*Chauncey Billups’ın The Players Tribune için kaleme aldığı yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Sevgili genç Chaunce,
Los Angeles’a geri dönmüyoruz.
Los Angeles’a geri dönmüyoruz.
Los Angeles’a. Geri. Dönmüyoruz!
8 Haziran 2004 akşamı saat 11 civarı Los Angeles’tasın. 28 yıllık hayatının en önemli maçını az önce kaybettin ve Detroit Pistons takım otobüsüne doğru yürüyorsun.
Staples Center’dan bu otobüsle ayrılıp uçağa bineceksin. Sabah saatlerinde de, şu andan birkaç saat önce, NBA Finalleri’nde Lakers ile 1-1’lik bir eşitliğe sahip olarak eve geleceksin. Evet, şu Lakers. Shaq. Kobe. Payton. Malone. ‘The Zen Master.’ Üç kez üst üste şampiyon olan, bir hanedanlık kuran, tüm rakiplerini ezip geçen Lakers.
Buralara daha sonra geleceğiz. Şimdilik, içinde olduğumuz otobüse odaklanmamız gerekiyor. Bu otobüs, tıpkı senin gibi, hayatlarının en acımasız mağlubiyetini alan oyuncularla dolu. Ve sana ihtiyaçları var.
Oyun kurucularına ihtiyaçları var.
Koç Larry Brown’a uygun bir şekilde, kimseye Philly meselesini bir kez daha açmaması gerektiğini söylemene ihtiyaçları var. “Bu son kez yaşandığında…” şeklinde başlayacağı cümleleri bitirmesine izin vermemene. Sözünü kesip: “Merak etme L.B.” demene. Koçun ve tüm takımın, 2001 yılında Sixers’ın başına gelenleri umursamaması gerektiğinden emin olmaları için sana ihtiyaçları var. Koç Brown “Son seferde” dediğinde “hayır, son sefer değildi” demene.
Bu hepiniz için bir ilk ve burası Philly değil.
Burası Detroit.
Söylediğim gibi, şu anda sadece Staples Center’dan ayrılan bir otobüsün içindesin. Herkesin seni görüp duyabilmesi için otobüsün arkasına yürümeli ve takımına bakmalısın. Hepsine – Ben’e, Rip’e, Tay’e, Sheed’e – bakıp dikkatlerini çekene kadar beklemelisin.
Sonrasında da şunları söylemelisin:
Los Angeles’a geri dönmüyoruz.
Los Angeles’a geri dönmüyoruz.
Los Angeles’a. Geri. Dönmüyoruz!
Evet. Güzel. Aynen böyle.
Dinle Chaunce, sonra da geçip yerine otur. Biraz müzik dinleyip otobüs yolculuğunun kalan kısmının keyfini çıkar. Uçakta biraz kestir. Evine git.
Evinde kal, Detroit’te.
En sonunda da şu lanet olası şampiyonluğu kazan.
Ama önce biraz geçmişe dönelim.
Bir Pistons oyuncusu, bir lider, bir kazanan ya da ‘Big Shot’ olmadan önceki zamanlara gidelim.
Hatta ne yapalım biliyor musun? Bir oyun kurucu bile olmadığın günlere uzanalım.
Tam olarak altı buçuk yıl öncesine, 21 yaşında Boston’da kötü saç traşlı bir çaylak olduğun günlere gidelim.
1997 yılına.
Neden 1997? Aslında, sana bazı kötü haberlerim var dostum.
Takas ediliyorsun.
Biliyorum Chaunce, biliyorum.
Bu fikre herkes katılıyor, berbat bir durum. Sadece bir çaylaktın ama herhangi bir çaylak değildin: Birkaç ay önce üçüncü sıradan draft edilmiştin. Üçüncü sıradan! Üçüncü sıra draft’ları sezon ortasında takas edilmezler. Böyle bir şey yaşanmaz.
Bunun dışında tabi.
Kariyerinin geri kalanında, insanların Koç Pitino ile aranızda kötü bir ilişki olduğunu düşünmeleri komik olacak. Gerçekte ise ikiniz oldukça iyi anlaşacaksınız. Ayrıca sana şunu söyleyebilirim ki takas gerçekleştiğinde, Pitino sana karşı oldukça dürüst davranacak. En azından bunu yapacak.
(Bu şimdiden, birçok genel menajerden göreceğinden çok daha iyi bir tutum.)
