha fazla şeyi olan ve daha fazla şey talep edilen Division I sporcuları için ruh sağlığını korumak daha zorlu bir görev. 2013 yılında Georgetown Üniversitesi Tıp Merkezi, Division I bünyesinde halen spor yapan 117 sporcuya ve daha önce spor yapmış 167 eski sporcuya depresyonla ilgili sorular sordu. Araştırmacılar bir zamanlar sahne ışıklarının odağında bulunduktan sonra daha sıradan bir hayata uyum sağlamaya çalışan eski sporcuların daha fazla risk taşıdıklarını düşünmüşlerdi. Fakat sonuçlar aktif sporcular arasında depresyonun eski sporculara oranla iki kat daha yaygın olduğunu gösteriyordu.

Ocak 2013’te NCAA’in ilk tıbbi yöneticisi olarak göreve gelen Dr. Brian Hainline, bugüne kadar üniversitelerdeki sporcu danışmanlık komitelerinin çoğunun üyeleriyle görüştüğünü ve her birinden ruh sağlığıyla ilgili tedbirlerin geliştirilmesi yönünde geri dönüşler aldığını söylüyor. Sonuçları Ocak ayında açıklanacak bir sonraki GOALS anketiyle oyuncuların ruhsal durumları hakkında daha fazla veriye ulaşacaklarını ve gelecek senenin başıyla birlikte tüm NCAA okullarına bir dizi örnek uygulama dağıtmayı umduklarını da ekliyor. Bu örnek uygulamaların çoğunun ‘önleyici’ olacağını belirten Hainline, “Sorunları başlangıç safhasında tespit etmeye yönelik çalışacağız” diyor.

2013’ün Kasım ayında Hainline, ruh sağlığı konusunda üç günlük bir çalışma kolu oluşturmuştu. Bu toplantılara sporcularla birlikte okul yöneticileri, tıbbi çalışanlar, koçlar, antrenörler ve sosyal hizmet uzmanları da katılmıştı. Peki üç gün nasıl geçti? “Bir noktada herkes kendini kaybetti.”

Hainline, sosyal destek programlarının şiddete başvuran koçlar konusuna temas edeceğini söylüyor –bir dereceye kadar: “NCAA’in koçları test edip onaylamak gibi bir yükümlülüğü yok. Fakat eğitimi desteklemek gibi bir yükümlülüğümüz var. Gerçek şu ki, NCAA okullarında görev yapan her koç ruh sağlığı konusunda yeterince bilinçli ve duyarlı değil. Biz ruh sağlığı sorunlarının da bilek burkulmaları kadar kolay tedavi edilmesini istiyoruz. Ancak örnek uygulamalar tek başına çözüm olmayacaktır. Gerekli bilgiyi bünyemizdeki tüm okullara dağıtsak bile, işin zor kısmı bu uygulamaların gerçekten hayata geçirilip geçirilmediğini takip edebilmek olacak. Ama kültürel olarak bir kabul aşamasına geldiğimizi görüyorum, artık ruh sağlığı hakkında konuşmak eskisi gibi bir ‘tabu’ sayılmaz.”

Nöroloji eğitimi alan Hainline, yetmişli yıllarda Notre Dame Üniversitesi’nde tenis oynuyordu. Bu dönemde bir sporcu olarak depresyonla boğuşmanın ne olduğunu bizzat deneyimledi. Sonuç olarak takımı terk etti ve bursunu kaybetti. İnzivada geçen bir sürenin ardından geri döndü ve son senesinde kendi imkanlarıyla Irish’in 1 numaralı tekler oyuncusu hâline geldi. “Tenise geri döndüğümde artık kendi kurallarımla oynuyordum, koçumun ya da babamın koyduğu kurallarla değil,” diyor Hainline. “Yapmak istediği spora tamamıyla bağlılık duyan ve onu kendi isteğiyle sahiplenen bir sporcu ile başka biri için oynayan bir sporcu arasında büyük bir fark var.”

Bay Area’da ‘pozitif koçluk’ üzerine bir kolektif kuran Jim Thompson durumu şöyle özetliyor: “Yanınızda bir azmettirici varken azminizi korumanız güçtür.”

