Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

GenelYorumSahilde Bir Ev

Herkes Frederic Weis’ı, ‘Vince Carter’ın üzerinden smaç vurduğu adam’ olarak hatırlıyor ama hikâye biraz daha farklı.

*Sam Borden’ın bu yazısı New York Times’ta yayımlanmıştır. 

Frederic Weis, intihara kalkıştığı günün sabahında sahilde bir eve sahip olmayı dilemişti. Uzun süredir deniz kenarındaki bir evin hayalini kuruyordu. Fransa, İspanya, Yunanistan… Nerede olacağı önemsizdi. Kariyeri, 2.18’lik bedenini nereye götürürse olurdu. Kumları ve sörf yapmayı seviyordu. Sahilde bir ev, güzel de bir rüyaydı.

Ancak 2008’in Ocak ayına denk düşen o günde, bu hayal onu gülümsetmedi. Weis, Bilbao’dan arabasına bindi ve ailesinin yaşadığı Biarritz’e doğru sabah saat 10’da yola koyuldu. Çin porselenleriyle ünlü kasabaya doğru 1.5 saate yaklaşan yolculuğu sırasında arabasını bir dinlenme alanına yöneltti. Fransa sınırından çok uzakta değildi.

Arabayı durdurdu, koltuğuna yaslandı ve 30 yaşında olduğu o günlerde, kariyeri boyunca neler yaşadığını düşündü. Fransa Ligi’nde oynadığı ilk yıllar vardı. 1999’da Knicks tarafından draft edildiği gece yine anıları arasında tazeydi. Knicks Koçu Jeff Van Gundy, draft edilmesini istemediği için hayal kırıklığı yaşamıştı. Anıları arasında, Vince Carter’ın, üzerinden vurduğu smaç da vardı elbette. (Google’da “ölüm smacı” anlamına gelen “le dunk de la mort” şeklinde aratmanız sizi o anla buluşturacaktır.)

Vince Carter
Frederic Weis’ın üzerinden yapılan o meşhur smaç. (Foto: Getty Images Turkey)

Ve hatırladıkları arasında, kişisel gerçeklerinin soğukluğu da mevcuttu. NBA kariyeri onun ‘ders alınması gereken bir öykü’ olarak etiketlenmesine sebep oluyordu. Knicks taraftarının bu sene draft edilen Letonyalı Kristaps Porzingis’e gösterdiği tepki, Weis’ın hikâyesinin hiç unutulmayacağının da kanıtı.

O gün arabayı kenara çektiğinde Weis bir süre tüm bunları düşündü. Ardından yazlık bir evi. Sonrasındaysa oğlu Enzo’yu. Tüm bunları düşünmeyi bitirdiğinde yanında getirdiği bir kutu uyku hapını eline aldı ve tüm hapları tek tek yuttu.

Geçtiğimiz aylarda draft edildikten yalnızca saniyeler sonra, Knicks taraftarının Barclays Center’daki yuhalamaları ve kızgın bakışları ile tanışan Porzingis’in aksine, Frederic Weis’in New York’ta kendinden nefret edildiğinden pek haberi yoktu. Fransa Milli Takımı ile çıkacağı bir hazırlık karşılaşması için Paris’te kaldığı otele, 1 Temmuz 1999’da gelen telefonla NBA’e adım attığını öğrendi. Arayan, menajeri Didier Rose’du ve Weis artık Knicks için oynayacaktı.

Weis ve oda arkadaşı o gece müjdeli telefon gelene kadar uyumamıştı. Ahize kaldırıldığında ise karşıdan gelen ses, “Fred, istediğin her şeyi elde ettin” diyordu. Bunun üzerine Weis coşkulu bir şekilde babasını aradı. Herkesin kendisi gibi çok mutlu olduğunu düşünüyordu.

Kristaps Porzingis, Weis'ın kaderinin benzerini yaşıyor. (Foto: Getty Images Turkey)
Kristaps Porzingis, Weis’ın kaderinin benzerini yaşıyor. (Foto: Getty Images Turkey)

Weis birkaç hafta sonra Knicks’in Yaz Ligi takımıyla oynamak için New York’a gittiğinde, çoğu taraftarın kendine kızgın olduğunu anladı. Çünkü elde bilindik bir Amerikan kolej takımı oyuncusu alma şansı varken (çoğu taraftar Queens’te yetişen Ron Artest’i istemişti) tanınmayan bir Avrupalı uzun takıma katılmıştı.

Bu durum üzerine Knicks ile Weis ilginç bir toplantı gerçekleştiriyordu. Takım, yeni draft ettiği oyuncuyu memnuniyetsiz kalabileceği yönünde bilgilendiriyordu. Eşi Celia’nın aktardığına göre Weis’a, “Asıl draft etmemiz gereken adam sen değildin. Bazı taraftarlar senden dolayı mutsuz” denmişti.