Seni bir kenara çekip, takımın başındaki ilk sezonu olmasına rağmen playoff yapabilmek için üzerinde büyük bir baskı olduğunu söyleyecek. Sana, diğer takımlarla rekabet edebilmek adına takımın veteran bir oyun kurucuya ihtiyacı olduğunu düşündüğünü de belirtecek. Senin mükemmel bir oyuncu olacağını düşündüğünü ancak mevcut baskıyı ve takım kadrosunu göz önüne alınca, yapması gerekeni yapacağını da söyleyecek.
Takas haberini öğrenmek senin için büyük bir şok olacak. Ne bir uyarı, ne de başka bir şey. İncinmiş, ihanete uğramış ve afallamış hissedeceksin. Birçok hissi aynı anda yaşayacaksın ve bunların hiçbiri güzel hisler olmayacak.
Sana tavsiyem ise bu durumdan mahcup olma.
Söylendiği kadar kolay olmadığını biliyorum ancak bu durumu atlatabilmenin yolu bu Chaunce. Yaşamak için basketbol oynamaya devam edeceğini hatırlamak.
Sonrasında da başını dik tut.
Mahcup hissetmediğin takdirde üstesinden geleceksin. Mahcup olmak için hiçbir sebep olmadığını anlayarak.
Sana söyleyebileceğim bir şey daha var:
Bu takas yaşayacağın değişim için tam bir nimet olacak. Durum ilk başta öyle görünmeyecek. Aslında, dürüst olmak gerekirse uzun bir süre de öyle görünmemeye devam edecek.
Ama sana söz veriyorum: senin için bulunmaz bir nimet olacak.
Sadece sabırlı olman gerekiyor.
Ayrıca, yaşayacaklarını neşeli anlarmış gibi göstermeye çalışmıyorum Chaunce, çok zor günler olacak.
Basketbolun vahşi doğasında kendi başına olacaksın, sadece sen. Boston’dan Toronto’ya… Toronto’dan Denver’a.
İki yıldan az bir sürede ‘ham bir maden’den ‘oradan oraya gezen bir oyuncu’ya dönüşeceksin.
Ya da en azından, sana karşı böyle bir algı oluşacak.
Yanlış algılanmaların bu kadar hızlı oluştuğunu görmek gerçekten sıra dışı.
7/24 taraftarlar ve gelişen bir medya tarafından takip edilen bir ligde, algı her zaman ilginç bir konu olacak. NBA’de, yaşanan her şeyin bir hikâyeye bağlı olması gerekir – bir dedikodu, bir etiket, herhangi bir şey. Böyle durumlarda bu düşüncenin berbat olduğunu biliyorum. Keşke sana verebilecek bir tavsiyem olsaydı ama bu da, ilerleyebilmen için kabullenmen gereken durumlardan sadece biri. Oluşan algı birden çok kez seni zor durumda bırakacak Chaunce. Bu bir gerçek.
Sana bir örnek vereyim.
Denver’da, takımın başında Koç Mike D’Antoni olacak. Phoenix yıllarından, “yedi saniye ya da daha azı” felsefesinden, övgüyü hak eden tüm sistemlerinden önceki ama yine de bir şeyleri deneyen, sıradan olmayanı yapan Koç D. Kadroda oyun kurucu pozisyonunda, veteran ve iyi bir oyuncu olan Nick Van Exel olacak.
Koç D’nin ise aklına bir fikir gelecek.
“Boş verin, en iyi iki guard’ımı beraber oynatacağım, bu kadar. 1 ya da 2 numara, hangi pozisyonda olacağı umurumda değil. Oynayabilen oyuncuların sahada olmasını istiyorum.” diyecek.
Sen de bu teklifini kabul edeceksin.
Amansızca savaşıp uyum sağlayacak ve kısa bir sürede Nuggets’ta ilk beş çıkmaya başlayacaksın. Nick’in yanında şutör guard olarak oynayacaksın. Kendinle inanılmaz gurur duyacaksın Chaunce. Genç bir oyuncu olarak bu değişimi yaşamak fazlasıyla cesaret ve yetenek ister. Şutör guard olarak ilk beşe yerleştiğinde, büyük bir başarı elde edeceksin. Ama bunun da akıl almaz bir tarafı var: Bu başarı yıllar boyu seni rahat bırakmayacak.
Daha şimdiden bunları okuyup: “Ne demek rahat bırakmayacak? Yaptıklarımın bir başarı olduğunu söylemiştin?” dediğini duyabiliyorum.
