San Antonio Spurs hep önemsiz bir hatırayı aklıma düşürüyor. Çok sıra dışı bir an değil; basit, küçük bir şey. 2004’te bir Şubat sabahı, sanıyorum yedinci sınıfın ilk döneminin karnesini almak üzere okula gidiyordum ve kafamda bazı soru işaretleri vardı. Hayır, ergenliğe dair sorunlar değildi bunlar. Daha çok NBA TV’de o sabah rastladığım San Antonio Spurs maçının tekrarını kaçırıyordum ve Hidayet Türkoğlu’nun da parçası olduğu o takımı izlemeyi karneden çok daha fazla önemsiyordum. Telafi şansım olduğunu bildiğim için çıktım. NBA TV o dönemlerde sürekli başa sarardı ve gün boyu aynı maçları, reklamları ve klipleri izlerdik. Ben de serbest kıyafetle gidilen karne gününde okula zamanında vardım, arkadaşlarıma birkaç hafta sonra görüşmek üzere veda ettim ve dönüş yoluna koyuldum. Ancak sıkıntı, evle okul arasındaki 10 dakikalık dönüş yolunda beni bulmuştu. Yolumu öfkeli bir köpek kesmişti ve ondan kaçmaya çalışırken yere düşmüştüm. Fakat neyse ki korktuğum başıma gelmedi. O gün köpeklerin gerçekten de yerdeki birinin üzerine gelmediğini öğrenmiştim. Ama henüz bilmediğim iki şey vardı. San Antonio Spurs hep hayatımda olacaktı ve geride kalan yıllarda elde ettikleri istikrar sürekli aynı köpekli anıyı aklıma düşürecekti.
Gerçekten bilmiyordum. Sizin de tahmin ettiğinizi sanmıyorum. 1996’da Gregg Popovich’in koç oluşu, 1997’de Tim Duncan’ın NBA Draft’ında birinci sıradan seçilişiyle ligin elit takımlarından birine dönüşen San Antonio Spurs ölümsüzdü ve basketbol izleyen hemen herkesin hayatlarında sabit noktalardan biri olacaktı. Her zaman onları çok sevmeyecektik, bazen Phoenix Suns’la olan rekabetlerinde olduğu gibi Spurs’ten hoşlanmadığımız anlar da olacaktı ama onlar siyah-beyaz formalarıyla birlikte NBA’de en yüksek kalitenin simgesi olmayı sürdüreceklerdi. David Robinson’dan Tim Duncan’a, Manu Ginobili’den Kawhi Leonard’a, Tony Parker’dan LaMarcus Aldridge’a kadar birçok yıldız bu takımın üyesi olacak ve bitmek bilmeyen istikrara onlar da birkaç kiremit yerleştireceklerdi. Oyun değişecek, NBA’de savunma ağırlıklı yavaş tempodan alan ve top paylaşımının çılgın üçlük istatistiklerine işi vardırdığı bugünlere gelecektik ve Spurs bir şekilde hâlâ, umursanan, üzerine konuşulan ve hakkında yazılar kaleme alınan model bir takım olarak kalacaktı.
Evet, bu o yazılardan biri. “Nasıl oluyor da bunu başarıyorlar?” diye soranlardan…
2017-2018 sezonu başladığında San Antonio Spurs kadrosundan altı isim 1993 ve sonrasında dünyaya gelmişti. Yönetim ve teknik ekip, kadro mühendisliğini iki farklı uç üzerinden kurmayı tercih ediyordu. Bir yandan LaMarcus Aldridge ile üç, Pau Gasol ile iki yıllık sözleşme imzalandı, Rudy Gay gibi sakatlıktan yeni çıkan eski bir yıldız kadroya katıldı, 40 yaşına gelmesine rağmen bir ya da iki sene daha NBA’de oynamak istediğine kanaat getiren Manu Ginobili ile evlilik tazelendi. Bir yandan da takımın gelecek nesli, Kawhi Leonard etrafına yerleştirilecek yeni oyuncu grubu hazırlanmaya başlandı. Ginobili de hazırlık kampında yaptığı açıklamalarda bir geçiş sürecinde olduklarından söz açıyor ve takımdaki gençlerden bahsediyordu. Ama daha da önemlisi, kamptan gelen farklı kokulardı. Spurs, her sene olduğu gibi yepyeni birkaç yüze seviye atlatacağının işaretlerini veriyordu.
