Bir tarafta Paris-Roubaix’yi dört kez kazanmış, belki de kariyerinin son senesinde beşinciyi de kazanarak rekora imza atmak isteyen kral Tom Boonen. Diğer tarafta 38 yaşında, kaçış grubu beş kişi kalmışken dahi favori olarak görülmeyen fakat potansiyeli bunun gibi bir sürü yarış kazanabilecek seviyedeki Mathew Hayman.
Arnavut kaldırımların gazabına uğrayıp kaza yapan takımlar, tecrübenin çoğu zaman hiçbir öneminin olmadığı kaotik yollar. Philippe Gilbert, Roubaix yarışını uzun yıllar arkasından koşulan bir kadına benzetiyor. Size bedeller ödetir, fedakarlıklar yaptırır. Yarış zamanı gelir, sizi yarı yolda bırakır ama seneye o zorlu 250 kilometreyi tekrar pedallamaya yemin edersiniz; belki de zafere koşarsınız. İşte o zaman yarışın size çektirdiği acıların hepsini unutur, çamurlu suratlarda sadece ona sahip olmanın tutkusunu görürsünüz.
Roubaix’yi bitirmek bile bir amaçtır çoğu zaman bisikletçiler için. Kuzey’in Cehennemi’ni beşinci kez kazanabilme arzusu bazılarının hâlâ pedal çevirmesinin tek nedeni, velodroma sağ salim gelip tarihi duşlara girebilmenin verdiği haz ise aslında tüm klasikçilerin nirvanasıdır. Kendi isimlerini o duşlarda görmek seneye tekrar kazanmak için bir güç, bir efsanenin ismini görmek tekrar bitirmek için bir motivasyon… Adeta bir tapınak Roubaix. İsviçreli bir gazeteci bisikletçilerin o duşa ulaşma isteğini, kemik hayal eden bir köpeğe benzetiyor. Öyle bir ihtiyaç, öylesine bir arzu.
Paris-Roubaix’de şans yanınızda değilse, yapabileceğiniz çok bir şey yoktur. Yeterli iradeye sahip değilseniz, ne kadar formda olduğunuzun bir önemi kalmaz. Bu faktörler işin içerisine girince, hâliyle tahmin yürütmek de bir o kadar imkansız oluyor.
Mesela Cancellara bu yolları yüzlerce kez geçmiş olmasına rağmen Mons-en-Pévèle sektöründe dengesini kaybedip düşmesine engel olamadı bu yılki yarışta. Ama Roubaix’yi en iyi tanıyanlardan biri olduğundan; bu ihtimalleri biliyordu, tecrübeliydi. Belki yarış onu yarı yolda bıraktı ama kariyerini bitirdiğinde aralarının kötü olmayacağına, arkadaş kalacaklarına eminiz. İzleyiciler olarak biz de kaza olacağına, favorilerin muhtemel bir şanssızlık yaşayacağını biliyorduk ama yine aynı heyecan ve korkuyla gözlerimizi alamadık o kirli yollardan.
Stannard dayanıklı, Boasson Hagen hızlı, Vanmarcke arnavut kaldırımlarında yetenekli, Boonen tecrübeli. Hayman ise akıllı. Kaçış grubu hepsi kendine has özellikleri olan beş kişi kaldığında, sosyal medyadan tüm bisiklet severler tahminlerde bulunuyor ama kimse kendinden emin konuşamıyordu. Çünkü Roubaix öyle bir şey değildi. Şimdiye kadar 113’ünü de kazanmış olsa bir sporcu, bunun 114. seferde olacağının garantisi yoktu. Tüm istatistikler Peter Sagan’ı işaret ediyor, Fabian Cancellara soru işaretleriyle doluyken, Tom Boonen’ın hedefine hayallerde yaşamak deniyordu. Arnavut kaldırımlı sektörlere girişle her şey değişmişti.
Hayman yarışı kazanıyordu. Finiş sonrası gazetecilere verdiği röportaj belki bu sporun neden her seferinde izleyicilerinin tüylerini diken diken ettiğini anlatır içtenlikteydi: “Kazandığım için özür dilerim. Eminim şu an hepiniz Tom ile rekoru hakkında röportaj yapmak isterdiniz. Doğrusunu söylemek gerekirse, Boonen’ın kazanıp rekoru kırdığını görmeyi ben de isterdim. Ona saygı duyuyorum. O hâlâ Roubaix’nin kralı.”
Konu Roubaix’ye geldiğinde kimse, “Kral öldü, yaşasın yeni kral” diyemiyor. Çünkü burada mutlak bir hükümdarlık yok. Burası demokratik bir şekilde yönetiliyor. Arnavut kaldırımlara gelindiğinde tüm bisikletçilerin söz hakkı var.
Paris- Roubaix’de bisiklete dair her şey mevcut. Tutku, arzu, mutluluk, öfke, hayal kırıklığı… Tüm duygular o arnavut kaldırımlarına yansır; pedal çevirirken tekerleğin ritmi, çamurun suratlarda yarattığı estetik, duyguların birbiri arasında yarattığı inanılmaz uyum. Mathew Hayman’ın çizgiyi geçtikten sonra dolan gözleri, Boonen’ın dişlerini sıkarken suratının hâli, Roubaix’nın bir diğer kralı Spartacus Cancellara’nın seyircileri selamlayışı… Edebi tür olsa, şiire karşılık gelecek bir yarış Paris-Roubaix…