Aslında her şey hazırdı. Kafamda bütün planı oluşturmuştum. 2017 Paris-Roubaix’den bir hafta önce Cannondale-Drapac medya sorumlusuna bir mail atmış, yarışa katılması beklenen ABD’li bisikletçileri Taylor Phinney ile röportaj yapma imkanım olup olmadığını sormuştum. Cannondale-Drapac en medya dostu takımlardan biriydi ve 15 yaşından beri göz önünde olan Phinney’nin gazetecilerle ilişkisi her zaman çok iyi olmuştu. Bu talebimden olumlu bir yanıt bekliyordum. Kafamda röportajın krokisi de hazırdı, ABD’li bisikletçiye meşhur ailesinden gençlik yıllarındaki başarılarına; profesyonel kariyerinde yaşadığı şanssızlıklardan gelecek planlarına kadar birçok şey soracaktım.
Sonra Taylor Phinney düştü. Daha medya sorumlusundan talebime bir yanıt gelmemişti ama artık buna gerek de yoktu. Paris-Roubaix’den bir hafta önce düzenlenen Ronde van Vlaanderen’de Phinney bir büyük kazanın parçası olmuş, kafasını yere vurmuştu. Cannondale-Drapac’ın beyin sarsıntıları üzerine geliştirdiği protokol gereği biraz dinlenmek zorundaydı ve böylece altyaş gruplarında iki kez kazandığı meşhur tek günlük klasiği kaçıracaktı. Phinney’nin kariyerini takip eden birçokları için kabus gibi bir gelişmeydi bu. Zira ABD’li yetenek, 2014’te henüz 23 yaşındayken kariyerini tamamen bitirebilecek bir kaza yaşamış, bir daha bisiklete dönemeyeceğini düşünen doktorların “Acaba üniversite okumayı mı düşünsen?” soruları arasında iki tekere geri dönebilmeyi başarmıştı. Ve şimdi, BMC’den sonra transfer olduğu yeni takımında, tam da en sevdiği yarışlardan birinde boy gösterecekken başka bir şanssızlığın öznesi olmuştu. Hemen herkes artık ona bakınca bu kötü haberleri, laneti görüyor, desteklerini “acıma” tonunda veriyordu.
Bu haberden kısa bir süre Phinney, Twitter hesabını açtı. Başına gelen hemen her şeyi samimi, kendine has üslubuyla sosyal medyada değerlendiriyordu ve bunu da pas geçmeyecekti. Önce, “Elbette favori yarışımda olamadığım için üzgünüm ama takımıma beyin sarsıntıları için uyguladıkları protokolden ötürü teşekkür ederim” dedi. Sonra, “Paris-Roubaix her sene yapılıyor ama benim sadece bir tane beynim var” ifadelerini kullandı, arkasından da kapanışı “Bana kötü şansımdan dolayı acıyanlara: Ben gerçekten yaptığım işten ötürü kendimi dünyanın en şanslı insanlarından biri olarak görüyorum” cümlesiyle yaptı.
Taylor Phinney gerçekten şanslı ve şanssızdı. Son derece yakından bilinen hayat öyküsü bu şansın iyi tarafında kalıyordu. Annesi, Olimpiyat Oyunları’nda düzenlenen ilk yol yarışını (1984) kazanan Connie Carpenter’dı ve neredeyse mücadele ettiği her dalda şampiyonluğu bulunan bir efsaneydi. Babası ise 300’den fazla zaferi olan, ABD içinde birçok yarışa ambargo koyan, Fransa Bisiklet Turu’nda iki etap zaferi bulunan Davis Phinney’di. İki tekerin içine doğmuştu ve Fransa Turu’na izleyici olarak 2005’te geldiğinde Lance Armstrong’un elini sıkmayı başarmıştı. Bu, o dönemki küçük hayran için olağanüstü bir andı.
O küçük hayran ailesiyle birlikte İtalya’da, Venedik’te uzun yıllar yaşamış, futbolla birlikte bisiklete de merak duymuştu. Ve bu işe girer girmez anında yeteneğini kanıtlamıştı. Phinney, belki de genlerinin de olumlu etkisiyle, çok uzun mesailer harcamadan başarılarla tanışmıştı. 15 yaşında ağırlık verdiği bisiklet dünyasında hızla yükselmişti ve kazandığı yarışlarla “Geleceğin Lance Armstrong’u” damgasını edinmişti. Taylor’ın çıkış yaptığı yıllarda henüz Lance dibe vurmamıştı; bir dopingci olarak değil, yedi kez Fransa Turu’nu kazanan bir efsane olarak hatırlanıyordu ve ABD basını onun tahtına geçebilecek birini arıyordu. Phinney, bir Büyük Tur yarışçısı izlenimi vermemişti ama zamana karşı yarışlarındaki ve tek günlük klasiklerdeki parlak performansı herkese umut veriyordu. 2012 İtalya Turu, bu beklentilerinin karşılığını vermesi açısından önemli bir kilometre taşıydı. Phinney yarışın başındaki zamana karşı etabı sayesinde genel klasman liderine verilen pembe mayoyu sırtına geçirmiş, sergilediği nazik, sempatik, zeki tavırlarla da herkesin kalbini kazanmıştı. Yeni bir yıldız doğuyordu ve hatta galiba doğmuştu.
