“Böyle bir cehennem hayal ediyorum: İtalyan dakikliği, Alman mizahı ve İngiliz şarabı.” – Peter Ustinov
Britanyalı yazar Terry Eagleton, Kültür adlı kitabında kavramın karmaşıklığını derinlemesine irdeler ve bir yerde Fransızların uygarlığın temsilcisi, Almanların da kültür bayrağının taşıyıcısı olduğundan söz eder. “Almanların Goethe’si, Kant’ı, Mendelssohn’u; Fransızların ise parfümü, restoranları ve Chateauneuf-du- Pape şarapları vardır” der… Almanlar ruhanidir, Fransızlar sofistikedir. Sonra şöyle yazar: “Kabaca ifade etmek gerekirse posta kutuları uygarlığın bir parçasıdır ama posta kutularını ne renge boyadığınız (örneğin İrlanda Cumhuriyeti’nde yeşil) kültüre dair bir konudur.” Eagleton’a göre kültür, insanların tükettikleri yiyeceklerden yaptıkları sporlara kadar pek çok konuyu kapsayan büyük bir şemsiye.
Yıllar önce o dönem Türkiye’de yaşayan Belçikalı gazeteci Dirk Vermeiren, Eurosport’ta yayınlarımıza konuk oluyordu. Flaman kökenli Dirk, elbette bisiklet konusunda çok bilgiliydi. Türkçe de öğrenmişti. Hiç unutmam, bir yayında “Hollandalılar bisikleti bakkala, işe gitmek için kullanır sadece, biz ise yarışmak isteriz. Bisiklet bizim için çok şey ifade eder, âdeta bir ulusal kimliktir” demişti. Dirk’in ağabeyi Guy Vermeiren de Belçika’nın en önemli bisiklet gazetecilerinden biri ve o dönem Türkiye Bisiklet Turu’nu takip etmeye gelmişti. Bisikletin nasıl futboldan da daha popüler olduğunu ve Belçikalıları bir araya getiren bir sembol, bir bağlayıcı güç olduğundan bahsetmişti.
Fleche Wallonne, Gent-Wevelgem, E3 Harelbeke, Omloop Het Nieuwsblad, Kuurne-Brussels- Kuurne, Grand Prix de Wallonie, Dwars door Vlaanderen, Liege-Bastogne-Liege ve Ronde van Vlaanderen. Bunlar 11 milyon nüfusa sahip bir ülkede, 200 kilometre içerisinde düzenlenen yarışlardan bazıları. Aynı coğrafyada kışın da çamurda kros bisikleti koşulur. Taşlı dar yollar, Hellingen denen kısa dik yokuşlar, betonweg denen beton yollar, Ardennes ormanları, trafik adaları, sürekli bir aksiyon, heyecan ve yarış hali…
Her şeyden öte insanların bir araya gelip biralarını, patates kızartmalarını, midyelerini paylaşmalarına vesile olur bu ortak tutku. Belçikalılar, 1600’lerde yokluktan icat ettikleri patates kızartmasını sonradan kültürel olarak Fransızların (French Fries) sahiplenmesini de belki sadece o anlarda umursamazlar. Meşhur hikâyeye göre, Birinci Dünya Savaşı esnasında ABD’den gelen askerler bu patatesleri Fransızların yaptığını zanneder. Zira Belçikalı askerler Flaman da olsalar Fransızca konuşmak zorundalar o dönemde…
Belçika, Avrupa Birliği’nin merkezi ama kendi içinde hep iki etnik kökenin rekabetiyle şekillenmiş bir tarihe sahip. Fransızca konuşan Valonlar ve Hollandaca konuşan Flamanlar. 1830’da bağımsızlık ilan edildikten sonra ekonomik yönden daha güçlü olan Valonlar, Flamanlara karşı kültürel ve ekonomik baskılama uyguluyor. 1892’de başlayan ‘Yaşlı Hanımefendi’ lakaplı ilk anıtsal yarış Liege- Bastogne-Liege, Valonların simgesi haline geliyor. O dönem hor görülen Flamanlar ise 1913’ten itibaren gazeteci Karel van Wijnendaele önderliğinde Ronde van Vlaanderen’i düzenlemeye başlıyor. Yarış o kadar büyüyor ki, Nazi işgaline rağmen halkı rahat kontrol etmek isteyen Almanlar De Ronde’nin düzenlenmesine izin veriyorlar. Hatta teşvik ediyorlar. Flamanlar, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki süreçte ülkede değişen iktisadi dengeyle gücü Valonlara karşı tersine çeviriyorlar. Ancak o baskılanmanın bıraktığı izle bisiklet onlar için bir isyan ve kimlik meselesi haline geliyor.