Daha önce de söylediğim gibi Chaunce, lig tamamıyla algı üzerine kurulu. Kulağa garip geldiğini bilsem de: Ligde kimse sağladığın uyumu, çok yönlülüğünü, sahip olduğun yetenekleri, koçunu şutör guardda seninle başlamaya ikna etmiş olmanı önemsemeyecek. Hayır. İnsanların odaklanacağı nokta ise “Chauncey bir oyun kurucu değil.” olacak.
Boston’dan Kenny Anderson için takas edilişini görecekler. Toronto’dan ikinci kez takas edilişini görecekler. Denver’da şutör guard oynayan Chauncey Billups’ı görecekler. Muhtemelen bu şekilde duymayacaksın ama her zaman bir fısıltı olacak. “Gördün mü, topu Chauncey’den aldılar? Evet, denedi ama bir oyun kurucu değil.” Bazı zamanlarda ise bu fısıltılar gerçekliği yaratırlar. Çılgınca olduğunu biliyorum ama lig böyle işte.
Chauncey bir oyun kurucu değil. Söyleyecekleri şey bu olacak.
Ama yanılacaklar.
Denver ile ilgili durumu zorlaştıran bir diğer konu ise Denver’ın senin evin olması. Denver’a geldiğinde insanlar olayı daha da büyütecekler. Muhtemelen Colorado tarihindeki en iyi oyuncu sensin ve Nuggets’a imza attığında yerel seviyede büyük haberler yapılacak. “Yerel Kurtarıcı” ya da “Chauncey Billups’ın ihtiyacı olan değişim buydu” şeklinde haberler yazacaklar.
Gerçekte ise 23 yaşındaki bir profesyonel olarak kendi evinde oynamak, kutsanmaktan daha çok lanetli bir durum olacak. Durum oldukça basit, Denver’ın senin şehrin olmasına henüz hazır değilsin. Hazır olduğunu sanacaksın, sanacaklar ama güven bana, hazır olmayacaksın. Hala oldukça gençsin. Hala arkadaşlarınla takılıp, eski alışkanlıklarını sürdürüyorsun. Evinde olmak, bazı dikkat dağıtıcı etmenleri de beraberinde getirecek ve bu etmenler giderek artacak.
Ayrıca şunu anlaman gerekiyor Chaunce: Başardığını düşünen sadece sen olmayacaksın. Aynı zamanda tüm mahallen de öyle düşünecek. Park Hill’in tamamı, biz başardık diyecek. Beni yanlış anlama, böyle düşünmeleri oldukça özel ama bunların yanlış yaştayken yaşanması zorlukları da ortaya çıkarabilir. Durumu kontrol altına almak zorlaşabilir. Sen de tam olarak bu yanlış yaş diliminde bulunacaksın. Bu çevreyi kontrol edip sorumluluk alabilecek, bu role soyunabilecek yeteri olgunlukta olmayacaksın.
Liderlik etmeye hazır olmayacaksın.
Sıradaki durağında, Orlando’da, oynamaya hazır bile olamayacaksın. Omzundaki bir problem yüzünden sezonun geri kalanında oynayamayacaksın. Üç takas, dört takım ve şimdi bir de sakatlık.
Tam da bu sırada ciddi bir darbe alacaksın.
O kadar sert bir darbe alacaksın ki, izlediğin yolu takip etmekten alı koyulacaksın. Bu fikir ilk kez aklına düştüğünde, düşüncelerinden kovmak isteyeceksin. “Hayır. Hâlâ 24 yaşındayım, doğru olamaz.” diye düşünmek isteyeceksin. Kabul etmeyip kafandan uzaklaştırmaya çalışacaksın.
Yine de bir noktada, ölü sezon sırasında, bu darbenin sana çarpmasına izin vereceksin.
Güzel.
Buna ihtiyacın vardı.
Aslında, neden şimdi gidip aynaya bakmıyorsun ve yüksek sesle söylemiyorsun? Hadi Chaunce git ve söyle.
“Bu senin son şansın olabilir.”
Lütfen bunu benimse Chauncey. Lütfen benimse ve kabul et. Durumunun aciliyetini kavra ve sıradaki takımını akıllıca seç.
Kevin’ı tercih et.
Evet, eski dostun Kevin Garnett. İkinizin geçmişi oldukça eskiye dayanıyor, lise günlerine.
Çocukluğunuz boyunca birbiriniz hakkında bazı şeyler duydunuz: umut vadeden oyuncu listelerinde hep başa baş gittiniz ve aynı klasmanlarda değerlendirildiniz. Buna rağmen hiç yüz yüze tanışmadınız. En sonunda, lisenin son senesinde aynı McDonald’s All-American takımına seçildiniz – 1995 yılında St. Louis’teki maç için. (Sen, Garnett ve Pierce, hepiniz aynı takımdaydınız. Lise için hiç de fena değil, değil mi?)