Thompson’ın kurucusu olduğu kolektif, negatif koçluk paradigmasını yıkmak için yola çıktı. Stanford Business School’da aldığı Örgütsel Davranış dersi, Thompson’ın ilham kaynağı oldu. Dersi veren profesör, bir gün öğrencilerini “tehdit sertliği” kavramıyla tanıştırdı. Bu teoriye göre liderlerin zor bir durum karşısında verdikleri içgüdüsel yanıt; savunmaya geçmek, reaksiyoner olmak ve çoğu zaman da -daha önce başarısızlıkları kanıtlanmış olsa dahi- eski yöntemlere geri dönmek oluyordu. Bugün bütün ülkeye yayılmış antrenörlere ve geniş online kaynaklara sahip pozitif koçluk kolektifi, meslektaşlarına birtakım temel kuralları benimsetmeye çalışıyor. 5:1 Kuralı ile koçlardan “her bir eleştirel söze karşılık beş yüreklendirici söz” oranına sadık kalmaları isteniyor. Bir başka baş parmak kuralı ise “Talep edin ama aşağılamayın” diyor.

Thompson koçlarla diğerkamlık hissettiğini, ancak doğru olarak kabul görmüş bazı alışkanlıkların değişmesi gerektiğini ifade ediyor: “Bir kolej koçu, bir an önce kazanmaya başalmaadığı takdirde işini kaybedeceğini bilir. Bizim anlatmak istediğimiz, bir sporcudan en iyi verimi almak istiyorlarsa pozitif bir kültür yaratmaları gerektiği. Ancak bu kültür içinde bir sporcu saygı ve değer gördüğünü, koçunun ona inandığını hissedebilir. Eskiden kaide, her şeyi bilen ve her şeye kadir olan, bu gücünü ‘zorbalık’ diye adlandırdığımız yöntemlerle kullanan tanrısal bir koç figürüydü. Fakat tüm araştırmalar, bunun insanlardan performans almanın doğru yolu olmadığını gösteriyor.”

En çarpıcı bulgulardan biri, Positivity kitabının yazarı Dr. Barbara Fredrickson’dan geliyor. Kuzey Carolina’daki kendine ait laboratuvarda psikofizyoloji üzerine çalışmalarını sürdüren Fredrickson, negatif duyguların insanların dikkatini çekmede daha etkili olduğunu söylüyor ve bunu evrimsel gerekçelere dayandırıyor: “Tarih öncesi çağlarda hayatta kalmanın yolu büyük oranda ani uyartılara bağlıydı. Bu yüzden de çalışanlardan ve oyunculardan en iyi verimi almanın negatif yöntemlerden, tehdit, stres ya da gerginlikten geçtiği yönünde bir algı var. Fakat bir takım ya da gruba bağlılık ve sadakat gösterme, kendini adama noktalarında başarıya ulaşan pozitif yöntemler oluyor.”

Fredrickson’ın araştırması pozitif duyguların farkındalığı artırdığını, bu sayede algıların daha geniş bir bilgi kümesine açık hale geldiğini işaret ediyor. Pozitif bir çalışma ortamı daha esnek, dirençli ve yaratıcı insanlar yaratıyor. Fredrickson’a göre üniversiteli bir sporcu, koçunun, ailesinin ve arkadaşlarının etki alanına girmeye daha müsait oluyor ve bu nedenle tam anlamıyla sağlıklı bir “duygusal regülasyon” geliştiremiyor. Bu yüzden şiddetin açtığı yaralar, genç bireylerde daha derine nüfuz ediyor.

Fredrickson’ın araştırmasının iki sonucu doğrudan oyuncu-koç ilişkilerine temas ediyor.

“Pozitif duygular bulaşıcıdır, bir liderin pozitif duyguları diğer herkesinkilerden daha bulaşıcıdır.”

“Pozitif duyguların varlığında çevresel görüş genişler.”

Bunlardan ikincisi göz hareketlerinin takibi, beyin görüntüleme ve davranışsal çalışmaların analizi sonucunda ulaşılan bir kavrayış. Bir koç için tercüme edecek olursak; sol köşedeki boş arkadaşını görmediği için oyun kurucunuza fırçayı çektiğinizde bir anlamda bunun tekrarlanacağını garanti etmiş oluyorsunuz.

Çevresiyle sürekli bir etkileşim hâlinde olan ve her deneyimden sonra yeni bir şekil alan beyin, genç bireyler söz konusu olduğunda değişime daha da açık. Bir öğrenciniz yanlış tercihler yapma eğilimi taşıyorsa, bu büyük ihtimalle prefrontal korteksinin 25 yaşına kadar gelişimini sürdürecek olmasıyla ilintilidir. Bununla birlikte sıkıntı ve stres, yeni sinir hücrelerinin üretimine zarar verdiği yönünde de güçlü kanıtlar var.

