Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

GündemOcak 2016YorumOrada Olmayan Adam

Novak Djokovic'in zirve yolculuğu taşlarla döşeliydi. Peki nasıl başardı?

“Belki de sorunum fiziksel değil, zihinseldi. Zihnime dinginlik kazandırmak için meditasyona, ardından da yogaya başladım. Antrenmanlarım bir takıntı halini aldı: Her gün, günde 14 saat yalnızca zihinsel ve fiziksel oyunumu geliştirmeye odaklandım. Bu süreçte dünyanın en iyi 10 tenisçisinden biri oldum. Ama benim bir hayalim vardı ve bu, en iyilerden biri olmak değildi. Dünyada en iyi olan iki oyuncu –Roger Federer ve Rafael Nadal- vardı. Onlar için ben, işleri zorlaştığında her an defedilecek, ara sıra sorun çıkaran bir baş belasından başka bir şey değildim. Bu adamlar elittiler. Bense bir alt sınıfta kalmıştım.”

Novak Djokovic’in beslenme ve kişisel gelişim tavsiyelerinde de bulunduğu kitabı Serve To Win’de geçen bu satırları okuduğumda aklıma Coen Kardeşlerin meşhur Orada Olmayan Adam filmi, hatta daha ziyade o filmi çekmelerine sebep olan Albert Camus’nün meşhur Yabancı romanı gelmişti. Camus Yabancı’da, sürekli gerçek duygularını dile getiren ve toplumun istediği kalıba girmeyi reddettiği için dışlanan Meursault karakteri vasıtasıyla toplumun içine düştüğü yabancılaşmayı anlatır. O kitap Coen Kardeşleri etkilemişti, adı ise Djokovic’i anlatmak isteyen bizleri…

Başarılı tenisçinin kitabındaki bu sözler, 2008 döneminden kalma. Bugün ona dair algıda değişim olsa da hâlâ, bazen orada olmayan adam gibi muamele görebiliyor. Bunun tamamen yok olması da kolay değil.

Federer ve Nadal’ın yıllara dayanan rekabeti insanları o kadar sardı ki Sırp tenisçinin rolü bir epik aşk hikayesinde araya giren kişi gibi algılandı belki de. Daha az romantik ve 140 karakterlik tarifle, Twitter’da güzelce sohbet eden iki kişi arasındaki sohbete dalan üçüncü kişi gibi geldi kimilerine. Uzun zamandır dünya 1 numarası olmasına rağmen çoğu geleneksel tenis hayranı onu kabullenmekte zorlandı. Nole lakaplı Djokovic’i doğal bir yetenekten çok, sonradan üretilmiş bir makine gibi gördü kimileri. Ülkesine olan bağlılığından dolayı milliyetçi kabul edildi. Neredeyse 12 ay boyunca domine ettiği 2015 yılının sonunda da tüm yıl sonu ödüllerini kazanması bekleniyordu. Bunlardan biri de Sports Illustrated Yılın Spor İnsanı unvanıydı. En büyük favoriler de bu yıl tenis dünyasına kral ve kraliçe gibi hükümdarlık kuran Novak Djokovic ve Serena Williams’tı. Billie Jean King (1972), Chris Evert (1976) ve Arthur Ashe’ten (1992) sonra ilk defa bir tenis yıldızı bu ödülü alacaktı büyük ihtimalle. Vakit geldiğinde Serena Williams’ın kazandığı açıklandı. New Yorker dahil birçok önemli yayın organında “Hiçbir sporcu Djokovic’ten daha iyi bir 2015 geçirmedi” minvalinde yazılar yayımlandı. Djokovic yine dışlanan mıydı? Tüm bu soruların cevapları için telefonun diğer ucundaki Jon Wertheim’a yani Sports Illustrated’ın en önemli yazar ve editörlerinden birine danıştık.