Şans eseri, maçtan sonra ikinizin de uçakları ertelendi. Sonuç olarak havaalanında birlikte vakit geçirme şansı yakaladınız, sadece ikiniz.
Dostum, kendinizi konuşmaya öyle kaptırdınız ki. Havaalanında muhtemelen iki, üç saat geçirdiniz. 17 yaşındaki iki çocuk konuşuyor, şakalaşıyor ve birbirine farklı konular hakkında sorular soruyor. Basketbol hakkında. Hayat hakkında. İkiniz için de yaklaşmakta olan, yapacağınız büyük seçimler hakkında.
Bu, ilk kez seninle aynı seviyedeki bir atletle yaptığın içten bir konuşma oldu. Aynı seviyede olan ve hem birey hem de ünlü bir oyuncu olarak, büyürken seninle benzer sıkıntıları çeken biriyle. Uçuş saatiniz geldiğinde de iletişim bilgilerinizi paylaşıp farklı yönlere doğru ayrıldınız. Yaptığınız bu konuşma ise, farklı bir şekilde, senin için her şey anlamına gelmekteydi.
Kevin de ömür boyu arkadaşın haline geldi.
Sonuç olarak Chauncey, kariyerin ince bir çizgideyken, bu dünyada gerçekten güvenebileceğin insanların yanında yer almanın vakti geldi. Artık gidip ligdeki en iyi arkadaşınla birlikte oynamanın, en iyi yaptığın şeyi yapmanın tam zamanı.
En iyi şekilde mücadele et ve neler olacağını gör.
Merak etme, sana yardım edenler olacak.
Sam Mitchell, nam-ı diğer “Unc,” arkanda olacak ve sana profesyonel olmak konusunda paha biçilemez şeyler öğretecek. Küçük adaptasyonlar, daha önce öğrenmediğine inanamadığın, sahada olgunlaşma adına dersler. İşte Sam bu. İşte Unc bu.
“İletişimin %99’u konuşma olmadan yapılır Chaunce. Bir profesyonel olarak işte böyle giyineceksin. Deplasmanda böyle, iç sahada ise böyle davranacaksın.”
Bu, eski kafalı, havalı amca Sam Mitchell’ın bilgeliğiydi. Bunu asla unutmayacaksın.
Ayrıca Flip Saunders ile de beraber olacaksın. Bu adama saygı duy ve değer ver, sana şimdilik söyleyebileceğim bu Chauncey. Gelip giden koçlar arasında Saunders en iyilerden biri olacak. Çevrende değişen insanlar arasında ise en mükemmellerden biri.
(Yine de Minnesota’da ona veda ederken vaktini çok harcama. Nasıl olsa daha sonra tekrar birlikte çalışacaksınız.)
Son olarak birlikte çalışacağın bir diğer isim ise Terrell Brandon.
Terrell, yıldız bir oyun kurucu ve sen Minnesota’ya geldiğinde kariyerinin en iyi günlerini geçiriyor olacak. Bu da demek oluyor ki, geldiğin gibi ilk beş başlayamayacaksın.
Ne olursa olsun bu her şeyin bittiği anlamına gelmiyor Chauncey. Henüz değil.
Hayır, bu aslında bir şeyler inşa etmek ve kendin için bir kariyer yaratmak anlamına geliyor. Bir oyun kurucu mu olmak istiyorsun Chaunce? Öyleyse kenardan gelen bir oyun kurucu ol. Sana ihtiyaçları olduğunda şutör guard olarak ilk beş başla ama yine de ‘kenardan gelen oyuncu’ kalıbından da utanma. Bunu kabullen ve yıldız bir veterandan, Terrell’den nasıl oynaman gerektiğini öğren. Sonra da kendi kariyerini kendin yarat.
Mümkün olan en iyi Chauncey Billups’ı ortaya çıkar.
Şimdiye kadar, sana Terrell’den daha iyi yol gösterebilecek kimse olmadı. Bu yüzden ondan alabildiğin her şeyi almaya çalış. Ne kadar zeki, çalışkan ve sabırlı olduğuna dikkat et. Birçok oyun kurucuda olmayan orta mesafe şutuna ve playoff’ta ya da geride olduğunuz bir deplasman maçında ortaya çıkan top hakimiyeti yeteneklerine dikkat et. Saha görüşüne, gösterişten uzak akıl dolu paslarına dikkat et. Tüm bunları tamamıyla özümse Chauncey.