Yine de tüm bu konuşmaya rağmen, Weis’ı seçen genel menajer Ed Tapscott, yeni oyuncularının takıma katılmasından heyecan duyduklarını ve Yaz Ligi’nde onu görme hususunda sabırsızlandıklarını söylüyordu.

Weis da sabırsız ve heyecanlıydı. Ancak içerisindeki coşku, Weis’in takıma alınmasından hiçbir zaman memnun gözükmeyen Van Gundy ile yaşanan birkaç tutarsız diyalogdan sonra biraz dinecekti. Celia ile yaptığı telefon konuşmalarında, Van Gundy’nin kendine karşı “soğuk” olduğunu ve ilgisiz davrandığını anlatıyordu Fransız uzun. Yine eşine anlattığı bir anıda, antrenman öncesinde Weis’ı kolunda saatle gören Van Gundy -Weis, zaman konusunda oldukça titizdi- oyuncusunu, antrenmanda da saati takıp takmayacağını sorarak tartaklıyordu.

Bir röportajda anlattığına göreyse, Van Gundy’nin, Weis ile özel bir ilişkisi olmamıştı. Ona dair hatırladığı birkaç şey vardı ama bunların hepsi 15 yıl geride kalmıştı. Van Gundy yine de Weis bahsi geçtiğinde, “Onunla ilgili söyleyecek kötü bir şeyim yok” diyor ve ekliyordu: “Dürüst olmak gerekirse, onu inanılmaz derecede iyi ve tatlı bir adam olarak hatırlıyorum.”

Weis, Knicks’in Yaz Ligi takımında oynadığı maçlarda çok süre alamıyor, alsa dahi bunlar değersiz dakikalar oluyordu. Fransız, kendi spiralinin başladığı Yaz Ligi sonrasında, Knicks ile standart bir ilk tur draft seçimi kontratı imzalayabilirdi ki, bu ilk yılı boyunca takımla kalmasını gerektirecekti. Ama buna yanaşmadı ve Fransa’ya döndü. Weis’ın daha sonra pişman olduğunu açıkladığı bu karar, büyük ölçüde menajeri Rose’un etkisi altında alınmıştı. Rose aynı zamanda Weis’ın Fransa’da oynadığı takımın hisselerinin bir kısmına sahipti. İlerleyen yıllarda finansal uygunsuzluklar ve anlaşmazlıklar sebebiyle hakkında açılan davalar sonucunda hapse girecekti.

Yaz Ligi’nden sonra Weis hiçbir zaman Knicks için oynayamadı. Ne NBA’de ne de tekrar Yaz Ligi’nde. Ancak kendi sözlerine göre hiçbir Knicks yöneticisi geri dönme konusunda onunla direkt olarak iletişime geçmemişti. Farklı gözler konuya dair farklı anlamlar çıkarabilir -Knicks’in, tıpkı diğer takımlarda olduğu gibi Avrupalı oyuncuları izleyen bir scout’u vardı- ama Weis’ın bakış açısından gözüken takımda istenmediğiydi. O da Avrupa’da oynamaya devam etti. 2000 Olimpiyatları’nda, Vince Carter’ın dev bedeninin üzerinden bastığı smaca rağmen iyi bir oyun çıkardı ve o sene boynuna gümüş madalyayı taktı. 1997-2000 arasında aralıksız olarak Fransa Ligi All-Star takımına girmeyi başardı.

Frederic Weis, Fransa Milli Takımı'nın da üyelerindendi. (Foto: Getty Images Turkey)
Frederic Weis’ın kariyerinde olimpiyat gümüş madalyasının yanı sıra Eurobasket’ten de bir bronz madalya var. (Foto: Getty Images Turkey)

Knicks cephesine gelince ise, “Onlardan hiçbir zaman haber almadım” diyordu Weis. “Ne yapmam gerekirdi ki?”

Weis böyle dese de Knicks tarafından görünen çok daha farklıydı. Onların inancı, Weis’ın hiçbir zaman Amerika’da oynama motivasyonuna sahip olmadığı yönündeydi. 1999’un Ağustos ayında Tapscott yerine genel menajer olan Scott Layden, Weis’a karşı bir özel sevgi beslemiyordu elbet ama, onun nasıl bir potansiyele sahip olduğu konusunda meraktaydı. Resmi görevlilere göre, Knicks bu dönemde Weis’ın en azından Yaz Ligi’nde takımla oynamasını istemişti. Ancak yoğun şekilde çıkan haberler ve Weis’ın temsilcilerinin 2000 ve 2001 yazlarında yaptığı açıklamalar, çeşitli sebeplerle Fransız oyuncunun Knicks’in yaz kampına katılmadığını gösteriyor. Weis ise menajerlerle sağlam olmayan ilişkilerinden ve asla tam olarak Knicks’in istediği bir oyuncu olmamaktan şikayet ediyor.

