“Tarih belleğin kusurlarının, belgelemenin yetersizlikleriyle buluştuğu noktada üretilen kesinliktir.”
Julian Barnes, Bir Son Duygusu
Avustralya Açık anlatırken en çok dikkatimi çeken konulardan biri Avustralya Günü ile alakalıydı. Her yıl sezonun ilk Grand Slam turnuvasının son günlerine denk gelen 26 Ocak tarihi büyük bir toplumsal konuyu da gündeme getirir. 1788’de Birleşik Krallık’tan gemilerle bu devasa adaya gelen ve bugünkü Avustralya’yı kuranların onuruna ulusal bayram olarak kutlanan bu tarih, Avustralya yerlileri için çok daha karanlık bir anlam ifade eder. Aborjinlere göre bu tarih, ‘İşgal Günü’ veya ‘Yas Günü’ manasına gelir. Hatta yıllar boyunca uğradıkları ırkçı ve ayrımcı şiddetten dolayı Hayatta Kalma Günü diyenler de vardır. Son yıllarda 26 Ocak’ın ulusal bayram olarak kutlanma kararının iptal edilmesi isteniyor. Bu yıl yine Sidney’de toplanan beş bin gösterici, “Bu topraklar hep Aborjinlerindi ve öyle kalacak” şeklinde slogan atmıştı. Geçen ay 23 yaşındaki Avustralyalı Ashleigh Barty, Roland Garros şampiyonu olduğunda henüz gösterilerin üzerinden dört ay geçmişti. Çek rakibi Marketa Vondrousova’yı iki sette, muhteşem bir tenisle yenerken Eurosport yayınında Aras Yetiş ile beraber sık sık “Barty tarihe imza atıyor” diyorduk. Bunu sürekli zikretmemize kaynak olan farklı hikâyeler vardı.
Barty’nin annesi Josie, İngiliz göçmenlerin kökeninden gelirken babası Robert ise Ngaragu kabilesine mensuptu. Bir Avustralya yerlisiydi. “Kalıtımsal ve kültürel mirasım benim için çok değerli. Kendimi bildim bileli hep zeytin tenli ve balkabağı (basık) burunlu oldum. Ve diğer çocuklar için iyi bir rol modeli olmak benim için önemli” diyordu bu konu sorulduğunda. En son 1973’te Margaret Court bir Avustralyalı kadın raket olarak Fransa Açık’ı kazanmıştı. Barty şampiyon olduktan sonra ayrımcı ve ırkçı görüşleriyle bilinen Court’ın adını ağzına almıyordu. Ama 1971’de Roland Garros’u kazanan Evonne Goolagong Cawley onun kahramanıydı. Zira Cawley de Wiradjuri kabilesine mensup, Aborjin kökenli bir başka kadın raketti. Yetmişlerin tenis efsanesiydi. Barty, onu şöyle anlatıyordu: “Evonne’un sıradışı başarıları çocukluğumdan itibaren benim için büyük bir ilham kaynağıydı. Onun tutkusu beni tenise daha da âşık etti. Sadece başarılardan bahsetmiyorum; yerli halkına yardım etme ve gösterdiği gururlu karakteri.”
Akıcı ve zarif stili, kusursuz backhand slice’ları, üstün tekniğiyle bezeli çok yönlü oyunu ve 1.66’lık boyuyla attığı güçlü servislerle korta hükmeden Barty, herkesi büyüleyen çocuksu bir gülümsemeye sahipti. Şampiyon olduktan sonra sosyal medyada yayılan çocukluk fotoğrafında olduğu gibi. Kazandığı ilk kupa sonrası çekilen o kareyle bugünkü hâli arasında hiç fark yok gibiydi. Ama hikâyenin devamı öyle değildi.
Terry Eagleton, “Mutluluk hayatın anlamını oluşturabilir ama bu kolayca çözüme kavuşturulacak bir mevzu değildir” diye yazmıştı Hayatın Anlamı’nda. Barty aslında çok ilgili ve spor kariyeri konusunda ona baskı yapmayan bir anne babayla Brisbane’da büyümüştü. Netball, kriket derken dört yaşında başladığı teniste küçük yaşlarda yükselmişti. İlk antrenörü ve mentoru Jim Joyce, onun el göz koordinasyonunun daha o yaşlarda kusursuz olduğundan söz ediyor. Barty tüm çocukluğunu ve ergenliğini kortlarda geçirmişti. Bir mükemmeliyetçi olmasından mütevellit tekrar tekrar antrenman yapıyordu. Uluslararası turnuvalara gittiği için de sürekli ailesinden uzakta, tek başınaydı. Bir keresinde bir yıl boyunca sadece 27 gün evinde kalabilmişti. 15 yaşında Wimbledon gençler şampiyonu oldu ama sonrasında yavaş yavaş bir şeyler değişmeye başladı. Kazanma baskısıyla boğuşmaktan yorulmuştu. Tükendiğini hissediyordu. Artık yüzü gülmüyordu. Depresyona girdi. 18 yaşında tenisi bıraktığını açıkladı ve evine döndü. Bir süre hiçbir şey yapmak istemiyordu. Sadece ailesiyle olmayı amaçlıyordu. Sonra Andy Richards adlı antrenörden gelen teklifle kriket oynamaya başladı. Tenisi bırakıp kriket oynadığı 18 ay boyunca normal bir yaşam sürmeyi başarmıştı. Hem milli takıma çağırılacak kadar iyi oynuyor hem de maç sonunda takım arkadaşlarıyla bira içmeye gidecek kadar rahat yaşıyordu. Farklı bir spor yapmanın yanı sıra daha önce olmadığı kadar sosyalleşmişti. Richards, o günler için “Takım arkadaşlarına hatta arkadaşlara sahip olmanın ne demek olduğunu keşfediyordu” diyor.
David Epstein yakın zamanda çıkan Range isimli kitabında biraz da bu konuya değiniyor. Barty gibi küçük yaşlarda ağır bir yükün altına girip, asıl verimli olması gereken çağda o yükün altında ezilen, psikolojik ve fiziksel yıpranma eşiğini erken aşan sporculardan söz ediyor. Barty, herkesin ondan çok şey beklediği bir dönemde en sevdiği oyundan uzaklaşarak bu buhranı alt etmişti. Bundan yaklaşık üç sene önce tenise geri döndüğünden bu yana antrenörü olan Craig Tyzzer de “Hayatında aldığı en doğru karar tenise ara vermekti” diyor. 8 Haziran’da Roland Garros’u kazanan Barty, Wimbledon öncesi Birmingham Turnuvası’nı kazanarak dünya bir numarası da oldu. Evonne Goolagong Cawley’nin bir başka rekorunu kırdı. Sırada belki de tarihe geçeceği yeni anlar var. Ama kanımca Barty için başarıların ötesinde asıl Evonne gibi yerli çocuklara ilham kaynağı olabilmek değerli olacak. Bir de çocuksu gülümsemesini tekrar kaybetmemek…
Bu sayı; tarihe geçmek için zorla çabalayanlardan ziyade kişisel tarihinde yolunu kaybetse de tutarlı olup insani değerleri unutmadan ilerleyenler için…