Bunların hepsi ise daha başlangıç, basketbolun temelleri delikanlı. Aynı zamanda ileri seviye eğitim için de hazır ol.
Günlük video izleme seanslarından birinde, Terrell sana şunları söyleyecek: “Chauncey, ben bu takımın sadece lideri değilim. Aynı zamanda, topu elinde tutan kişiyim. Bu, öyle hafife alınacak bir durum değil. Takım içinde sorumluluğu da beraberinde getiren bir statü.”
Sonrasında da senin için açıklayacak.
“Kadroda maç başına 21-22 sayıyla takımın en skorer ismi olan KG, 17-18 sayıyla da en skorer ikinci ismi olan Wally var. KG eğer devreye kadar 12-14, Wally de 8-9 sayı atmamışsa işimi yapmıyorum demektir. Bu kadar net. Maç içinde kendi kendime ‘Bir oyun kurucu olarak sorumluluğumu layıkıyla yerine getirmem için ne yapmam gerekiyor?’ diye düşünmediğim bir an bile yok.”
Bu senin için büyük bir an olacak Chaunce. “Vay be.” dediğin bir an. Terrell’den önce, maça çıkmadan düşüncelerin, en iyi haliyle bile hala toydu: İyi oyna ve maçı kazan. Sadece bu kadar. Terrell ise seni tam anlamıyla başka bir seviyeye taşıyacak. Artık düşünce tarzın: “Kevin topu ne zaman istiyor? Wally topu nerede almayı tercih ediyor? Şu oyuncuya, şu pozisyonda topu verebilmek için tam olarak hangi oyunu oynatmalıyım? Ne zaman, nerede, nasıl, en iyi performansımı sahaya yansıtabilirim?” şeklinde olacak.
Artık sadece basketbol oynamayacaksın.
Bir oyun kurucu olacaksın.
Eğer T-Wolves’taki ilk sezonun Terrell Brandon Üniversitesi’nde geçecekse, ikinci yılın da final sınavın olacak. Çünkü bu yıl, T.B. sezonu kapatmasına sebep olan bir diz sakatlığı geçirecek… Sen de, uzun zamandır uğruna çok çalışıp hazırlandığın görev için yanıp tutuşuyor olacaksın: Takımın bir numaralı oyun kurucusu olmak.
O noktaya gelmeden önce sıradaki kısmı dikkatlice oku Chaunce. Çünkü tüm mektup boyunca alacağın en önemli ders belki de bu kısımda olacak.
Çoğu kişi, sadece Terrell Brandon’ın sakatlığından dolayı oyun kurucu pozisyonunda ilk beş başlayabilme fırsatını elde ettiğini söyleyecek. Hatta o sıralarda kendin bile bu şekilde düşüneceksin. Ancak gerçek şu ki, sen o fırsatı Terrell Brandon’ın cömertliği sayesinde elde ettin.
Biliyorum, henüz bunu anlayamayacaksın. Hala çok gençsin ama bir gün anlayacaksın. Bir gün 40 yaşına merdiven dayadığında, geriye dönüp bu ana baktığında… anlayacaksın. Herkesin duyduğu, bir veteranın genç bir oyuncuya yardımcı olduğu hikayelerin birer efsane olduğunu anlayacaksın.
Bana inan. Terrell Brandon’ın pozisyonundaki bir oyuncu, %80-90 hatta neredeyse %100 oranında seni başarılı olman için desteklemez. Seni temin ederim ki bunu bir saniye bile yapmaz.
Lig aslında, oyun üzerine kurulu ancak bir iş dünyası şeklinde ilerliyor. Sistemin içindeki çoğu insan da gerçekten çok iyi… Ta ki sen onların pozisyonlarını tehdit edene kadar.
Sakatlandıktan hemen sonra Terrell, senin bir tehdit olacağının farkına varacak. Neler yapabileceğinin farkında olduğundan, bu tehdidin ne kadar büyük olduğunu da herkesten daha iyi bilecek.
Yine de sana diyebilirim ki, ameliyat olduktan sonra koltuk değnekleriyle onu ilk gördüğünde sana söyleyeceklerini asla unutmayacaksın. Sana doğru gelecek, elini omzuna koyup gözlerinin içine bakacak ve “Chaunce. Senin sıran.” diyecek.
Üstüne üstlük burada da kalmayacak.
Seni her gördüğünde, her sabah antrenmanında, her öğlen şut antrenmanında, her gece hava atışından önce sana aynı kelimeleri söylemeye devam edecek. Sezonun geri kalanı boyunca bu Terrell’in söylediği bir nakarat haline dönüşecek ve her söylediğinde, sana tahmin edebileceğinden daha çok yardımcı olacak.