“Serena Williams örneğinde ilk üç Grand Slam’i kazandıktan sonra baskı çok artıyor. İlk üçünü kazandıktan sonra dördüncüyü başka bir stresle ve yükle oynuyorsunuz. İnsanların Djokovic ve Serena’nın üçer Grand Slam kazanmasına bakıp eşit şekilde başarılı sezonlar geçirdiklerini söylemeleri biraz haksızlık gibi. İlk üç Slam’i kazanmakla Avustralya Açık’ı kazanıp Fransa Açık’ı kaybettikten sonra üzerinizde ‘Takvim Slam’i’ ihtimali ve baskısı olmadan oynamak çok farklı. O yüzden ödülü Serena Williams’a verdik.”

Wertheim, Djokovic’in 88 maçta sadece altı kez mağlup olduğu –yüzde 93 kazanma oranıyla tarihin en iyi altıncı sezonu- 2015 yılını başka tarihi sezonlarla karşılaştırmasını istediğimizde ise daha farklı yaklaşıyor.

“Novak Djokovic’in 2015 sezonu bana; Rod Laver (1969), John McEnroe (1984), Steffi Graf (1988), Roger Federer (2006) ve yine Djokovic (2011) sezonları arasında farklı bir yere sahip gibi geliyor. Graf’ın Golden Slam yaptığı 1988 sezonu gibisinin bir daha olmayacağını düşünüyorum. Kadınlar kategorisini bir kenara bırakırsak, erkeklerde 2015 Djokovic’ten daha iyisi olduğunu düşünmüyorum. Kazandığı üç Grand Slam (ve neredeyse kazandığı dördüncüsü) kadar diğer turnuvalardaki oyunu da bu düşüncemde etkin. Hatırlamak gerekir ki bunu çift hanelerde Grand Slam kazanmış iki tenisçinin daha var olduğu bir zamanda yapıyor. 2011’de de iddia edildiği gibi rakiplerinin zayıf olduğunu söyleyemezsiniz. Her türlü kort zemininde, dünyanın her yerinde ve Ocak’tan Kasım ayına kadar kazanmayı sürdürdü. Nereden bakarsak bakalım, bunun tenis tarihindeki en iyi sezon olmadığını söylemek zor olur.”

Gerçekten de Djokovic’in istikrarı sezon boyu inanılmaz seviyelere geldi. ATP istatistiklerinin dördünde zirvedeydi. Ayrıca diğer dört listeyi daha ilk 10 içinde tamamladı. Ama asıl etkileyici olanı, dünya sıralamasının ilk 10’unda yer alan rakiplerine karşı tam 31 maç kazanmasıydı. Bu bir rekordu. Önceki rekor 2012’deki 24 ile zaten ona aitti. Fakat bir soru işareti vardı; bu etkileyici rakamlar neden seyircilerde o derece büyük bir hayranlık yaratmıyordu? Son Amerika Açık finalinde de tanık olduğumuz üzere Djokovic, Federer’e karşı servis atarken yuhalanıyordu. Londra’daki sezon sonu turnuvasını kazandıktan sonra Jon Wertheim bir tweet atmıştı: “Bırakın tenisi, spor tarihinde Djokovic’in muhteşem oyunundan hak ettiğinden daha az söz edilmiş bir konu var mı acaba?” Cevaben bir okuru ona “Medya sizsiniz. Onun hakkında hikâyeleri dilden dile yayacak olan sizlersiniz. Fakat Federer’in hikâyesini anlatacak David Foster Wallace’ı vardı” dediğinde Wertheim da “Federer kesinlikle daha iyiyi kapmış olacak…” yanıtını vermişti. Bunu hatırlattığımda ve Djokovic’in neden yeterince takdir görüp görmediğini sorduğumda önce bir kahkaha attı ve devam etti: “Daha fazla ilgi görmek ve sevilmek için ne yapabilir bilmiyorum. Çok iyi ve eğlenceli bir kişiliği var. Aynı zamanda, kolaylıkla ulaşılabilir biri. Yeterince takdir görmemesinin bir nedeni Federer ve Nadal’ın hâlâ oynuyor olması. İnsanlar onları seviyor. Hatta toplum zaten ikiye bölünmüş durumda. Djokovic onlar için sahnedeki üçüncü kişi. Belki onlar emekli olduktan sonra daha fazla hayranı olabilir. İnsanların Sırbistan hakkında fazla bilgisinin olmaması da bunda etkili bence. Daha yakından tanınan ya da daha pozitif olaylarla hatırlanan bir ülkeden gelseydi, daha fazla ilgi görebilirdi. Ayrıca Djokovic’in oyunu çok etkili ve efektif olsa da göze çok da hoş gelen bir tarz değil. Ama yine de en büyük neden, halihazırda herkesin Federer ve Nadal ikilisinden birinin tarafını seçmiş olması. Djokovic üçüncü olarak geldi ve sanki orada değilmiş gibi davranıldı. Herkes ilk ikiden birinin tarafını seçti. Oylar sabitti. Djokovic ise meclise giren üçüncü parti gibiydi. Federer ve Nadal oynamaya devam ettikçe, Djokovic her zaman en popüler üçüncü oyuncu olacak. Muhtemelen.”

