“Şimdiden 5 Temmuz 2042’yi yani Philippe Gilbert’in 60 yaşına basacağı günü sabırsızlıkla bekliyorum. Kameralar onun Remouchamps’taki evine odaklandığında ben Mol’da Tom Boonen’le konuşuyor olacağım. Gilbert’den iki yaş büyük olan Boonen’le… Sahi Flaman medyası onun doğum gününü hatırlayacak mı?”
Belçikalı gazeteci Sven Spoormakers, bu satırları yazdığında yıllardan 2011’di. Philippe Gilbert’in takvimi paramparça ettiği, neredeyse hayalini kurduğu her şeyi kazandığı o sene çoktan tarihe geçmişti. Kimileri Gilbert’in altın sezonunu Eddy Merckx gibi efsanelerin geçmişteki annus mirabilis’leri ile kıyaslamaya başlamıştı. Ancak tepedeki iddialı, belki de biraz hadsiz satırların sebebi başkaydı. Elbette Belçikalı bisikletçinin olağanüstü zaferi de etkiliydi ama Spoormakers’ın yaşadığı bir telefon konuşması esas çıkış noktasıydı. Belçikalı gazeteci, bir gün Eddy Merckx’in yaş günü vesilesiyle görüş almak için aradığı efsane bisikletçi Rik van Looy’dan şu yanıtı almıştı: “Ben 65, 70 ve 75 yaşına basarken beni aramış mıydınız? Hatırladığım kadarıyla hayır.” Şimdi de aynı senaryoyu Gilbert-Boonen rekabetine uygulamaya çalışıyordu, biraz abartarak ve belki de yanlış tarafı seçerek…
Modern zamanın iki büyük Belçikalı yıldızı arasındaki rekabet, muhtemelen ilk ve son kez, 2011’de Philippe Gilbert’in lehine dönmüştü. O dönemki ismiyle Silence-Lotto forması giyen Valon kökenli isim, kariyeri boyunca ağırlıklı olarak Quick-Step mayosunu terleten Flaman doğumlu rakibinin önüne geçmiş, Belçika’da yılın sporcusu ödüllerini müzesine götürmüştü. Birçokları kariyeri boyunca altın çocuk olarak görülen ama kazandıkları kadar skandalları, araba kazaları, kokainle ilişkisi ve çapkınlıkları ile de gündeme gelen Tom Boonen’ın kariyerinin sonuna geldiğini düşünüyor; artık herkesi ve her şeyi mağlup eden Philippe Gilbert’in çağının başladığını, Belçika bisikletinin yepyeni bir krala sahip olduğunu düşünüyordu. Bir sene sonra işler yeniden değişti. Tom Boonen düştüğü yerden kalktı, 2012’de Ronde Van Vlaanderen-Paris Roubaix dublesini yaptı ve kimilerine göre Eddy Merckx’ten sonraki en büyük Belçikalı bisikletçi olmayı başardı. Gilbert de başarılıydı ama Boonen daha uzun süre zirvede kalmıştı ve kazandıkları çok daha çeşitliydi.
İkili her zaman zıt kutuplarda yer almıştı. Birinin Valon, diğerinin Flaman kökenli olması bu rekabetin tek nedeni değildi. Tarzları da farklıydı. Uzun boylu, iri fizikli Boonen bir sprinter olarak uzmanlaşmış, kariyerinin ilk günlerinden itibaren Bahar Klasikleri’nin yeni yıldızlarından biri olacağını kanıtlamıştı. Liege-Bastogne-Liege’in geçtiği topraklarda, Remouchamps’ın yakınlarında dünyaya gelen Gilbert ise ince, orta boylu bir bisikletçiydi. Rakibinin aksine Ardennes Klasikleri’ni kazanmak istiyordu. Boonen gençlik yıllarında transfer olduğu US Postal dışında hep Quick-Step’te mücadele etmiş, Belçika bisikletinin ve medyasının prensi olmuştu. Gilbert ise Fransız ekibi Français des Jeux’de profesyonelliğe adım atmış, Belçika bisikletinde hep Quick-Step’in arkasında iki numarada kalan Lotto’da zirveyi görmüş, arkasından da Amerikan menşeili BMC’ye adımını atmıştı.
Yani, Tom Boonen ile Philippe Gilbert’in takımları, tarzları, kariyerleri, hayatları farklı rotalardan ilerlemişti. Bu yıla kadar. En çok da düne kadar. Zira 3 Nisan 2017’de, Ronde Van Vlaanderen’in bitimine 96 kilometre kala, ikili göz göze geldi ve yarışın bütün seyri o anda değişti. Bu yazı; o bakışın öyküsü. Ve o bakışa geçmeden evvel bir duvarı anlatması gerekiyor.