“Chaunce. Senin sıran.”
“Chaunce. Senin sıran.”
“Chaunce. Senin sıran.”
Evet, Terrell sakatlandığında, yardımı olsun ya da olmasın takımda oyun kurucu olarak sen başlayacaksın. Yine de gerçek bir ilk beş oyuncusu olmayacaksın. Bunun için ise Terrell’e ihtiyacın var. Terrell’den alacağın yardım senin için her şey demek olacak.
Bu arada, şu final sınavına ne mi oldu dersin?
Geçtin, hem de çok başarılı bir şekilde.
Aynı yaz Detroit ile sözleşme imzalayacaksın.
Forma numaran hakkında da ufak bir tavsiyede bulunayım: 1 numarayı seç.
Hayır, en iyisi olduğun anlamına geldiği için değil. 1 numarayı seç çünkü bu lig neredeyse seni dışarı atacakken Detroit sana mükemmel bir şans verdi. Kendi şovunu sunma fırsatı tanıdı.
Peki ama ya yüzüne gözüne bulaştırırsan? Hadi ama, Minnesota’da iyi bir çıkış yakaladın Chaunce. İşsiz kalacak değilsin. Hala kendini kanıtlamış bir rol oyuncusu olacaksın ve ne olursa olsun aynısını tekrar kanıtlayabilecek güçte olacaksın.
Yine de bunu tekrar yapmak istemeyeceksin. Çok çalıştın ve en başa dönmeyecek kadar fazla yol kat ettin. Boston’da, Toronto’da, Denver’da, Orlando’da ve en sonunda Minnesota’daydın. Beş yılda çok fazla durağa uğradın.
1 numara Chaunce, senin için tek sefer anlamına geliyor, bu kez sadece bir durağa uğramaktan daha fazlasını yapacaksın.
Öncesindeki her şey bir yolculuk olacak.
Detroit de varış noktası.
Bu noktaya ulaşırken herkesin başından farklı hikâyeler geçmiştir. Senin de kendi hikâyen var, oldukça da zorlu geçen bir hikâye. Detroit’in en iyi tarafı ise, takıma katılan her oyuncunun hikâyesinin bir diğerinin hikâyesinden daha zorlu geçmesi olacak.
Ben Wallace’ı düşünelim.
Kim? Bana güven ve birkaç yıl zaman ver, tanıyacaksın. Biliyorum, üçüncü sıradan draft edilen bir oyuncu olarak kötü hissedeceksin. Bu adam draft edilmeyecek ve Virginia Union’dan çıkıp bir şekilde ligde kendine yer bulacak. 2.06 boyunda bir pivot, 2.06’lık bir pivot! Sonuç olarak ise NBA’in en iyi savunmacısı haline gelecek.
Evet, başlarda biraz zorba görünecek, sahada en azından. Ama sana söz veriyorum onu, Wallace’ı seveceksin. Ben, tam anlamıyla hepinizin koruyucusu ve ‘Deee-troit Baaa-sketbol’ karakterinin vücut bulmuş hali olacak.
Bu arada o manidar bakan surat? O surat ifadesi de franchise’ın yüzü olacak.
Tayshaun Prince’e bakalım.
Kim? Bana güven ve birkaç yıl zaman ver, tanıyacaksın. Gruptaki genç o olacak, onu yeğen diye çağıracaksın. (İnanması zor biliyorum, kısa zaman içinde takımdaki veteran, “Unc” sen olacaksın.) Tay, utangaç ve sessiz çocuk olacak. Çok fazla konuşmayacak. Eğer soyunma odasında onu gözünle görmezsen, odada olduğunu fark bile etmeyeceksin. Biraz zaman tanı ve bu gencin büyümesine izin ver. Sonunda açılmaya başlayıp şimdiye dek tanıdığın en komik insanlardan biri haline gelecek. Evet, Tay şaka yapmayı seviyor. Kim bilebilirdi ki?
Sahada ise Tayshaun tam anlamıyla benzersiz olacak. Oyununda, kimsenin tam olarak tanımlayamadığı özel bir şeyler olacak. Sessiz bir katile bürünecek.
İşini iyi yapan her sessiz katil gibi de kimse Tay ortaya çıkana kadar geldiğini fark bile edemeyecek.