Celia, kocasının Knicks ile hiç oynamamış olmaktan büyük üzüntü duyduğunu, “Bu onun çok istediği bir şeydi” ifadeleriyle belirtiyor. Weis, üzgün olsa da pragmatik olmayı seçiyor. “Bunun bir iş olduğunu biliyordu. Ancak doğrusu tüm bunların, başına daha sonra gelenlere bir alakası yoktu” diye devam ediyor Celia.

Oğlunun Doğumuyla Gelen Sorunlar
Weis’ın draft edilişinin üzerinden üç sene geçmişken, oğlu Enzo doğdu. Fransız, her zaman kibar bir dev olarak biliniyordu. Baba olmak, sıklıkla söylediği üzere dünyaya geliş amaçlarından biriydi.

Ancak bir şeyler Enzo açısından doğru gitmiyordu. Dışarıdan bakıldığında bir sorun yoktu. Ancak Enzo sürekli bebek sesleri çıkarıyor, ilk doğum günü yaklaştığında bile kelimeleri zorla seçiliyordu. Durum kısa süre sonra açığa kavuştu. Enzo sadece duyduğu sesleri taklit ediyor, edebiliyordu. Nasıl iletişim kurulacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Bir insana veya işe odaklanma yeteneği de yok sayılırdı. Ailecek bir restorana gittiklerinde Enzo çığlıklar atıyor, bağırıyordu.

Weis, tüm bunlar olurken kariyerine İspanya’da devam ediyordu ve bir İspanyol doktor, Enzo’da otizmin bir formu olduğunu tespit etti. Celia yıkılmıştı. Weis ise ümitsizliğe kapılmış ve yıkıcı olmaya başlamıştı.

Gece geç saatlere kadar ayaklarda kalıyordu. Daha önceleri pek içki tüketmezken, Bilbao barlarını kapanış saatinde terk etmeyi bir rutin haline getirdi. Sabahın 5’ine kadar içiyordu. Hafta içi, hafta sonu, maçlardan önce, maçlardan sonra… Onun için herhangi bir fark yoktu. 2004’te Celia ile ayrıldıktan ve eşi, Enzo ile Fransa’ya döndükten sonra gece alışkanlıkları daha da kötü duruma geldi.

Weis parke dışında kararsız, dengesiz ve kendi itiraf ettiği üzere “kötü şeyler yapmaya aşırı ilgili” durumdaydı. Saha içerisinde ise miskinleşmiş ve efektif olmaktan uzak kalmıştı. 2004-05 sezonunda, maç başına 16 dakika ve 3 sayı ortalamalarının altına düştü. En az 30 maça çıktığı sezonlar özelinde, bu iki alanda da kariyerinin dip noktasını görmüştü.

Weis, Enzo ile ilgili hissettikleriyle, basketbola devam etme isteği arasındaki dengeyi bir türlü tutturamıyordu. Celia ve Enzo’yu elinden geldiği kadar sık ziyaret ediyor ancak kendi oğluyla, diğer babaların evlatlarıyla yaptıklarını gerçekleştiremediği için yaşadığı hayal kırıklığını saklayamıyordu. Enzo’yu sinemaya götüremiyordu, filmler onun için çok uzundu. Kutu oyunları oynayamıyor, yapbozlarla uğraşamıyorlardı.

Enzo basketbolu seviyordu. Bazen Weis’ın maçlarını izlemeye giderdi ancak oynayamıyordu. Ara sıra baba-oğul sahaya çıktıklarında, Weis ondan bir şeyler bekliyordu. Bir pas, belki bir şut… Ama Enzo top babasının elleri arasında kalırken, sadece saha içerisinde koşturabiliyordu.

2008 Ocak’ta Weis dibe vurdu. Yılbaşı’ndan birkaç gün sonra, “her şeyi bitirmek” istedi ve bir kutu uyku ilacını Biarritz yakınındaki dinlenme noktasında yutarak gözlerini yumdu.

2.18'lik dev artık eşiyle birlikte market işletiyor. (Foto: New York Times)
2.18’lik dev artık eşiyle birlikte market işletiyor. (Foto: New York Times)

İyileşme ve Emeklilik
Weis, uyku haplarını kullandıktan yaklaşık 10 saat sonra uyandı. Birkaç dakika boyunca nerede olduğunu ve neler yaşadığını anlamaya çalıştı. Ardından baş ucundaki boş kutuyu gördü ve kendi deyişiyle “sürpriz” bir rahatlama yaşadı. İntihar girişimi başarılı olmamıştı. Ancak bu sefer, bundan dolayı mutluydu.

