Bu şekilde sona ermemeliydi yıllardır süregelen bekleyiş. Tıpkı, henüz onuncu dakikasında, kahramanımızın kötü adamları alt edip dünyayı kurtaracağını idrak ettiğimiz, bir saat 58 dakikalık bir Hollywood filmi gibi. En beklenen, en klişe sonuç dikilince karşınıza, beklediğiniz onca zamana yüklediğiniz anlamın, içinizde eriyip gittiği gerçeğiyle yüzleşmek zorundasınız.
Evet, Floyd Mayweather-Manny Pacquiao karşılaşmasından bahsediyorum. Gelirleri 400 milyon dolar sınırında gezinen, ‘Asrın Maçı’ olarak nitelenen, tüm dünyanın konuştuğu spor olayı öncesi beklentilerimiz yüksekti. Onca yıl boşuna beklememiştik. Floyd Mayweather kaçıyor, Manny Pacquiao sorun çıkarıyor, organizatörler anlaşamıyor derken lastik gibi uzayan sürecin sonunda, kariyerlerinin sonuna yaklaşan iki büyük yıldızın şanlarına yakışır şekildeki mücadelesi nefeslerimizi kesecekti, kesmeliydi. Fakat karşılaşma malumun ilamı şeklinde geçti; 3.5 yıldır nakavtla zafere ulaşamayan Mayweather, kusursuzluğa yaklaştırdığı savunmasından, kontralardan topladığı puanlardan, kısacası, onu 47 maçtır yenilgisiz kılan oyun tarzından -haklı olarak- vazgeçmedi ve istediğini aldı. Boşuna ümitlenmiştik. Elbette Floyd’u kötülemek değil amacım, bileği bükülmeden son viraja gelmiş bir boksörden, ‘Pacman’ gibi büyük bir rakip karşısında heyecan aramasını beklemek rasyonel değil. Ama izleyici açısından bakıldığında daha çekici ihtimaller vardı: Pacquiao zaferi geceyi unutulmaz kılardı, Mayweather nakavt ile bitirse kariyerinin son sayfasını altın mürekkeple imzalamış olacaktı, en azından bir knock-down görmek yıllarca süren beklentiye su serpmeye yetecekti. Olmadı.
Yaklaşık bir asır önce, Amerika Birleşik Devletleri’nde radyodan canlı anlatılan ilk spor müsabakalarından biri olan ve ilginçtir yine “Yüzyılın Mücadelesi” olarak tanıtılan ağır sıklet şampiyonluk maçında Jack Dempsey, Fransız Georges Carpentier ile karşılaşmıştı. 1921 yılında, milyon dolarlık gelir barajını aşmayı başaran ilk boks mücadelesinin ardından Heywood Broun, The New York World için kaleme aldığı “Sanatın Hatrına Spor” başlıklı yazısında duygularımıza tercüman olmuştu. Tıpkı fasulye sırığına tırmanıp, acımasız devi alt eden Jack gibi, o yıllarda yenilmez olarak görülen Dempsey’e karşı Carpentier’in kazanacağını ummuştuk, ama unuttuğumuz şey insanoğlunun kadere karşı gelemeyeceği gerçeğiydi der Broun. Kaçınılmaz sonuç gerçekleşmiş; Dempsey kazanmıştı. Aradan geçen 94 yılın sonunda bir başka “Asrın Maçı” oynandı; Manny kilidi açamadı, Mayweather en iyi bildiği şeyi yaptı ve 36 dakikanın sonunda Pacman hariç herkes Floyd’un kazandığını düşündü.
Boks sporu açısından ise durum daha ciddi. Sporun en iyi dönemini geçirmediği herkesin malumu. 60’lı, 70’li yıllardaki büyük rekabetler pek ortada yok ve iki önemli ismi ringde görebilmek için yıllarca beklemek gerekiyor. Tarihin en büyük boksörlerinden kabul edilen Sugar Ray Leonard’ın, ilk yenilgisini aldığı Roberto Duran’a karşı rövanş maçını izlemek isteyenlerin yalnızca beş ay beklemesi yeterliydi. Joe Frazier ve Muhammed Ali, 4.5 yılda üç kez karşılaşarak tarihin en büyük rekabetlerinden birine adlarını kazımışlardı. Günümüzdeki boksun doğum günü ise 29 Şubat; gerçek bir kutlama görebilmek için neredeyse dört yıl beklemek gerekiyor. Ve emin olun, bir kutlama için onca yıl beklemişseniz saat 12’de kesilecek bir pasta klişesiyle tatmin olmazsınız; MayPac’in damağımızda bıraktığı tat da tam olarak bu.