Bu filmi daha önce gördünüz. Spurs hakkında klişe hâline gelen şeylerden biri de her sene yaz sonu, sonbahar başı yeni bir yıldızın ya da çok mühim bir rol oyuncusunun kapıda olduğu haberleridir. Önce sesi duyulur, bazı yazılardan ve dedikodulardan. Arkasından görüntüsü gelir, sezon açılışıyla birlikte. Bu sezon da o isim Dejounte Murray oldu. Aslında bize tamamen yabancı bir yetenek değildi. Geçen yıl play-off’larda Houston Rockets’a karşı Tony Parker’ı, Golden State Warriors’a karşı Kawhi Leonard’ı sakatlığı nedeniyle kaybeden Spurs’te o ve Kyle Anderson beklenenden daha fazla süre bulmuştu. Gregg Popovich, 2016 NBA Draft’ında 29. sıradan seçilen Murray’ye oyun kurucu pozisyonunda şans vermiş, genç oyuncuya yaptığı birkaç hatadan sonra büyük bir şefkatle yaklaşmıştı. Pop, oyun kurucusuna güveniyordu ve geleceğe yatırım yapıyordu. O yüzden normalde sinirden köpürebileceği ve kıpkırmızı olacağı yanlışlardan sonra bile sabırlıydı. O günlerin biteceğini biliyordu.
Dejounte Murray, San Antonio Spurs’ün 2017-2018 sezonunun başında aldığı üç galibiyette, 13.3 sayı, 9.7 ribaunt, 4.7 asistle en önemli pay sahiplerinden biri oldu. Tony Parker’ın sakatlığı nedeniyle oynayamadığı ilk aylarda oyun kurucu pozisyonu ona emanet edilmeye, Patty Mills yedekten gelmeye devam edecek. Aynı şekilde Kawhi Leonard’ın sakatlığı nedeniyle oynayamadığı ilk haftalarda (belki aylarda) hücum ve savunmanın direksiyonu da onda. Murray uzun kolları, hızı, pozisyonuna göre müthiş atletizmi ve geliştirdiği oyun aklıyla bu süreçte fark yaratabileceğinin sinyallerini verdi. Her zaman iyi top çevirmesi ve iyi savunma yapmasıyla tanınan Spurs sisteminde onun esas derinlik kattığı ve katacağı alan da delicilik. Zira Leonard’ın yokluğunda LaMarcus Aldridge’i hücumda birinci planı hâline getiren takımın köprülerinden biri de o. Geçen yıl hücumlarının yüzde 9.3’ünü post-up’tan bulan Spurs bu sezon, ilk üç maç itibarıyla Aldridge’ın agresif görüntüsüyle birlikte hücumlarının yüzde 13.6’sını post-up’tan kullanıyor. Hem Aldridge hem de Spurs bu anlamda lig lideri. Popovich’in öğrencileri, ligin en yavaş tempoda oynayan takımlarından biri ve 2014’te onların oyunlarının temellerinden olan üç sayılıklarda şu sıralar diplerdeler. Bu ortamda Murray gibi uzun kollu (boyu 1.95, kanat genişliği 2.08) delici, agresif, açık sahada doğru kararlar verebilen bir kısanın etkisi de büyüyor. En nihayetinde, takım olarak rakiplerinden daha uzunlar, daha sertler, çoğu zaman daha dayanıklılar ve bunda Murray ile birlikte Rudy Gay, Kyle Anderson gibi kadronun yeni temel taşı olan isimlerin payı da büyük.
2016 NBA Draft’ı öncesi Murray ile ilgili “Savunmada perdelerde ölüyor, fundamental ve efor eksiği var, topsuz oyundan haberdar değil, adamını kaybediyor…” raporunu kaleme alan The Ringer yazarı Kevin O’Connor, şimdi “Murray’yi Spurs seçtiğinde biraz şaşırmıştım ama tahmin etmeliydim. Onu gerçek bir oyuncuya çevirecek bir takım varsa bu da elbette Spurs olacaktı” yorumlarını yapıyor. Evet, San Antonio genel menajeri RC Buford yine başarmış, NBA Draft’ının ilk turunun sonlarından; yani Parker, Ginobili (ki o ikinci turun sonlarından), George Hill gibi isimleri seçtiği yerden bir elmas daha bulmuş gibi görünüyor. Ama kötü özellikleri yukarıda söz edilen Murray’yi gerçekten parlatan Popovich ve teknik ekibi. Öyle ki daha sezon başı olmasına rağmen gösterdiği performanstan ötürü büyük övgüler alan Murray ile alakalı görüşleri sorulan Ginobili, “O, bir gün All-Star olacak” ifadelerini kullanıyor. Murray’nin 21 yaşında olduğunun hatırlatılması üzerine de “Ben o yaşta İtalya’ya yeni giden genç ve enerjik biriydim ama asla bu seviyede oynamaya hazır değildim” ifadelerini kullanıyor.