Muur van Geraardsbergen, uzun yıllar boyunca Belçika bisikletinin en kutsal noktası oldu. Dender Nehri yakınlarında bulunan ve sadece bir kilometre uzunluğu olan bu ‘duvar’, yani Muur, 1950’de ilk Ronde Van Vlaanderen’de kullanılmaya başlandı. Ve Paris-Roubaix ile birlikte, belki de Fransa Turu’ndan sonra iki tekerin en prestijli yarışı olarak görülen Ronde Van Vlaanderen’in kalbi uzun yıllar burada attı. Bir kez bile kazandığınızda Belçika’da ömür boyu kahraman muamelesi görmenizi ve bir daha asla biraya para ödememenizi sağlayan bu yarışın birçok galibi Muur’de belirlendi. Bir sürü tepecikten ve arnavut kaldırımından oluşan parkur, öldürücü darbesini burada vuruyor; yarışların kaderi o bir kilometrede belli oluyordu.
Ve Muur, bütün itirazlara ve sert muhalefete karşı, 2012’de yarış parkurundan çıkarıldı. Organizatörler, Ronde rotasının değişmesi gerektiğini düşünüyordu. Elbette bu duvar ile kilise ve çevresindeki seyirciler tarihi ve geleneksel bir hava taşıyordu ama organizasyon için yeteri kadar kârlı bir nokta değildi. Daha çok seyirciyi ve VIP çadırını içine alabilecek olan bir bölgenin finiş için belirleyici olması gerektiğine kanaat getirildi. Ve böylece 2010’da Fabian Cancellara’nın Tom Boonen’ın önünden uçarak efsaneleştiği, birçok bisikletçiye ve unutulmaz ana sahip olan Muur rotadan çıktı. Artık yarışın kaderini Oude-Kwaremont ve Paterberg belirleyecekti.
Yeni Ronde kağıt üzerinde eskisine göre daha az eğlence ve sürpriz barındırıyordu ve bu, 2012’deki yarışta kanıtlandı. Tom Boonen, beraber son bölüme geldiği Alessandro Ballan ve Filippo Pozzato ile sprint finişine gitmiş, rahat biçimde ipi göğüsleyen taraf olmuştu. Zamanla yeni rota da kendisine uygun heyecanlar buldu. Fabian Cancellara’nın Sep Vanmarcke ve Stijn Vandenbergh’in önünde zar zor kazandığı 2014 yarışı son derece nefes kesiciydi. Aynı şekilde Peter Sagan’ın Cancellara’nın önünde ilk büyük klasiğini aldığı 2016 da bir hayli eğlence barındırıyordu. Ama yine de yeni parkur kitleleri tatmin etmiyor, Muur özlemi milyonları kendine çekmeye devam ediyordu. Nostalji, bu kez bir duvarda kendine göz alıcı bir kostüm bulmuştu.
Derken beklenen dönüş oldu. Belki istendiği şekilde değil ama baskılar ve şikâyetler sonuç verdi, Muur van Geraardsbergen 2017 Ronde’nin bir parçası oldu. Elbette bu dönüşün kendine has bir farkı vardı. Duvar artık eski yerinden uzak olacaktı, sporcular Muur’den bitime 95 kilometre kala geçecekti. Uzun bir yarış olan Ronde için bu, hayati bir farktı. Kimileri Muur’un dönüşünün tamamen sembolik olduğunu düşünüyordu.
Tom Boonen ile Philippe Gilbert kesinlikle aynı fikirde değildi. İkili, sezon başından beri aynı çatının altında yarışıyordu. Kariyeri 2011’den sonra düşüşe geçen Gilbert, BMC’de aldığı paranın çok daha azına razı olmuş, yıllardır Patrick Lefevere tarafından yönetilen ve Boonen’ın liderliğinde yola devam eden Quick-Step Floors’a katılmıştı. Takımın hedefi her zaman tek günlük klasikler olmuştu, özellikle Nisan ayının başındaki iki büyük yarış ekip için hayati bir öneme sahipti.
2017 Nisan’ının bir başka tarihi yanı da vardı. Boonen, uzun süren kariyerini bu tarihte noktalayacaktı. Küçük bir çocukken onu bisiklete âşık eden, bir genç olarak onun adını tüm dünyaya duyuran, bir profesyonel olarak onu efsaneleştiren Ronde Van Vlaanderen ve Paris-Roubaix, vedasına da ev sahipliği yapacaktı. Emeklilik kararı, kısa sürede ülkesinde en çok konuşulan meselelerden birine dönüşmüştü ve özellikle bu iki yarış, büyük bir gündem maddesi olmuştu. Boonen defalarca güldüğü bu iki yarışta bir kez daha kazanabilir miydi? Aynı soru sürekli soruluyor, o da mikrofonlara hep bundan bahsetmek zorunda kalıyordu. Yaşlı bir sporcu olarak geçmişteki başarılarından bahsetmeyi tercih etmiyor, hep geleceği, onu bekleyen son büyük yarışları işaret ediyordu.