Bu çekişmenin yarattığı hava, bisikletin rekabetçi doğasını sevmelerini anlaşılır kılıyor. Büyük savaşların derin izler bıraktığı topraklarda yaşamak, hep mücadele etmek, en kötü koşullarda bile pes etmemek, sonuna kadar gitmek demek bir yandan da… Bilhassa da ‘Flandrien’ bisikletçi tanımı altında bu özelliklerden bahseden Flamanlar adına. 1940’lardaki Demir lakaplı Briek Schotte’den 1990’larda Flandre Aslanı lakaplı Johan Museeuw’e kadar… Yarışın yerel etkisi evrensel de bir nitelik kazanır zamanla. Bir İsviçreli, yani Fabian Cancellara bu zorlu şartlarda savaşçı kimliğiyle uzun mesafeli ataklar yaparak Spartaküs lakabını alır.
Bisiklet de din gibi semboller üzerine kuruludur. Zaten o yüzden iki tekerde dinî göndermeler yoğundur. Belçika’da bir kilisedeki Roeselare bisiklet müzesinde bisikletlerden yapılmış demir bir haç simgesi bu yüzden vardır. Serginin adı da “Bisiklet Dindir” adını taşıyordur. Semboller toplumsal dinamiklere ve siyasete de uzanır. Belçika’daki yarışlarda sarı üzerine kırmızı tırnaklı, siyah aslanlı Flaman ve sarı üzerine kırmızı horozlu Valon bayraklarını sıkça yol kenarında görürsünüz. Hoş, son yıllarda kırmızı tırnaksız, siyah aslanlı bayraklar çoğalmaya başladı. Bu, bağımsızlığı savunan Flamanların simgesidir. 2017’de Valon kökenli Philippe Gilbert üzerinde Belçika Ulusal Şampiyonluk mayosuyla Ronde’yi kazanırken finiş çizgisinde durup, bisikletini havaya kaldırarak çizgiyi geçmişti. Bunu da sembollere yoranlar çoktu. Zira Gilbert bir röportajında “Yol kenarında keşke daha çok Belçika bayrağı görebilsek” demişti. Ama o gün Muur gibi sembol bir yokuşta Flandrien bisikletinin en büyük temsilcilerinden Tom Boonen ile beraber atak yapmıştı. Bu da günü daha da unutulmaz kılıyordu.
Aslında bu Nisan ayında da her yıl olduğu gibi Belçikalılar bahar klasiklerini izlemekle meşgul olacaklardı. Ancak koronavirüs, hayatı ve sporu Belçika’da da durdurdu. Bisikleti bundan evvel sadece dünya savaşları durdurabilmişti. Hatta Flamanların Ronde’si, Nazilerin toplumu kontrol etme çabasına istinaden izin vermesiyle II. Dünya Savaşı’nda bile düzenlenmişti. Dirk ile geçen hafta konuşurken Belçika’da herkesin en çok sevdiği insanlarla eskisi gibi bir araya gelip yarış izlemeyi özlediklerinden bahsetmişti. Aslında hiç o kadar karmaşık değil gibi.
İnsanın doğa, bilim, akıl, hakikat ve kendisiyle ilişkisini gözden geçirerek düzlüğe çıktığı daha sağlıklı bir gelecek dileğiyle… Ve beşinci yaşımızı kutladığımız bu sayıya kadar bizimle olan ve bize yolda katılan tüm okurlarımıza sevgiyle, saygıyla…