Ve Dejounte Murray yalnız değil. Spurs’ün açılış maçlarını izlediyseniz Joffrey Lauvergne’in de nasıl bir anda farklı bir oyuncuya dönüştüğünü göreceksiniz. Popovich, bir keresinde başarılarının bu kadar uzun süre dayanmasının sırrı sorulduğunda “Her 10 yılda bir NBA Draft’ında birinci sırayı al ve orada organizasyonunu gerçekten taşıyacak bir adam bul” yanıtını vermişti. Bahsettiği seçimler elbette 1987’de David Robinson’ı, 1997’de Tim Duncan’ı kadroya kattıkları ilk sıralardı. Oysa Spurs, Duncan’dan sonra başarısının da etkisiyle bir daha o kadar yukarılarda seçmedi ama 2011’de yine mucizevi bir yöneticilik hamlesiyle George Hill’i o seneki draft’ın 15. sıra seçimi olan Kawhi Leonard karşılığında yolladı ve organizasyonunu Duncan hatta Parker ve Ginobili sonrası taşıyacak ismi buldu. Bir zamanlar ligin görev adamlarından biri olabileceği tahmin edilen Kawhi, şu an NBA’de oyunun iki tarafını en iyi oynayan süper yıldız konumunda. Ama Spurs sisteminin tek başarısı bu üç oyuncuyu farklı çağlarda kadroya katmak değil. Onların bir başka sırrı da bu yıldızların çevresine koydukları oyuncuları bulmak. Avery Johnson’dan Steve Kerr’e, Bruce Bowen’dan Brent Barry’ye, Gary Neal’dan Danny Green’e orada da büyük bir başarıları var.
Bu yüzden koç David Thorpe, geçen hafta katıldığı bir podcast programında “NBA, koçların ligi. Bunun en büyük örneği de Spurs kadrosu. Sezona başladıkları kadroya baksanıza. Aldridge’i bir kenara bırakın, bu adamların çoğu herhangi başka bir takımda olabilecek sıradan isimler. Ama Popovich onları topluyor ve bambaşka bir şeye dönüştürüyor” diyordu. Spurs, bunu gerçekten de müthiş yapıyor. Yani iş Duncan, Robinson ya da Kawhi’da bitmiyor. Küçük detaylar ve parçalara verdiğiniz önem de buralara gelmenizin vesilesi oluyor. 1997’den beri San Antonio Spurs beş kere şampiyon oldu, 18 sezondur normal sezonu 50 galibiyetin üzerinde bitiriyorlar, 6 sezonda 60 galibiyeti geçtiler ve spor tarihinin en uzun süreli, istikrarlı, efsanevi ekiplerinden biri oldular.
Bu hikâyenin sırlarının sorulduğu bir başka ortamda Popovich, yeteneğin yanına karakter ve olgunluğun da Spurs sisteminin nasıl köşetaşlarından olduğundan söz etmişti. Koçun ifadesiyle oyuncuları bunun bir iş olduğunu, yarın yeni bir basketbol maçının daha olacağını, kazanmanın ya da kaybetmenin nihai son olmadığını öğreniyorlardı. Pop onlara sürekli “Dünyada basketboldan daha önemli şeyler de var” diyordu. Bunun sonucunda hem saha içinde hem de saha dışında çıkabileceği en üst seviyeye ulaşan bir grup meydana geliyordu ve Dejounte Murray gibi 21 yaşındaki bir isim, 32 yaşındaki Aldridge ile 28 yaşındaki Ibaka arasında alevli, yumruklaşmaya varabilecek kavgayı ayırmakla kalmıyor, oyuncusuna gelip bir şeyler söylemek isteyen Popovich’i de itiyordu. Bir saniye koç, burada ortamı sakinleştirmeye çalışıyorum.
Pop’s reaction to Aldridge and Ibaka getting into it 😂 pic.twitter.com/6C1yxhRWhf
— Bleacher Report (@BleacherReport) October 24, 2017
San Antonio Spurs’ün sırrı ne? Bu soru her yıl Ekim’den Haziran’a kadar yöneltilir. Bu sezon da benzeri olacak. Golden State Warriors ile Cleveland Cavaliers’ın üst üste dördüncü kez final oynayıp oynamayacağını merak edeceğiz, Oklahoma City Thunder’ın yeni büyük üçlüsüyle birlikte nerelere gideceğini izleyeceğiz, Houston Rockets’ın James Harden-Chris Paul deneyini dikkatle seyredeceğiz, Giannis Antetokounmpo’nun her gece nasıl bir sihir yaratacağını takip edeceğiz ve bütün bunlar olurken, bir köşede San Antonio Spurs sessiz sedasız kendi doğrularını yapmaya devam edecek, 50 galibiyeti aşacak, asla hayal edemeyeceğimiz maçları kazanacak ve belki Haziran geldiğinde yüzüğe uzanacak. Belki…
Bu tıpkı bir Patrick Modiano romanı okumak gibi. Nobel ödüllü Fransız yazar, yaklaşık yarım yüzyıldır aynı kalınlıkta romanlar kaleme alıyor ve karakterleri değişse de temaları ve fonu hep aynı kalıyor. Kitaplarının başına oturduğunuzda ne alacağınızı biliyorsunuz. Gregg Popovich’in takımını izlemek de insana bazen aynı duyguyu veriyor. Oyun değişiyor, lig değişiyor, dünya değişiyor, 2004’te karne almaya gittiğim o yol da tahmin edeceğiniz üzere baştan aşağı değişti ama San Antonio Spurs hep orada kaldı.