Evet, Tom Boonen her zaman büyük bir yıldız olmuştu ve şimdi, veda yolunda ayrı bir muamele görmesi de doğaldı. Eskisi kadar kazanamıyordu ama eskiden kazandıkları onu bir ömür boyu efsane statüsünde tutmaya yeterdi. Yine de Belçikalı isim, böbürlenmeyi sevmiyor, gerçekçi konuşmayı tercih ediyordu. Ülkesinin en büyük yarışı olmasına rağmen 2017 Ronde Van Vlaanderen’in onun için en uygun hedef olmadığını ifade ediyordu. Gerçekten bunu da kazanma şansı vardı ama 36 yaşında fiziksel anlamda ve tarz olarak Paris-Roubaix’nin ona daha uygun olduğunu düşünüyordu.
Ayların en zalimi olan Nisan aynı zamanda sürpriz yapmayı da seviyordu. Boonen’ın emekliliğinin yanında artık küçük bir haber değeri olan Gilbert’in çıkışı bu anlamda şaşırtıcıydı. Gilbert de artık kariyerinin sonuna yaklaşıyordu, belki yaş olarak daha gençti ama formu geleceğe çok iyimser bakılmamasına neden oluyordu. Yine de her şey sona ermemişti. Mart ayından itibaren yeni takımı ve mayosuyla daha sık gördüğümüz bu adam, başka bir şeylerin kapıda olduğunu kanıtlıyordu. E3 Harelbeke’de Greg Van Avermaet’e kaybettiği yarış belki birkaç gün içinde unutulacaktı ama son bölümde gösterdiği direnç Gilbert’in geri dönüşünü simgeliyordu.
Tom Boonen da buna karşı durmayacaktı. Kariyeri boyunca yarıştığı takım, asla sadece onun üzerine kurulmamıştı. Boonen bayrağı bir başka efsane Johan Museeuw’den devraldığından beri kraldı ama Patrick Lefevere, kaderi tamamen bu klasiklere bağlı olan takımını tek bir ismin etrafına kurmuyordu. Niki Terpstra, Stijn Devolder gibi isimler Boonen ile aynı mayoyu terletmelerine rağmen hem Paris-Roubaix’de hem Ronde Van Vlaanderen’de şampiyonluklara koşmuştu. Bu yüzden de son sezonunda Boonen kazanmak istediğini söylüyor ama takım arkadaşlarının zafer kazanması hâlinde bundan kesinlikle rahatsız olmayacağını, aksine mutluluk duyacağını söylüyordu. Bir başka röportajında da Gilbert’in form durumunun yüksek olduğunu belirtiyor, onun için Ronde’de çalışabileceğini belirtiyordu. Bunun karşılığında meslektaşından aynı özveriyi, gelecek haftaki Paris-Roubaix’de kendisi için bekleyecekti.
2017 Ronde Van Vlaanderen, bütün bu senaryoları ve zıtlıkları birleştirdi. Yarıştaki yeni konumuyla daha çok turistik öneme sahip olduğu belirtilen Muur’e gelindiğinde her şey sakindi. Kaçan grup önde işini yapıyor, yakalanmadan evvel görünebildikleri kadar ekranda görünmeye çalışıyordu. Peloton ise favorilerden oluşuyor ve panik yapmıyordu. Ama daha o anlarda Quick-Step Floors’un farklı bir şeyler plânladığı belliydi. Daha yarışın ilk dakikalarında ekrana gelen takım arabasında sportif direktörlerden Tom Steels takımına sesleniyor, “Arkadaşlar, bu işin şakası yok. Burası Ronde Van Vlaanderen. Acele edin, öne geçin” şeklinde bağırıyordu.
