Euro 2016, taraftarlık açısından rezilce başladı. Sokakları çatışma alanına çevirenler, mülteci çocukları rencide edenler, sahaya girenler, attıkları maddelerle oyunu durduran ve böylece belki de takımının maçtaki üstünlüğünü kaybetmesinde pay sahibi olanlar… Hepsine şahit olduk, oluyoruz.
Turnuva elemelerindeki Türkiye taraftarının verdiği sınavın sonucu da farklı değildi. Her ne kadar ‘Türk futbol ailesi’ adlı düzenin tüm parçaları “Konya’daki örnek milli takım seyircisi” lafını yüksek sesle tekrarlayarak böyle bir mit (‘algı’ kelimesini öldürdüklerinden, onu da kullanamıyoruz artık) yarattılarsa da Ankara’da yaşanan terör saldırısına verilen tepki pek kolay unutulacak bir utanç sayılmaz. En azından ülkenin hiç de az olmayan bir bölümü için. Ne yazık ki aynısı daha sonra Paris’teki saldırıda hayatını kaybedenler için İstanbul’da da verildi. Yine İstanbul’da, daha önceki maçlarda yaşananlar da zaten hâlâ gündemden düşmüş değil. Futbolcuların ailelerine uzanan küfürler -zaten çok kötü bir gidişatın içindeki- milli takıma zarar vermiş, hatta bu yanlışın ardından başarısızlığın sorumluları başarısızlığı taraftara fatura etmişti.
Dün gece oynanan İspanya – Türkiye maçında, milli takım taraftarı bir kez daha suçlu ilan edildi. Turnuvada ikinci maçların yarısı geride kalmışken, kendi oyuncusunu protesto eden bir taraftarın daha olmadığı yazılıp çizildi. Öncelikle şuna bakalım; Fransa’da milli takım taraftarı ne yaptı? Rakip taraftara mı saldırdı? Mülteci çocuklarla dalga mı geçti? Irkçılık mı yaptı? Oyunun durmasına mı neden oldu? Hayır, hiçbirini yapmadığı gibi, Avrupa Şampiyonası’nın şölenini de sonuna kadar yaşadı. Yenildiği maçtan sonra dahi rakip ülke taraftarıyla birlikte eğlendi Türkiye taraftarı, tribünlere güzellik kattı. Seversiniz sevmezsiniz, ya da bıkmış, tüketmişsinizdir ama bandosu bile vardı. Uzun bir aranın ardından, uluslararası bir platformda Türkiye, “En çirkin, en utanç verici kim olacak?” yarışında zirveye oynamadı ki bu bile sevinmek için yeterli bir neden aslında. Bir de işte, Arda Turan’ı ıslıkladı.
Geri gidelim. Arda Turan daha önce de iki defa kendi tribünleri tarafından ıslıklanmıştı. Özellikle 2010 yılındaki Diyarbakırspor maçında tüm Galatasaraylı oyuncular protesto edilirken, aslında performansı takım ortalamasının gayet üstündeki Kaptan Arda’ya, -bugünün Selçuk İnan’ı misali- sadece ‘biz bu ülkede bu kadar sivrilen insanları sevmeyiz’ anlayışıyla, o dönemki kız arkadaşının üzerinden büyük saygısızlık yapıldı. Atletico Madrid’e transfer olduğunda takımı yarı yolda bırakmakla suçlandı, oysa yurt dışına gitmek istediğini önceden söylemişti. Galatasaray taraftarının sevmediği kişilerle yaptığı arkadaşlık, bir başka tartışma konusu oldu yıllarca, sürekli bununla eleştirildi. Aksini onlarca defa söylemesine rağmen sadece Emre Belözoğlu’nun yaşattığı trajedi nedeniyle hep bir ‘Fenerbahçe’ye gidecek’ ithamıyla karşılaştı. Sonra, “bu kulüp” meselesi var. Bir televizyon programına telefonla bağlandı. Galatasaray’la ilgili bir dolu olumlu söz söyledi ve onca cümlenin içinden bir tane ‘bu kulüp’ ifadesi cımbızla çekilerek Arda bir kez daha hain ilan edildi. Bunların hepsinde, haddini aşan taraf, taraftardı.
Ahmet Hakan ‘ama’sına geldik galiba. ‘Ama’ kelimesini de öldürdüler. Ama burada başka çarem yok.
