Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

GündemYorumNeden Olmasın?

Fransa Açık’ta, tek erkekler şampiyonu tam beş yıl sonra değişti. Peki Wawrinka bu şampiyonluğa ulaşırken hangi yollardan geçti?

Stanislas, veya geç gelen popülerlik sonrasında kısalttığı adı ile Stan. Uzun yıllar bilinirliğinin başlıca sebebi Federer’in vatandaşı ve kankası olmasıydı. 2008 yılında gelen olimpiyat çiftler altınında da ustasının kanatları altındaydı. Nasıl olmasındı ki! İsviçre, belki de tarihin gördüğü en büyük on sporcudan birinin ülkesiydi o dönemde. Tıpkı hâlâ olduğu gibi. Stan ise uzun süre karanlıklarda bekledi. Kötü olmadığı aşikârdı ama işte standartlar çok yüksekti. İyi bir backhand’i, güçlü bir oyunu vardı. Ama daha fazlası değil… Kariyeri, çok ışık veremeyen bir mum gibi erirken, 2013’ün ilk ayında bir şeyler oldu.

O yıl Wawrinka, Avustralya Açık dördünücü turunda, dönemin dünya bir numarası ve en formda oyuncusu olan Novak Djokovic’i karşısında buldu. Bahisler açık ve netti. Stan belki bir set alır ama fazlasına gücü yetmezdi. Sonuç hariç beklentiler tepetaklak oldu. Stan tam beş set savaşmış ancak tie-break’siz son seti 12-10 ile kaybetmişti. Büyük potansiyelleri, tarih boyu gerçek bir ihtimale çeviren şey hep “Neden olmasın?’”sorusu olmuştur. Stan, o maç sonrası Rod Laver Arena’nın soyunma odasında oynadığı muazzam maçı düşünürken geleceğin hülyasına dalıp gitti. Sorduğu soru gelmekte olanların habercisi gibiydi: “Neden olmasın?”

2013 sezonunun geri kalanı bazı parlamalara rağmen, az önce sorduğu soruya bir cevap olabilecek gibi durmuyordu. Tıpkı geçmişteki gibi olmuyordu işte, parlamıştı ama bu bir yanılsama mıydı? Stan 28 yaşındaydı ve bir hayalin peşine takılmak için fazla olgundu. Ama zehir de damardaydı işte, “Neden olmasın?” sorusu zihnine bir bıçak gibi saplanmıştı. Ağustos ayının sonu geldiğinde, zemin yine hayalleri ekmeye müsait hale gelmişti. Amerika Açık, hem bir yeniden çevirim, hem de bir fragmandı bir bakıma. Yine uzun bir beş set oynanmış, yine ‘şerefli kaybeden’ olunmuştu. Bu kez yarı finaldi hem de. Arthur Ashe seyircisinin alkışları zihninde yankılanırken, kendi kendine sorduğu soru duyulabilmek için sesi arttırmıştı. Beş setlik maçlarda kazanan ve kaybedeni son puanlar belirler. Kazanan olmak için yapılması gereken şey, o puanları almaktır. Kendine bir söz vermişti Stan. Bir sonraki sefer hedef -eğer olursa- yeri geldiğinde o puanları almak olacaktı.

Zamanı çok olmayan birine verilebilecek en güzel hediye, ona istediği şeyi çabuk vermektir. Stan beklediği fırsatı, o uyanışı gerçekleştirdiği günden tam bir yıl sonra elde etti. 2014 Avustralya Açık çeyrek finalinde rakip yine Djokovic’ti ve beş uzun set oynandı. Bu sefer olmuştu… Zafer, havaya kalkan iki mütevazı yumruktan fazlasını hak ediyordu belki ama Stan hiç o adamlardan olmamıştı. Onun hırsları, hayallerinden büyük değildi. Sadece geride bıraktığı bir yıl boyunca kurmaya cürret ettiği hayale bir adım kalmıştı. Finalde, Rafael Nadal bile bu sürpriz sonlu senaryoda rol çalamamıştı. Stan elinde kupayı tutarken mikrofonlara halâ rüyada bir olabileceğini söylüyordu ama içten içe biliyordu. Artık alçak gönüllü olma zamanı değildi. Kaybetmenin ne olduğunu çok deneyimlememiş rakibi Nadal’ın da dediği gibi, artık onu tebrik etme zamanıydı.

stan 4
Wawrinka’nın galip geldiği ikinci düello, tam dört saat sürmüştü.