Kimsenin şakası yoktu. Muur başladığında, belki de fırtına öncesindeki sessizlik olarak görülen o bölümde, Philippe Gilbert ile Tom Boonen göz göze geldi. Televizyon başında olan biten her şeye aşırı anlam yükleyen ben o birkaç saniyede tamamen onlara bakmaya başlamıştım. Peter Sagan ile Greg van Avermaet pelotonun hafif ortalarında takılıyordu ve bu Quick-Step Floors için bir avantaj olabilirdi. Akabinde beklenen oldu. Boonen ve Gilbert, arkalarına kocaman bir grup alarak kaçmaya başladı. O an, milyonlarca başka bisiklet izleyicisi gibi, ben de çığlıklar atmaya başlamıştım. Bunun kazandıran atak olacağını falan düşündüğümü söylemiyorum. Tam tersine o dakikalarda yarışın nasıl şekilleneceğine dair zerre fikrim yoktu. Sadece, 95 kilometre kala favorilerinden ikisinin atak yaptığı bir yarışı izlemenin keyfiyle alakalıydı bu heyecan. “Bekle-biraz daha bekle-gör-sonra biraz daha bekle-sonda git” felsefesinin moda olduğu bir çağda bu gerçekten de bambaşka bir serüvenin habercisiydi.
Peşinden şans geldi. Boonen-Gilbert atağı kapıyı açmıştı, önde oluşan grup Sagan-GVA grubuyla arasındaki farkı 1 dakika civarında tutmaya devam etti. Ama bu atak yakalandıkları takdirde çöpe de gidebilirdi. Bu ihtimaller denizi içerisinde Gilbert şansını biraz daha zorlayacak hamleyi yaptı, 55 kilometre kala tek başına kaçmaya başladı. Bugün güçlü olan taraf oydu ve bu Boonen’ın son Ronde’si olsa bile mühim olan takımın kazanmasıydı. Kimsenin duygusal bir veda ya da hediye edilmiş bir zafer için zamanı yoktu. Gilbert gitmeye karar verdi ve bisiklet tanrıları da peşinden geldi.
Bir süre sonra Boonen, en sevdiği tepecik olan Taaienberg’de mekanik sorun yaşadı, iki kez bisiklet değiştirmek zorunda kaldı. O sıralar Gilbert temposunu sürdürüyordu. Derken Sagan ve beraberindekiler hızlanmaya karar verdi ama bu da çok başarılı olmadı. Zira dünya şampiyonu kariyerinin en büyük hatasını yaparak kenardaki bariyerlere takıldı ve kendisiyle birlikte Greg van Avermaet’i de düşürdü. 2017 Ronde Van Vlaanderen artık tarih kitaplarına girmeye hazırdı. Philippe Gilbert, 2012 Dünya Şampiyonası’dan bu yana en büyük zaferini neredeyse 100 kilometre kala yaptığı atakla kazandı.
Gerçekten de benzersiz bir yarıştı bu. Ama bir yandan da klasikti. Bisiklet, bir Belçika öğleden sonrasında tam da olması gerektiğiydi. Bu spor asla tam olarak bir satranç sayılmazdı, aynı hamleler çoğu zaman benzer sonuçlar vermiyordu. Evet, belli başlı taktikler vardı ve bunlar bazı kapıları açıyordu. Ama çoğu zaman hiçbir şey tahmin edilemiyordu ve Ronde Van Vlaanderen gibi genelde ‘en güçlünün kazandığı’ bir yarışta bile sonuç asla önceden yazılamıyordu. Ne kadar büyük olursanız olun, ne kadar formda gelirseniz gelin; aşılması gereken engeller vardı ve bazen küçük bir taş, bazen büyük bir mekanik sorun sizi hayatınızın zaferinden edebilirdi. Bazen de başarılarla dolu kariyerinizin en büyük zaferi hiç beklenmedik bir anda gelebilirdi.
3 Nisan 2017’de kazanan taraf Philippe Gilbert oldu. Yaptığı atak bir yandan da sportif anlamda intihar demekti zira artık 1960’larda değildik ve o solo kaçışlar siyah beyaz televizyon ekranlarında kalmıştı. Ama Gilbert, Boonen’ın da yardımıyla ilk atağını yaptı; tek başına ikinci atağına girişti ve günün sonunda her şey tam da hayal ettiği gibi gitti. Kariyeri boyunca bundan daha önemli bir yarış kazanmamıştı ve bundan sonra da muhtemelen kazanamayacak. Eğer işler ikimiz için de yolunda giderse yapacağım bir şey var. 5 Temmuz 2042’de yaşlanmış bir spor yazarı olarak onu arayacağım ve kariyerine, başarılarına, iniş çıkışlarına dair bir röportaj yapacağım. Belki de o günlerde kimse bununla ilgilenmeyecek, kimse bu yarışları hatırlamayacak bile. Ama yine de telefonu kapatmadan son bir isteğim olacak. Boğazımı temizleyecek, biraz tereddüt edecek ve şu ricada bulunacağım. Sevgili Philippe, lütfen bana Tom Boonen’ı anlat. Bana o bakışı anlat.