Kulağa çılgınca gelse de birçok açıdan Tayshaun basketbolun geleceği olacak. Geleceğin prototipi olarak Tay: uzun kollarıyla 1 numaradan 4 numaraya kadar herkesi savunabilen, yapacağı tek bir savunmayla rakibin tüm direncini kıran bir oyuncu. Aynı zamanda yumuşak bir dokunuşu olan ve rahatlıkla bir potadan diğerine giden atlet bir kenar oyuncusu. Tay’den on yıl sonra ligdeki herkes onun özelliklerini kopyalamaya çalışacak.
Yine de her zaman bir tane orijinal olacak ve sen ona yeğen diye sesleneceksin.
Richard Hamilton’a bakalım.
Kim? Bana güven ve birkaç yıl zaman ver, tanıyacaksın. Yıllarca kendini olabileceğin en iyi oyun kurucu haline getirmek için çok çabaladın. Bir şekilde bu çaban, tek bir oyuncu ile aynı takımda oynayabilmek için kendini hazırlamana dönüştü: Rip. Rip, dönüştüğün oyun kurucuya en iyi uyan şutör guard olacak. Wizards’a teşekkür etmek gerekir ki en mükemmel zamanda da kucağına düşecek.
İkinizin de oyunu özenle işlenmişçesine birbirini tamamlayacak. Aynı zamanda davranışlarınız da. Sen sakin, düşünerek hareket eden bir oyuncu; Rip ise sürekli hareket halinde, koşmak, koparmak, parçalamak isteyen bir oyuncu olacak. Rip ortaya tamamıyla ham bir enerji koyacak.
Her şeye rağmen hazırlıklı olacaksın. Terrell Brandon Üniversitesi’nden mezun olma onuruna eriştin ve hazırlıklı olacaksın. Topu elinde tutan orkestra şefi sen olacaksın. Rip’in yeteneklerini mükemmelliğe ulaştırmasına da sen öncülük edeceksin. Bazen onu gaza getireceksin. Bazen de aynı pozisyonda ikiniz birbirinizi gaza getireceksiniz. Birlikte çok iyi bir kimya yakalayacaksınız.
Saha dışında da çok iyi birer arkadaş olacaksınız.
Peki ya saha içinde Chaunce? Dünyadaki en iyi guard ikilisi olacaksınız.
Son olarak, Rasheed Wallace’a bakalım.
Kim? Hayır, sadece şaka yapıyorum. Sheed’in kim olduğunu zaten biliyorsun ama gerçekten kim olduğunu bilmiyorsun. Takastan önce Sheed’i sadece biraz kötü ve biraz da iyi ünüyle tanıyorsun. Ününün iyi tarafı gerçekten mükemmel: Batı Konferansı’nda Duncan, Webber, McDyess ve KG gibi forvetlere karşı çetin savaşlara girmiş bir oyuncu. Bunun yanında, girdiği bu savaşlardan kaybettiği kadarını da kazandığını söyleyebilecek bir avuç oyuncudan biri.
Öte yandan, çoğu medyadan olmak üzere, hakkında farklı şeyler de duyacaksın ve bu duydukların durup düşünmene sebep olacak. Kötü tavırlar. Tuhaf bir kişilik. Asabiyet. Biliyorsun, Sheed için bunların çoğu sıradan şeyler. Takım kimyasına önem veren bir lider olarak bunlar hafife alınamayacak özellikler.
Sonuç olarak, meşhur Rasheed Wallace’ın takıma katılacağını öğrendiğinde heyecanlanıp heyecanlanmaman gerektiğini bilemeyeceksin.
Sana söyleyeyim, çok heyecanlı olman gerekir.
Sheed geldiği gibi hemen şunu anlayacaksın: Mücadeleci bir takımı, şampiyon bir takıma dönüştürecek olan adam işte bu. Bunun farkına varman için maça çıkmana bile gerek kalmayacak. Gerçekten, birkaç antrenmandan sonra hepiniz bunu anlayacaksınız.
Sheed sadece kapıdan içeri girecek ve aklınızı başınızdan alacak.
Savunmada hiç durmadan konuşacak. Savunmanın arka tarafını organize ederken sanki yıllardır oradaymış gibi hissettirecek. Rakibin hangi oyunu nereden oynadığını her zaman doğru tahmin edecek. Şuraya git. Buraya yardıma gel. Köşeye dikkat et Ben. Topu takip et Chaunce. Hücumda ise hiçbir pozisyonda bencil olmayacak ve takımın akışına uyacak.