Geçmişin izleri ne olursa olsun takip eder. Başarısız geçen yılların hesabı, şüphe olarak bile olsa bırakmaz peşleri. Del Potro 2009’da başarmıştı ama neredeydi? 2014 Amerika Açık, bir başka rüyanın gerçekleşmesine tanık olmuştu ama Cilic gelecekte ne yapacaktı? Büyük bir dominasyonun içinde -nasıl olduysa- Grad Slam kazanmayı başarmış bu adamların, hangisi sabah olunca uyanmayacaktı? Medya, tenis dünyası ve kendileri bile şüphe ederken, Stan en büyük karakteri gösteren taraf olmuştu. Yılın sonunda, tur finallerinde yine bir epik maç oynamış ama bu kez vatandaşı Federer’e kaybetmişti. Kendi de artık farkındaydı. Bir Grand Slam şampiyonu olmak bir apolet taşımak değil, bir şampiyon gibi oynamaktı. Çoğu rakibine, “ben de o yollardan geçtim” diyebilmekti. Ve Stan, artık sanki yavaş yavaş bunu diyebiliyordu.

2015 gelmişti. Biz burada kışı yaşarken, dünyanın uzak ucunda yine yaz ve yine beş set vardı. Son yıllarda Stan’in orada en çok gördüğü şey yine karşısındaydı: Novak Djokovic. Geride kalan yıllarda nefis maçlar oynamışları ama çoğu açıdan bu onlardan biri değildi. Bir kaybın eskisi kadar acı vermemesi hem iyidir hem kötüdür. Kaybedeni daha az etkiler belki, ama ileride yeniden kazanan olma şansına da sekteyi vurur. 6-0’lık son set zihinlerde bu algıyı bırakmıştı. Acaba o da tek kurşununu atmış mıydı? Bu soruya ‘hayır’ cevabını vermek dört ayını aldı. Ama beklemeye değerdi.

Kariyeri boyu gölgesinde yaşadığı ‘Ekselansları’ Federer, Fransa Açık 2015 çeyrek finalinde filenin karşı tarafındaydı. Roma’daki son maçlarını kaybetmiş olsa dahi, Stan hiç renk vermemiş ve bir başka zor gözüken görevin üstesinden gelmişti. Belki bir efsaneyi set vermeden yenmişti ama biraz eskimişti onun hikâyesi. Onun başarısından yenilecek tüm malzeme yenilmiş gibiydi. O şahane dövmesinden bile bahsetmek istemiyordu kimse. Tesadüf eseri, tam o sırada Paris’te bir mezarda olan Samuel Beckett bile “yeter artık” diyordu. Bu turnuvada başrol, Nadal’ın topraklarını fetheden Novak’tı. Şampiyonluğu ve kariyer Grand Slam’i ise bir formalite olarak görünüyordu. Final tahminlerinde akıllardan geçen, ama Novak’ın formu yüzünden dile getirilmeye çekinilen bir ihtimal de mevcuttu. Ne de olsa artık Stan’de ‘yüreği hafife alınamaycaklar kulübü’nün bir üyesiydi.

stan 3
Wawrinka, Federer’i ilk kez bir Grand Slam maçında mağlup etmeyi başarmıştı.

Geçtiğimiz pazar günü korta çıkıldığında, beklenen pek bir şey gerçekleşmedi. Eğer Nadal’ı yenmeyi başarana kupa veriliyor olsa çoktan şampiyonluğu kucaklamış olan Novak, gerekeni yapamamıştı. Bunca geçmişlerine rağmen, içinde bulunduğu form ve motivasyon ile Stan’i yenememesi bir sürprizdi. Ancak şu çok netti, maçı Stan tam anlamıyla söke söke almıştı. İlk setin kaybından sonra gaza basıp, yetişilemez bir seviyeye yükselmişti. Galibiyet anı ise yine çok mütevazıydı. Yine tüm naif insanlara bir saygı duruşuydu. Bu kez kupa değişmişti ama rakibinin tavrı aynıydı. “Stan büyük bir şampiyon” demişti Novak. Sakladığı şeyler vardı, mesela hayal kırıklığı. Saklayamadığı ise saygıydı. Geç bulunmuş, uğruna çok kaybedilmiş ve zor kazanılmış bir saygıydı. Hem de en hak edileninden. 29, kazanmaya başlamak için erken bir yaş değildi. Duyulan şüpheler ise son derece yerindeydi. Hatta bir an olsun kendi bile artık yapacağını yapmış olduğu düşüncesine kapılmıştır. Ama eski bir şampiyonun en tehlikeli anı, kaybetmekten ne kadar nefret ettiğini yeniden hatırladığı andır. Bu kez o eski şampiyon Stan, şanssız kurbanı ise Novak’tı.

Otuz yaş ve sonrası için hedefler yeniden revize edilmiş durumda. Belki bir kariyer Grand Slam’i, olmazsa fazladan biraz daha büyük kupa. Denemelerinin artık yenilgi ile sonuçlanmayabileceğini bilen bir Stan, karşısına çıkan herkes için tehdit olmayı sürdürecek. Onu başarıya götüren şeylerin başında, bir noktada “Neden olmasın?” sorusunu sorması geliyordu. Artık tüm geç kalanlar, kaybedenler ve umutsuzlar ise onun masalına bakıp ilham alabilir. Bu ilham, en azından kendilerine o soruyu soracak fırsatları yaratmak olmalı.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Harika Çocuk

Harika Çocuk

3 sene önce
Sıfır

Sıfır

4 sene önce