Doksanlı yılların sonundan itibaren iş yerlerinde şiddetin bir liderlik aracı olarak kullanılması konusunda uzmanlaşan Dr. Ben Tepper’ın çalışmaları, süregelen tartışmadaki önemli referanslardan. Üretim, sağlık hizmetleri, finansal hizmetler, eğitim ve ordu gibi birçok alanda veri toplayan Tepper’ın uzmanlığını NCAA de kabul etmiş durumda. Öyle ki hazırladıkları GOALS raporunda bir “Tepper Skalası” bile kullandılar. Koç-oyuncu ilişkisinin özünde işveren-çalışan ilişkisinin daha özel bir biçimi olduğu varsayımıyla hareket eden Tepper, GOALS araştırmasında toplanan veriler üzerinde hünerlerini gösterdi. Sonuçlar Tepper’ı hayrete düşürdü; kolej sporlarında liderlik kaynaklı şiddet, ortalama bir iş yerine göre iki ila üç kat daha yaygın.

Tepper yeni bir endüstri üzerinde çalışmaya başladığında, ilk olarak, çevreye has öncüleri belirlemeye koyulduğunu söylüyor: “Kolej sporlarında her şey, şiddet ortamını yaratan bu öncülerin lehine işliyor; stres altında çalışan patronlar ve zayıf, savunmasız, otoriteye karşı koyamayan muhatapları… Evet, normalde yetenek size bir parça güç verir. Ancak kolej sporlarında kalkıp gitmek hiç kolay değil, çünkü transfer olduğunuzda bir yıl boyunca kenarda oturmak zorunda kalıyorsunuz. Sporcu için tek çıkış yolu, müthiş bir performans sergilemek.”

Tepper’ın ağzını açık bırakan bir şey daha var: “Ben psikoloji eğitimi aldım, bu yüzden de verileri en  başından itibaren sağlık açısından değerlendiriyorum. Genç sporcularımızın karşı karşıya kaldığı depresyon düzeylerini görmek benim için şok ediciydi. Bunlar şu andaki konumlarına ulaşmak için gereken –fiziksel  ve zihinsel– bütün adımları atmış gençler, bir anlamda “en iyi” gençlerimiz… Onların bu kadar savunmasız olması, çevrenin ne kadar baskın olduğunu gösteriyor.”

Düşmanca yöntemlerin işe yaradığına dair kanaatimizi besleyen, Bobby Knight ve Steve Jobs gibi isimlerden efsanevi figürler yaratan kültürümüz olabilir mi? Tepper her iki ismin de bu yöntemler sayesinde değil, bu yöntemlere rağmen başarılı olduğunu iddia ediyor: “Knight taktikleriyle de bir dahiydi, Jobs ise tasarım algısı ve iş zekasının nadir bir bileşimine sahipti. Tüm çalışmalar, düşmanca yaklaşımlarda yatan bir marjinal fayda olduğunu reddediyor. Bir liderin deneyimi ve uzmanlığı ile şiddet arasındaki korelasyon için de aynı şeyi söyleyebiliriz.”

Tepper ve diğerlerinin ortaya koyduğu çalışmalar, bugüne kadarki birçok varsayımımızı paramparça ediyor. En azından oyuncusuna bağıran bir koçun ona gücünü toplama konusunda yardımcı olacağını kabul edebilir miyiz? Tepper’a göre cevap “Hayır”, çünkü sözlü şiddetin ‘tüketici’ bir etkisi var: “Hepimiz sınırlı enerjiye sahibiz. Koçunuzun size bağırıp bağırmayacağını düşünürken işinizi yapmaya enerji harcayamıyorsunuz, bu da sahadaki işlevinizi yerine getirmenizi engelliyor. Şiddet ve desteği bir arada bulunduran yöntemleri benimseyen koçlar daha da tüketici olabiliyor, zira sizi bekleyenin ne olduğunu asla bilemiyorsunuz.”