Bu, benim için de ilginç bir serüvendi. O dönem Yazıhane’ye heyecanlı, abartılı bir Taylor Phinney portresi yazmış ve onun eski sevgilim Lance Armstrong’un varisi olduğunu ilân etmiştim. Elbette bu ifadeyle Amerika’yı yeniden keşfetmiyordum, herkesin kullandığı bir etiketi tekrar ediyordum. Ama Phinney ile aramızda başka bir bağ da vardı. O, benden sadece 1 yaş büyüktü, yani 1990 doğumluydu. Bisiklet izleyicisi olarak artık kendi yaşıtlarımın büyük sahneye çıkması beni hem mutlu ediyordu hem kıskandırıyordu. O yazıyı yazarken bir anda kafamda gelecek tasavvurları oluşturuyordum. Taylor arka arkaya zaferler kazanacak, klasiklerden haftalık turlara kadar birçok yarışa damgasını vuracaktı; ben de sıradan işlerde dirsek çürütüp onu seyredecektim. Bir yandan da onun gençliği benim gençliğim demekti. O genç kaldıkça ve zirveye yürüdükçe benim için de panik yapacak bir durum olmayacaktı.
Yakın zamanda hayatını kaybeden efsane yazar Frank Deford bu sporcu-hayran-gazeteci ilişkisine değinmeyi çok seven bir kalemdi. Deford’un Socrates’in Temmuz 2017 sayısında yer alan eski denemesinde de bahsettiği gibi sporcu ölümlerinin hepimiz için trajik olan tarafı yaşamamızın bir bölümünün kayıp gittiği hissidir. Sporcularla, aktörlerden farklı bir ilişki kurarız ve onları çoğu zaman atletik kariyerlerinin zirvesinde, genç halleriyle hatırlarız. Bir anda hayatlarımızdan çıktıklarında ise çocukluğumuzdan ya da gençliğimizden birkaç parça kayıp gider.
Taylor Phinney ile herhangi birimizin ilişkisi henüz bu kadar trajik bir noktaya gelmedi. Ama yine de pembe mayoyu giydiği o 2012’den sonra işler bir türlü istendiği gibi gitmedi. Elbette tek başarısı bu değildi, 2012 Olimpiyat Oyunları’nda hem zamana karşıda hem de yol yarışında dördüncü olup madalyaları kılpayı kaçırdı. Aynı sene Dünya Yol Bisikleti Şampiyonası’nda zamana karşı yarışında altını beş saniye farkla kaybetti, Tony Martin’in ardından ikinci oldu. 2013 sezonunu beklentilerinin altında geçirdikten sonra ise 2014’ün başında önce Dubai Turu’nu aldı, ardından Kalilforniya Turu’nda etap kazandı. Lakin o yıl ABD Ulusal Yol Yarışı’nda geçirdiği büyük kaza her şeyin sonu oldu.
İyileşme sürecinde Phinney uzun bir süreyi yatakta geçirdi, bu arada baskılarından ve rutininden sıkıldığı yol bisikletini bırakmayı düşündü. Sanat ve moda tutkunuydu, Los Angeles’a taşınmaya karar verdi ve resim çizmekten çok hoşlandığını fark etti. Aynı dönemde çocukken çaldığı piyanoya geri dönüp dönmemeyi kafasında tartarken kendisi gibi yol bisikletinden usanan Lachlan Morton ile birlikte bisiklet gezilerine katıldı, vaktiyle iki tekere duyduğu aşkı yeniden kazanmaya çalıştı. Kazandı da… 2016 sonunda eski takımı Cannondale-Drapac’tan gelen teklifle birlikte yeniden motivasyon buldu.
Taylor Phinney bu yıl kariyerinde ilk kez Fransa Turu’nda yarışacak. Bu peloton ya da bisiklet dünyası için küçük bir haber olabilir ama onun için epey büyük bir adım. 2012 İtalya Turu’nda kaldığı yerden devam etmesi hayranlarının da en büyük rüyası. Hâlâ kuvvetli bir zamana karşı yarışçısı olan Phinney’nin Almanya’da yapılacak ilk etapta sarı mayoyu sırtına geçirme şansı var. Elbette burada Tony Martin gibi kendisinden çok daha güçlü rakipleri olacak ama yine de yarışmadan, kağıt üzerinde hiçbir şeyin kesin olmadığı bu sporda her şey mümkün.
Öte yandan 27 yaşındaki bisikletçi beklentileri epey aşağıda tutmayı tercih ediyor. Yaşadığı sakatlıklar ve kazalardan sonra, edindiği hayat ve bisiklet tecrübeleriyle birlikte kariyerinin en verimli dönemine girmesi muhtemel ama o yine de zafer sözcüğünü telaffuz etmekten kaçınıyor. Şimdilik, klişe de olsa, mühim olan katılmak ve bitirmek. Onun her şeye rağmen başladığı işi bitirmekte ne kadar ısrarcı olduğunu bilmiyorsanız 2013 Tirreno-Adriatico’ya bakabilirsiniz.
2017 Fransa Turu bu anlamda ilginç bir öyküye sahip olacak. Genel klasman ve sprint mücadelelerinden uzakta, kıyıda köşede Taylor Phinney’nin yolculuğunu takip edecek ve ABD’li bisikletçinin herhangi bir kaza, sakatlık ya da şanssızlık yaşamadan üç haftayı tamamlamasını dileyeceğiz. Bu sefer kafamızda herhangi bir gelecek hayali, planı, krokisi de olmayacak; Phinney’den sadece o günkü etabı bitirmesini isteyeceğiz. Ertesi gün bir kez daha, sonra bir kez daha…
Çünkü onun için yarın geçmişte kaldı. Şimdi önemli olan şey, bugün.