Ne Dinledim?
Julien Baker, ilk albümü Sprained Ankle ile aynı adı taşıyan şarkısında “Keşke ölüm dışında bir şeyler hakkında şarkılar yazabilesem” diyordu. Titreyen sesi ve pesimist şarkı sözleriyle yarattığı melankolinin o da farkındaydı bir nevi. O albümün üzerinden iki yıl geçti. Baker, yine bir sonbahar günü, ikinci albümü Turn out the Lights’ı yayınladı. İlk albüme göre farklı yanları olsa da Baker hâlâ ölüm dışındaki şeyler hakkında şarkılar yazmaya zorlanıyor. Bunun kötü bir şey olduğunu söylemek zor. Zira Baker’ın şarkılarında yapay bir hüzün yok. Kendi hayatı var. Çok genç yaşlarda yakalandığı uyuşturucu ve alkol bağımlılığı, onun hayatında silinmesi zor bir iz bırakmış. Rehabilitasyon sonrası artık böyle bir sorunu yok ama o günlerin etkisi en çok şarkılarında öne çıkıyor. Julien Baker bu nedenle ölüm hakkında şarkılar yazmaya devam edecek. Bunun kötü bir şey olduğunu söylemek ise zor.
Ayrıca geçtiğimiz ay ilk defa canlı izleme fırsatı bulduğum The National da bu ara her zamanki gibi en çok dinlediğim grup. The National, konser öncesi uzun süre boyunca dinlediğim tek şeydi. En sevdiğim grup olması nedeniyle bu da gayet doğal. Konser sonrası da durum değişmedi. Hâlâ hemen her gün konserde çektiğim videoları izliyorum ve Spotify’da grubun diskografisinden sevdiğim şarkıları (ki çok var) dinliyorum. Bu noktada Julien Baker’a dönüyoruz:
Ne Okudum?
Wilhelm Genazino’nun Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk kitabının ilk bakışta ilgi çekici bir konusu yok. Orta yaşlı, işinden memnun olmayan ve sevgilisiyle sorunlar yaşayan bir adam… Kabul etmek gerek ki Alman yazarın yarattığı ana karakter Gerhard Warlich, bu açıdan kesinlikle sıra dışı değil. Fakat Genazino konuyu basit ve akıcı üslubuyla çok güzel bir şekilde işliyor. Bunu yaparken de Warlich’in merkezinde olduğu melankolik bir dünya yaratıyor. Ve bu dünyada başrol kedere ait. Ancak kitabın melankolik havası bir an için bile sizi sıkmıyor. Aksine, romanı gerçekliğe yaklaştırıyor.
Ne İzledim?
Rus edebiyatı, kültürü ve tarihi her zaman ilgimi çekmiştir. Simon Reeve’in BBC’deki üç bölümlük Rusya belgeseli de bu nedenle fragmanını gördüğümden beri izlenecekler listemdeydi. Belgesel, Rusya’nın olağanüstü doğasına odaklanıyor. Fakat ülkenin karışık tarihi, birçok farklı kesimden insanı bir arada bulunduran toplumu ve siyasal ortamı da belgeselde yer buluyor. Bütün bunlar Reeve’in kendine has hikâye anlatıcılığı ve BBC’nin prodüksiyon kalitesiyle birleşince de ortaya defalarca izlenebilecek bir yapıt çıkıyor. En azından ben daha şimdiden her bölümü ikişer defa izledim bile.
Ne Bekliyorum?
Sıkı bir NBA takipçisi değilim. Genelde uyumayı tercih ediyorum. Ama yine de Boston Celtics maçlarını takip etmeye çalışırım. Sezonun Gordon Hayward’ın sakatlığıyla başlaması, daha ilk maçtan hevesimin kaçmasına neden oldu. Oysaki sezon öncesi Socrates editörlerinden İlhan Özgen’le Boston’ın her maçını izlemeyi planlıyorduk. Celtics’in 16 maçlık galibiyet serisi durumu biraz olsun toparladı benim için. Her maçı izlemesem de bazı maçları takvimde işaretledim. Önümüzdeki Cumartesi sabaha karşı oynanacak San Antonio Spurs maçı da onlardan biri. Nedenini belirtmeye lüzum yok sanırım. Gregg Popovich vs. Brad Stevens: Ligin en iyi koçu, ligin en iyi genç koçuna karşı…