novak djokovic

Wertheim daha önce, Federer ve Nadal’ın karşılaştığı efsane 2008 Wimbledon Finali’ni anlattığı kitabında “Federer hassas, yaratıcı fırça darbeleriyle oynayan bir izlenimci. Nadal ise bildiğinden şaşmayan, fazla serbest davranan bir soyut dışavurumcu. Biri zarif bir kedi, diğeri cüsseli bir boğa” diyerek zıtlıkları sayesinde ikilinin rekabetinin büyüdüğünü anlatmıştı. Rekorlar değildi sebep. Peki, Djokovic bunun neresindeydi? “Novak’ın stili bir rekabete uygun değil gibi. Çok belirgin bir stili yok. Her şeyi çok iyi yapıyor. Bir yandan en büyük avantajı da bu, en büyük laneti de. Doğruyu söylemek gerekirse, zaten Novak genellikle kazanan oluyor. Federer onu bu yıl üç kez yendi ama ona karşı en son ne zaman bir Grand Slam maçı kazanabildi? Nadal’ın da Djokovic karşısındaki son galibiyeti neredeyse iki yıl önce ve toprak korttaydı. Zaten diğer oyuncularla bir rekabetinin olduğunu düşünmüyorum. Murray ile aynı yaştalar ama Nole’nin stili ve zamanlaması nedeniyle büyük bir rekabet içinde değiller.”

Tüm bu rekabet öyküsünde 2010 Avustralya Açık’ta Jo-Wilfried Tsonga’ya kaybettiği çeyrek final dönüm noktasıydı. Nefes alamıyordu maç sırasında. Ancak sık sık sakatlanmasıyla nam salmıştı ve Roddick, Federer gibi isimlerin dahi “Numara mı yapıyor?” diyerek hakkında espri yaptığı biri haline gelmişti. Doktor Igor Cetojevic, onu televizyonda görüp sorunun astım değil de sindirim sistemiyle ilgili olduğunu keşfetti. Sonrasında, antrenörü Marian Vajda vasıtasıyla Djokovic’e ulaştı. Gerçekten de sorun beslenmedeydi. Gluten, Djokovic’e iyi gelmiyordu. Tüm beslenme alışkanlıklarını kökten değiştirdi. Sonrasında kilo verdi ve o lastik adam kıvamındaki esnekliği sınırsız hale geldi. Dayanma gücü ise soğuk füzyona uğraşmış misali sonsuz bir enerjiye kavuştu.

