Artık her pazar günü, Socrates ofisinden bir editör, o dönem dinlediği, izlediği, okuduğu şeylerden oluşturduğu seçkiyi, merakla beklediği bir spor etkinliği ile birleştirerek sunacak. Yeni serimizin açılışını geçtiğimiz hafta Ali Çolak yapmıştı. Bu hafta görevi ben devraldım.
Ne izledim?
Herkes için böyle mi bilmiyorum ama kendi adıma konuşayım; bazı dönemler okuyabiliyor, bazı dönemler dinleyebiliyor, bazı dönemler ise izleyebiliyorum. Bu üç eylemi de aynı ağırlıkta gerçekleştirdiğim görülmemiştir pek. Şu sıralar da daha çok ‘izleme’ eylemine yüklenmiş durumdayım. Kar kıyamet geçen günlerde imdadıma koşan Netflix’in de etkisi vardır elbet bunda ama neyse…
Becoming Zlatan, adının hakkını verecek şekilde Zlatan Ibrahimovic’in kariyerinin başlarını; Malmö ve Ajax yıllarını anlatan bir belgesel. Güzel yanı ise stok görüntülerden ziyade, derin ve kişisel olduğu bariz bir arşive dayanması. Malmö dönemindeki soyunma odası konuşmalarından Ajax’taki ilk gününe, kız arkadaşı ve kardeşiyle evdeki hallerinden menajeri Mino Raiola’nın Juventus’tan teklif aldığı telefon görüşmesine kadar birçok ‘özel’ görüntüye rastlayabiliyorsunuz. Belgesel aynı zamanda, Zlatan’ın karakter yolculuğu adına da önemli bir kaynak.
Orijinal adıyla Dix Pour Cent, Netflix’teki ismiyle Call My Agent’ı ise Banu Yelkovan’ın tavsiyesiyle izledim. Altı bölümlük bir Fransız dizisi ve okuduğum kadarıyla ikinci sezonu da yolda. Paris’teki bir oyuncu menajerliği ajansında yaşanan olayları konu edinen dizide, bazı Fransız aktör ve aktrisler de gerçek kimlikleriyle yer alıyor. Aslen farklı karakterlere sahip dört oyuncu menajerinin hikâyelerinin anlatıldığı 50’şer dakikalık bölümler, ‘boş’ ve ‘kafa yormayacak’ bir şey arayışındakiler için ideal.
Happy People: A Year In The Taiga ise yine Netflix’te bulabileceğiniz bir belgesel. Werner Herzog ve Dimitri Vasyukov’un yönettiği 90 dakikalık belgesel, Sibirya taygalarında geçen hayatları, avcıları, köpekleri, kışı ve soğuğu konu ediniyor. Andrei Tarkovsky’nin akrabalarından avcı Mikhail Tarkovsky’nin de yer aldığı Happy People, doğanın ve bembeyaz görüntülerin içinde kaybolmak isteyenlere iyi bir fırsat sunuyor.
https://www.youtube.com/watch?v=V1pOjj49d9Y
Ne dinledim?
2017’nin ilk günlerini Spotify’ın benim için hazırladığı yıllık listelere adamış olsam da genelden ayrıştırabileceğim iki grup var; ilki San Fermin, diğeri ise Woods. San Fermin’in grupla aynı adı taşıyan 2013 tarihli albümünden Methuselah’ı döndüre döndüre kaç kez dinledim bilmiyorum. Woods özelinde ise tek bir şarkı söyleyemeyeceğim, shuffle’da hangisi denk gelirse o şarkıdan devam ettim.
Ne okudum?
Başta da söylediğim gibi; şu sıralar okumak ve dinlemekten ziyade, daha çok izleyebiliyorum. Bu sebeple elimde, ağır bir romandan ziyade, rahat rahat ve parça parça okunabilecek bir araştırma var. Michael Kuyucu’nun Zirve Yayıncılık’tan çıkan 2014 tarihli Müzik Dünyasını Anlamak adlı kitabı, 1960’lardan bu yana Türk müziğinde iz bırakan 56 müzisyenle yapılmış söyleşilerden oluşuyor. Selami Şahin, Ali Kocatepe, Aykut Gürel, Harun Kolçak, Atilla Özdemiroğlu, Erol Büyükburç ve diğer birçok isim, kitap boyunca Türkiye’de müzik endüstrisinin sorunlarını anlatıyor.
Ne bekliyorum?
Pazartesi gecesini salı sabahına bağlayan saatlerde NBA’in son yıllarına ve bugününe damga vuran en büyük rekabette yeni bir perde daha açılacak. Geçen sezon NBA tarihine geçen final serisinde Cleveland Cavaliers’a 3-1’den şampiyonluğu veren ve bu sezonun Cleveland’da oynanan ilk maçında son çeyrekte 14 sayılık farkı koruyamayan Golden State Warriors, rakibini bu kez Oracle Arena’da ağırlayacak. 82 maçlık normal sezonda bu karşılaşmanın tek başına bir anlamı olmayabilir ancak Kevin Durant takviyeli Warriors, son dört maçı kaybettiği Cavaliers’a hâlâ ve her şeye rağmen onları yenebileceğini kanıtlamak isteyecektir. En azından Stephen Curry öyle görünüyor…