Sheed ile gerçekleştireceğiniz ilk antrenmandan sonra dördünüz – sen, Rip, Ben ve Tay – sadece orada kalacaksınız ve birbirinize bakıp şaşkın bir şekilde gülümseyeceksiniz. Ağzınız açık kalıp kimse bir şey söyleyemezken hepiniz aynı şeyi düşüneceksiniz:
Vay be.
Bu adam tam bir dahi.
Sonrasında da kendine hâkim olamadan şunları söyleyeceksin Chaunce:
“Ligdeki takımların geri kalanı artık tehlikede millet. Artık tehlikedeler. “
Sabırlı ol delikanlı.
En başta da söylediğim gibi, sadece sabırlı ol.
Bir çaylak olarak Boston’dan takas edildiğinde olduğu gibi. Toronto’da zor bir dönemde değişik duygular hissettiğinde olduğu gibi. Denver’da “Chauncey bir oyun kurucu değil.” fısıltılarını duyduğunda olduğun gibi. Orlando’da sakatlıklarla boğuşurken olduğun gibi. Minnesota’da Son Şans Oteli’ne giriş yaptığında olduğun gibi. Sabırlı ol.
Sabırlı ol Chauncey.
Detroit’te, sana hiç benzemeyen ama bir şekilde aynı senin gibi olan takım arkadaşların olacak. Güçlükleri atlatmayı başarmış kardeşlerden oluşan bir ailen olacak. Ben, Tay, Rip ve Sheed yanında olacak. Onlarla beraber sahaya çıktığında da bunu hissedebileceksin. Deee-troit Baaa-sketbol sadece senin değil, aynı zamanda onlarında da mükemmelliğe uzanma fırsatı olacak.
Hepinizin olacak.
Tüm farkı ortaya çıkaran da işte bu.
Los Angeles’a geri dönmüyoruz.
Los Angeles’a geri dönmüyoruz.
Los Angeles’a. Geri. Dönmüyoruz!
8 Haziran 2004 akşamı saat 11 civarı Los Angeles’tasın. 28 yıllık hayatındaki en önemli maçı az önce kaybettin ve Detroit Pistons takım otobüsüne doğru yürüyorsun.
Staples Center’dan bu otobüsle ayrılıp uçağa bineceksin. Sabah saatlerinde de, şuandan birkaç saat önce, NBA Finalleri’nde Lakers ile 1-1’lik bir eşitliğe sahip olarak eve geleceksin. Evet, şu Lakers. Shaq. Kobe. Payton. Malone. ‘The Zen Master.’ Üç kez üst üste şampiyon olan, bir hanedanlık kuran, tüm takımları ezip geçen Lakers.
Otobüse binmek üzere merdivenleri çıkarken ne kadar yol kat ettiğini düşüneceksin.
Çok yol aldın Chauncey.
Bunun için de iyi hissetmelisin.
Sana söylüyorum, otobüse doğru giderken gerçekten bir saniye durup iyi hissetmelisin.
Buraya kadar gelebilmenin ne demek olduğunu anlamalısın. Savaştığın ve başardığın her şey için seninle ne kadar çok gurur duyduğumu bilmelisin.
Aynı zamanda, daha gidilecek çok yolunun olduğunu da bilmeni istiyorum.
Kariyerin sona ermeden önce 1000’den fazla maça çıkacaksın ama bunların hiçbiri önündeki şu üç maç kadar önemli olmayacak.
Evinizde oynayacağınız üç maç.
Bu üç maçı kazanmak için elinizde ne varsa ortaya koymalısınız Chauncey.
Auburn Hills’teki Deee-troit taraftarına ihtiyacınız var. Tüm dehasıyla Koç Brown’a ihtiyacınız var. Esnek bir bench’e, başta Corliss Williamson olmak üzere tüm adı bilinmeyen kahramanlara ihtiyacınız var. Kardeşlerine, ailene, hayatta bir kez denk gelebilecek ilk beş oyuncularına ihtiyacın var.
Aynı şekilde onların da sana ihtiyacı var Chaunce.
Hem de şimdi, bu otobüste sana ihtiyaçları var.
Oyun kurucularının yardımına ihtiyaçları var.
Hepsi başlarıyla onay verirken Ben’e, Tay’e, Rip’e ve Sheed’e bakacaksın. Onlara söz vereceksin, üçüncü maçtan beşinci maça kadar tüm karşılaşmaları kazanacağız. Başaracaksınız da. Onlara, Los Angeles’a. Geri. Dönmüyoruz. Bunu diyeceksin ve dönmeyeceksiniz.
Ait olduğun yerin Detroit olduğunu düşüneceksin.
Evet, gerçekten de öyle.
*Çeviri: Murat Akcan