Djokovic bir röportajında “Artık benimle ilgili yazıların çoğunda glutensiz diyetimden bahsediliyor. Hayatımdaki bu değişikliğin başarımdaki en büyük sır olduğunu söylüyorlar. Tam öyle değil. Evet, büyük bir değişiklik ve bana çok yardımı dokundu ancak maçları, bir anda, sadece glutensiz beslendiğim için kazanmaya başlamadım” diyor. Ya Wertheim, Djokovic’teki bu değişimi nasıl değerlendiriyor?

“2011 öncesi ve sonrası Djokovic’te dramatik bir değişim oldu. Doktor Cetojevic’in ve ekibin geri kalanının etkisi malum. Bunun psikolojik yansıması önemliydi. Fiziğine daha fazla güvenmeye başladı. Her şey özgüvenle ilgili. Vücuduna güvenmeye başladığında kırılma yaşandı. Filenin diğer tarafındaki oyuncudan daha iyi durumda olduğunu bilmek, onu yenilmez bir canavara dönüştürdü ki halihazırda iştahı açık bir canavardı.”

2015’te kaybettiği altı maçtan en önemlisi, kuşkusuz Roland Garros finaliydi. Tarihte, açık dönemde ‘Sezon Grand Slam’i’ yapan ikinci erkek raket olmaya çok yaklaşmıştı. Son iki yılda antrenör ekibine katılan efsane Boris Becker’in dediğine göre bu, Djokovic’in hayatında en acı çektiği mağlubiyetti. Fakat ardından yaşananlar, zihinsel gücünün en büyük göstergesiydi. Wertheim da bizimle hemfikir gibiydi telefonda…

“Fransa Açık’ı hiç kazanmamışsınız, baskı üzerinizde, Nadal’ı yenmişsiniz ve ‘Kariyer Slam’i’ yapmaya çok yakınsınız, en büyüklerin dahi rüyalarını süsleyen başarıya. Sezona da ilk Grand Slam’i kazanarak başlamışsınız ama sonra böyle bir maçı kaybediyorsunuz. Üzüntüden ağlıyorsunuz. Seyirci sizi teselli etmek için alkışlıyor. ‘Bu turnuvayı acaba bir daha hiç kazanabilecek miyim?’ diye düşünüyorsunuz. Birçok oyuncunun bunu atlatması aylar sürerdi. Fakat Djokovic, dört hafta sonra Wimbledon’ı kazandı. Sezonun geri kalan bölümünde de neredeyse hiç kaybetmedi. Bunu o zaman çok konuşmasak da Djokovic mental gücünün ne kadar yüksek olduğunu gösterdi. Öyle bir mağlubiyet, başka bir oyuncunun kariyerini mahvedebilirdi. Guillermo Coria bunu yaşamıştı. Djokovic’in bir ay sonra Wimbledon’ı kazanması ne kadar korkutucu bir oyuncu olduğunu gösteriyor.”

“Nadal da böyleydi” deyince ise Wertheim şu yanıtı verdi: “Nadal’ın şanslı olduğu nokta, rakibine karşı eşleşme avantajıydı. Federer’i her üç karşılaşmadan ikisinde yenmek özgüvenini yükseltiyordu. Djokovic ise daha çok dayanma gücüne güveniyor. Ayrıca sürekli kazanmak, size güven aşılıyor. Djokovic 2015’e dönüp bakınca Fransa Açık’ın büyük bir hayal kırklığı olduğunu düşünebilir ama aynı zamanda, kendi kendine ‘Birinin beni beş setlik bir maçta yenebilmesi için hayatının en iyi tenisini oynaması gerekiyor’ diyordur. Wawrinka neredeyse mükemmel bir tenis oynadı ve Djokovic’i yenebilmek için de bu günlerde bu gerekiyor.”