Peki şiddete başvuran bir koç, dolaylı yoldan takım içi bağların güçlenmesini sağlayamaz mı? Tepper bunun da hizipleşmeye yol açmasının ve sonuç olarak takım kimyasının çözülerek yokuş aşağı gitmesinin daha olası olduğunu söylüyor: “Eğer çevrenizde olup bitenler sizi öfkeye sevk ediyorsa, o çevredeki diğer insanlarla birlikte hareket etmeniz de zorlaşacaktır. Öfke ilişkilerde büyük çatlaklar açar, fay kırıkları derinleşir. Illinois örneğine bakalım; bir yanda sömürüldüğünü düşünen bir futbolcu var, diğer yanda bu futbolcunun ‘erkek gibi davranması’ gerektiğini düşünen takım arkadaşları var. Bu durum takımın sahadaki etkinliğine fayda sağlayabilir mi?”

Tepper’ın ofisi Ohio Stadyumu’na çok yakın, hatta gün boyunca birçok kez Buckeyes futbol koçlarının sesini duyabildiğini söylüyor. Ama duyduklarının onu harekete geçirecek şeyler olmadığını belirtiyor: “Çok fazla gürültü var, koçlar sürekli bağırıyor. Ama bunlar daha çok teşvik edici uyarılar. Oyuncularını tetikte tutmaya çalışıyorlar, aşağılamıyorlar. Burada ince bir çizgi var ve bunu insanlara öğretmek çok zor olmamalı.”

Zaman içinde, koç şiddetinin faydasızlığına dair daha fazla veri ortaya çıkacak ve bu koçlar tamamen itibarsızlaşacak. Fakat elinde taktik tahtasıyla dolaşan kabadayılarla mücadele, şimdilik, bir güç ve gücü kullanma problemine indirgenmiş durumda. Bugün bir sporcu maruz kaldığı şiddete karşı sesini çıkardığında, bir dizi otorite figürünü karşısında bulacağını ve mücadelesinde büyük ihtimalle yalnız bırakılacağını biliyor. Takım arkadaşlarıyla arasının bozulmasını ve sonuçta da yüz binlerce dolar değerindeki bursunun elinden alınmasını göze alması gerekiyor. Eğer sosyal medya çağında yaşıyor olmasaydık, dünya Simon Cvijanovic’i de vakti geçen ve sahneden çekilirken biraz gürültü çıkarmak isteyen bir başka futbolcu eskisi olarak görecekti. Gelgelelim, Twitter başka insanların da onun cesaretinden güç alıp harekete geçmesini sağladı ve çığ gibi büyüyen destekle bugün gelinen noktaya gelindi. “Bugünlerde müstekbir koçlara başkaldıran sporcuların sayısı bir nebze arttı,” diyor Jim Thompson, “çünkü artık başka seçenekleri de olduğunu biliyorlar. Eğer seçeneğiniz yoksa, gücünüz de yok demektir.”

Ramogi Huma, Illinois futbol ve kadın basketbolu programlarında yaşananların NCAA’i “kabul edilemez davranışlar” konusunda yeni bir standart getirmeye sevk edeceğini umuyor: “Bir oyuncu, fiziksel şiddete uğrayamaz. Bir koç, ırkçı bir şiddet dili kullanamaz. Bunlar evrensel başlangıç noktaları olarak belirlenirse, bir oyuncu da kalkıp şunu deme cesaretini bulabilir: ‘Evet, koçumun bir sorunu var ve birisi onu bu konuda uyarmalı.’”

Her şeye rağmen, işler iyiye gitmeden önce biraz daha kötüleşebilir. Sporcu hakları mücadelesinin yakın zamandaki en büyük kazanımlarından biri, BCS okullarının burslar konusunda verdiği yeni garantiler oldu. Bu modelin gün geçtikçe daha fazla okul tarafından benimsenmesi bekleniyor. Bu da artık herhangi bir oyuncusundan kurtulmak isteyen bir koçun elinin çok sınırlandığı anlamına geliyor. Zira bu modele göre, sezon bitiminde oyuncuya verilen devlet yardımının devam edip etmemesi konusunda koçun bir söz hakkı olmayacak. Çelişkili ve rahatsız edici bir şekilde, oyuncusundan kurtulmak isteyen bir koçun artık tek bir çaresi var: Hayatı onun için öyle bir cehenneme çevir ki kendi rızasıyla ayrılmak zorunda kalsın.

Çeviri: Cem Pekdoğru (@pekdogru)

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Sıfır

Sıfır

3 sene önce
Kardeşlik ve Birlik

Kardeşlik ve Birlik

6 sene önce