Aradan geçen zamanda, Arda Turan, başka biri oldu. Başka tercihler yaptı. Hak ederek kazandığı başarıların ardından, önünde iki yol vardı. Geçmişle hesaplaşmayı seçebilir, uğradığı haksızlıklara cevap verme zamanının geldiğini düşünebilirdi. Ya da büyüdükçe küçülüp, sahada işini yapmaya devam edebilirdi. Her ikisinde de haklı olurdu. Arda, üçüncü bir yol seçti. Sadece çok iyi futbol oynamak gibi bir beceriye sahip olduğu için, kendini her konuda bir otorite gibi görmeye başladı. Yüksek dağlardan konuşup durdu. Kurduğu hemen her cümlede bir mesaj kaygısı vardı artık. O da ‘Biliyorsunuz Türkiye’de işler böyle yürüyor ama ben bunları aştım” mesajıydı. Yine yanlış sayılmaz, Türkiye’de işler gerçekten de ‘öyle’ yürüyordu. Ama gerçekten aşmış mıydı Arda? Aşmış olsa sosyal medyada kendisi hakkında yazılanlara sık sık cevap verip, bunu tehdit etmeye kadar götürür müydü? Sürekli Türkiye basınına röportaj verip burada yaşananlar hakkında yorum yapar mıydı? Arda’nın “ben bunları aştım”ı, nispetli Türkçe pop şarkıları gibiydi. Arda da bu aşkı unutmuştu, ama ne hikmetse hâlâ sürekli aynı şarkıyı söylüyordu.
Hadi bu insanlık hâli diyelim. Travmadır, aşılamamıştır, olabilir. Ama Arda’daki değişim bununla bitmedi. Sahip olduklarıyla yetinemedi Arda; milyonlarca kişi onun yerinde olmak isterken, o daha fazlasını istedi. Daha fazla güç, daha fazla saygınlık… Spor bakanlığına oynadığını düşünenlerin sayısı az değil. Oysa dünyanın en büyük kulübünde futbol oynaması çok daha önemli bir paye değil miydi? Yetinemedi işte. Türkiye’nin siyasi atmosferi malum; ikiye bölünmüşüz, her iki yarımız da birbirine tahammülsüz, Arda gitti taraf seçti. Türkiye’de yapılan genel seçimlerin akşamında, sosyal medya beğenileriyle gündeme geldi. Uzmanlık alanının hayli dışında bir açıklama yaparak faizlerin düşmesi gerektiğini savundu. Atletico formasıyla UEFA Kupası’nı kazandıktan sonra ilk iş Türkiye’de bir televizyon kanalına bağlanıp kupayı Türkiye’nin karanlık bir siyasi figürüne armağan ettiğini söyledi. Elbette hakkıdır, kimse karışamaz ama 25’inden sonra gollerini secde ederek kutlamaya başladı, bu da tam Türkiye’de dinin konumunun yeniden şekillendirilmeye çalışıldığı günlere denk düştü. Her yere bir mesaj, her yöne bir sinyal, her köşeye bir alt metin sıkıştırdı Arda. Tüm bu süreçte iyi futbol oynamaya devam etti ama futbolunu konuşmaya sıra gelmedi bile.
Turnuvada ikinci maçların yarısı geride kaldı ve Türkiye taraftarı dışında kendi oyuncusunu protesto eden taraftar yok, evet. Peki, bu cümleyi tersten alıp “Arda dışında yuhalanan bir oyuncu yok” diye okumayı neden düşünmeyelim? Her şeyden önce, Milli Takım yalnızca kötü futbol oynadığı için de ıslıklanabilirdi. Dünyanın en büyük kulüplerinin statları da benzer protestolara sahne oluyor. Ama Arda’nın özellikle hedef alınmasında kendi tercihlerinin hiç etkisi olmadığını düşünmek zor. Yaptığı tercihler, Arda ismini en azından aşındırıyor. Hangi takımın hangi oyuncusu Arda’nın yaptıklarını yaptı ki? Zlatan Ibrahimovic, siyasal bir kutuplaşmanın tarafı oldu mu? Robert Lewandowski, faizlerin düşmesi gerektiğini mi söyledi? Cristiano Ronaldo kendisini eleştirenlere tehditle mi karşılık verdi?
Peki hangi ülkenin teknik direktörü, maçtan önce yaptığı açıklamada kendisini ve takımını eleştirenler için “İnlerinden çıktılar” dedi? Kendi vatandaşına bu kadar tepeden bakan kaç tane milli takım var dünyada? Her şeyin başladığı yer de orası zaten. Arda Turan, sözgelimi Arsene Wenger’in yanında yetişse böyle biri olur muydu? Her ne kadar zeki ve algısı açık da olsa, başkalarının etkisine çok daha açık bir profilden söz ediyoruz. Birçok Türk futbolcusu Fatih Terim’den; Fatih Terim de dönemin konjonktüründen etkilenir. Ortaya çıkan, kendisinden yukarıdakilerin karşısında el pençe divan duran, kendisinden aşağıdakilere tepeden bakan karakterlerdir.
Neyse tabii, biliyorsunuz Türkiye’de işler böyle yürüyor. Tabii Arda’dan farklı olarak, biz aşamadık bunları. Alışamadık. Ama madem öyle, çıkarmayacaksınız inlerinden. Çıkın, oynayın, oynatın. Yapamıyorsanız, bu atmosferi siz yarattınız, sonuçlarına da bir zahmet katlanın.