Novak Djokovic - Portrait Session

Djokovic, röportajlarında mental gücünün kaynağı olarak çocukluğunda yaşadığı zorlukları gösteriyor, bilhassa da savaş zamanı büyüyen bir çocuk olarak yaşadığı psikolojiyi. “Bir önceki gün bombalanan yer ertesi gün bombalanmaz” mantığıyla oyun alanı seçilen bir çocukluk ne de olsa… Djokovic kitabında, ailesinin restoranının bulunduğu, kış turizmiyle bilinen Kopaonik’teki tenis kortlarına çıktığında onu keşfeden, daha önce de Monica Seles’i yetiştirmiş tenis hocası Jelena Gencic’ten de bahsediyor. Ona klasik müzik dinletip Puşkin okumasını sağlayan Gencic ile geçirdiği zaman için Djokovic şöyle diyor: ”Tenis dersleri, hayat derslerine dönüşmüştü.” Geçtiğimiz aylarda sosyal medyadan paylaştığı, tekrar ziyaret ettiği Kopaonik’te mermi izleri bulunan kort duvarına bakarkenki fotoğrafını görenler, vücut dilinden o günleri okuyabilirdi. Belki de korta çıktığı her an, rakiplerine karşı o duvarı örüyordu zihninde. Ya da o duvara dönüşüyordu tenis oynarken.

17 yaşında Wimbledon’ı kazanıp sonrasında efsaneye dönüşen Boris Becker ile çalışmak Djokovic’e benzer bir mental etki yapıyor muydu acaba? Bu konuda şüpheler oldu hep. Wertheim’ın bu konudaki yorumu şöyle: “Süper Koç kavramı teniste bir süredir çok popüler. Kişilikleri benzeyen Edberg-Federer ikilisinin ilişkisi çok akla uygundu. Murray-Lendl ile Chang-Nishkori ilişkileri de mantıklıydı. Kamuoyu, Becker ve Novak konusunda bir an tereddüt ediyor. Çünkü Becker, geçmişinde gelgitler yaşamış biri. Ama sonuçları göz ardı edemezsiniz. Belki o gelgitler başka bir bilgelik yaratıyor. Becker, 80’lerin sonunda Almanya’nın yeni sembolü olarak görülüyordu. Şimdi ise Djokovic Sırbistan’ın en büyük sembolü. Nikola Tesla’dan sonra çıkan en ünlü Sırp belki de… Becker’in ona katkılarından biri de bir ülkeyi omuzlarında taşıyıp temsil etmenin getirdiği baskıyı nasıl göğüsleyebileceğini öğretmek.”

Djokovic’in zihinsel gelişimle ilgili söylediği bazı cümlelerden, onun kendini eğiten bir guru-sporcu olduğunu hissediyorsunuz. 2011’de en büyük çocukluk hayalini gerçekleştirip kazandığında yere çöküp çimleri yediği Wimbledon finaliyle hatırlanır. Artık o, Londra’ya her geldiğinde yakınlardaki Budist tapınağını ziyaret edip farklı bir olgunluk seviyesindeyken hayaline odaklanan bir adam. Bunu da şöyle anlatıyor: “Geçmişte çok hata yaptım. Fakat hepsi, ben istediğim için oldu. Onlarla barışığım. Meditasyonun yollarından biri de problemlerden kaçmamak. Hatta tam tersine onları zihninde canlandırmak ve tahayyül etmek. Canlandırmak, sadece sporcuların değil herkesin hayatının bir parçası olmalı. Bu bir çekim yasası adeta. Düşündüklerin ve hayal ettiklerin neyse onları elde edersin. Yaşam böyle sürüyor.”

Belki de Wertheim’ın dediği gibi, kendi hava sahasına sahip olduğu gün insanlar onu fark edecek. Neyse ki o, Camus’nün Meursault’su gibi toplumdan uzaklaşmıyor ve artık bilinmeyen bir ülkeden gelen bir yabancı gibi gözükmüyor.

*Bu yazı Socrates’in Ocak sayısında yayımlandı. Derginin tüm sayılarını temin edebileceğiniz satış bağlantıları için tıklayın!

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Harika Çocuk

Harika Çocuk

3 sene önce
Sıfır

Sıfır

3 sene önce