“Hayatımda en şanslı olduğum andı” diyordu.

Hastane yatağında telefonu kaldırdı, Celia’yı aradı. Beş saat önce eşinin yanında olması gerekiyordu ve telefonu defalarca onun tarafından aranmıştı. Telefon açıldığında, önce başından geçenleri anlattı, ardından biraz bekledi. Eşi önce ağlamıştı. Sonra ise Weis’ı almak için Biarritz’e bir arkadaşının yardımıyla gitti.

“Bana neler olduğunu anlattığında çok fazla şaşırdığımı söyleyemem” diyordu Celia, “Ancak sonrasının daha farklı olacağını umdum.”

Yine de hiçbir şey o kadar kolay değildi. Evet, Weis’ın başarısız intihar denemesi davranışlarının değişmesine katalizör etkisi yapmıştı (alkolü bıraktığını söylüyor) ve yine evet, Celia ile yeniden başladıkları uzlaşma süreci bir araya gelmelerine kadar gidiyordu. Weis, İspanya’da birkaç sene daha oynadı ve 2011’de Fransa’da kariyerini noktaladı.

Ancak şu anda, emekliliğinden 4, Enzo’nun doğumundan 13 ve Knicks tarafından draft edilişinden 16 yıl sonra, Weis hâlâ depresyonla mücadele ediyor. Ancak bunu iyi sakladığını söyleyelim. Limoges’da, Celia ile birlikte işlettikleri bir marketleri var ve Weis dışarıdan mutlu gözüküyor.

Hatta şehir merkezindeki pastanelerden birinde verdiği son röportajında, çokça gülüp, sık sık kendiyle dalga geçiyor. Birkaç sene önce yaptığı New York gezisinde, havaalanındaki görevlinin kendini tanıması üzerine yaşadığı bir hikâyeyi gülümseyerek anlatıyor.

Görevlinin, “Sen Knicks’in draft ettiği adam değil misin?” sorusuna, “Hayır hayır, o benim kuzenimdi” cevabını veren Weis, sorgulayıcı bakışlar arasında oradan ayrılmış. “Adamın bir taraftar olup olmadığını bilmiyordum ama belaya bulaşmak istemedim” diye anlatıyor olanları.

İş Enzo’ya geldiğindeyse mücadele devam ediyor. Şimdilerde 13 yaşında olan oğlunu anlatırken taşıdığı gurur gözle görülüyor. Enzo motor ve odaklanma becerilerini geliştirmiş durumda ancak Celia hâlâ birçok sabah Weis’ı asık bir suratla yatakta buluyor. Weis’ın ruh hâlindeki değişimler de sıkça görülmeye devam ediyor. Celia, Weis’ın yakın bir zamanda marketlerine gelen ve eşiyle birlikte içeride olduğu için ıslık çalan müşteriye saldırdığını söylüyor.

Weis, Celia onu yatıştırmadan önce, “Ben senin köpeğin miyim?” diye müşteriye bağırmış.

“Ona bir terapiste gitmesini söyledim” diyor Celia. “Ancak bunu istemedi. ‘Senle konuşabilecekken neden birilerine para vereyim?’ yanıtını verdi” diye de devam ediyor.

Weis ise artık daha iyi olduğunu söylüyor. Geride bıraktığı basketbol kariyerini olan ve olmayan noktalarıyla birlikte kabullenmiş durumda. Hayat bazen mükemmel değil. O da otizm hastası oğluna en iyi şekilde babalık yapmaya çalışıyor.

“Hâlâ bir sahil evinin hayalini kuruyorum” diyor Weis istekli bir ses tonuyla. Ancak artık bu eve bir lüks objesi veya basketbolcu olmanın getirisi olarak bakmıyor. Bu evi, oğluna bir baba olarak bir şeyler verebileceği sığınağı olarak görüyor artık.

“Dalgaların gelip gidişi Enzo’yu mutlu ediyor. Ben de onu deniz kıyısına götürmek istiyorum. Okyanusa doğru koşsun çünkü bu onu mutlu ediyor” diyerek sahildeki ev hayalini anlatıyor.

Ardından gülümsüyor.

“Enzo suyun üzerinde koşuyormuş gibi hissetmeyi seviyor.”

Çeviri: Emre Gürkaynak (@emregurkaynak)

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Hayal Kuran Herkese

Hayal Kuran Herkese

3 sene önce
Neno

Neno

3 sene önce
Sözlü

Sözlü

3 sene önce