*Bu dosya ilk olarak Nisan 2017 sayısında yayımlanmıştır. Eski sayılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.
NBA’de normal sezonun sonuna yaklaşırken cevabı en çok merak edilen soruların başında MVP (En Değerli Oyuncu) ödülünü kimin kazanacağı yer alıyor. Houston Rockets ile NBA’in en iyi hücum performanslarından birini sergileyen James Harden mı? Sezonu triple-double ortalamalarıyla tamamlamaya çok yakın Russell Westbrook mu? Yoksa Kawhi Leonard ya da LeBron James mi?
Açıkçası bu soruya vereceğiniz cevap, biraz da oyuna neresinden baktığınızla alakalı. Birey mi, takım mı? Sıra dışılık mı, verimlilik mi? Adrenalin mi, rahatlık mı? İki ayrı cephenin temsilcilerinin; Kaan Kural ve Yiğiter Uluğ’un söyleyecekleri var…
Caner Eler: MVP terimindeki ‘değer’ kelimesini nasıl açıklarsınız?
Kaan Kural: ‘Değerli’ dediğin zaman, otomatikman çok subjektif bir yere giriyorsun; takım için mi, oyun için mi, istatistik olarak mı değerli? Ben bunu genelde, yaptıklarının oyuna ve sonuca etkisi ile farkı yaratan anlamında kullanıyorum. Yani, oyunun sonucuna en fazla değer katan anlamında.
Yiğiter Uluğ: İki türlü bakılabilir. İlki, takıma kattığı değer; o oyuncuyu çıkardığımızda o takımın nerelerde olduğu sorusunun cevabı yani. İkincisi de oyunun ve sezonun bütününe olan katkı. Ben ilkinin daha çok rağbet gördüğünü düşünüyorum; çünkü sürekli kazanan takımlarda bulunan oyuncular, o takımın bütününde sürükleyici rollerde olsalar da “Onu çıkarsak diğer arkadaşları da bu boşluğu doldurabilir” gibi düşüncelerle yargılanabiliyorlar. Ancak o tip yıldızların da şöyle bir avantajı var; sezon boyunca genelde kazanan tarafta olmaları ve gördükleri seyirci ilgisiyle birlikte sürekli gündemde oluyorlar. Mesela LeBron James, şu an geçmiş yıllardaki kadar dominant değil ve istatistiklerine baktığınızda da bir adım geride gibi duruyor. Ama ne olursa olsun, daima MVP tartışmasının bir parçası olmayı başarıyor. Bu da sezonun bütününe yaptığı katkıyla ilgili…
KK: Bu seneki LeBron için onu söyleyemeyiz be abi! Dominant olmayabilir ama en etkili sezonunu oynuyor.
YU: Zaten ben de ‘etkili’ ve ‘dominant’ kavramları arasındaki farka gönderme yapmak istiyorum. Efektifliğine bakarsan katkısı çok fazla, istatistiklere bakarsan 2012’nin çok gerisinde. Top sayısında falan da öyle…
KK: Ribaund ve asist olarak kariyer zirvesinde, yüzdeleri de daha iyi, hatta sayı ortalaması dışında her şeyi daha iyi.
CE: Serbest atışları en kötüsü…
KK: Bir tek o var. O da çok çok bir şey değil. Şimdi düşmüş olabilir ama yakın zamanda üç sayı isabet yüzdesi Stephen Curry’den yüksekti. LeBron’un yüzde 39 isabetle üçlük atması saçmalık…
Onur Erdem: Kamuoyunda bir yaklaşım farkı olduğu kesin, bunda hemfikiriz. Peki, NBA bu değeri nasıl tanımlıyor?
YU: Çok net bir tanımlama var mı? Sonuçta, bu oylamaya katılan insanların her birinin kendilerine göre kıstasları var. Oscar Ödülleri’nde Akademi üyelerinin yaklaşımı gibi biraz. Bence oy verenler kendilerine göre adalet de dağıtabiliyor; “Bu zaten uzun süredir kazanıyor, biraz da yeni biri çıksın” düşüncesiyle, duygusal kararlar verilebiliyor. Bu sene karşı karşıya kaldığımız da öyle bir durum, yeni bir MVP’miz olacak gibi duruyor.
KK: ABD’de medyanın yönlendirmesi ayrı bir şey, değer tanımı apayrı bir şey. Tanım olarak genelde başarılı takımın başarılı oyuncusuna ‘değerli’ diyorlar, nedense öyle bir kültür oluşmuş ve bu da kolay kolay kırılamıyor. Başarısız bir takımdaysan dünyayı yerinden de oynatsan ‘değer katmadığın’ gibi bir algıyla mücadele ediyorsun. ‘Narrative’ denen mevzu, en dominant unsur. Narrative de ‘hikâye’ yani; oyuncunun kendi ve o sezonun hikâyesine katkısı. O hikâye öyle büyüleyici ki herkes kendi değer tanımlarını bunun içine oturtmaya çalışıyor.
Mesela, eskaza Utah Jazz NBA ikincisi olsun… Savunma veriminde üçüncüler, onda da birinci olsunlar. Herkes “Rudy Gobert muhteşem bir savunmacı” demeye, onun ligi altüst ettiğine dair hikâyeler anlatmaya başlar. Bir bakmışsın, “Rudy Gobert MVP olur mu, olmaz mı?” tartışmasının içine düşmüşsün. Oysa bu Gobert’le değil, insanların kafasına sokulan şeylerle ilgili. Inception’daki gibi…
YU: Nihayetinde bütün ödüller böyledir ve tartışmaya açıktır.
KK: Ödülü bırak, jürinin olduğu her sporda durum öyle; buz pateni, tramplen atlama…
OE: ‘Başarılı takımın başarılı yıldızı’ ifadesine, yetersiz bir takımı altıncı ya da yedinci sıradan play-off’a sokmak da dâhil mi mesela?
KK: Olmuyor abi! Modern dönem NBA tarihinde takımı üçüncü sıranın altında olup da MVP ödülü kazanan oyuncu yok.
YU: Bence tepedeki takımların en dominant oyuncularına bakılıyor, iki konferansın ilk üç sırası diyelim. Ama işte burada da zurnanın zırt dediği yere; yani Russell Westbrook’a geliyoruz. Bu kuralın dışında biri var karşımızda. Çok istisna bir performans ve sezon…
CE: Westbrook’un triple-double rakamları, takım başarısının önüne geçer mi?
James Harden, sanal alemdeki tartışmalarda hâlâ önde görünüyor ama Westbrook böyle istisnai bir duruma sebep olabilir mi?
KK: Herkes triple-double ortalaması diyor. Evet, olağanüstü bir şey olduğunu söylemeye gerek yok. Hatta bir karşılaştırma var; Westbrook’un performansını, daha önce bu başarıya ulaşan Oscar Robertson’ın oynadığı döneme, Robertson’ın temposuna ve dakikalarına vurarak hesaplıyorlar ve Westbrook’un ortalamaları ribaund ve asistte 13.0 seviyelerine çıkıyor. Çünkü Robertson döneminde 127 hücum üzerinden oynanıyor maçlar, şimdilerde bu sayı 104-105’lerde. Üstüne Robertson’ın 44, Westbrook’un 36-37 dakika ortalamayla oynadığını ekle… Bu, gelmiş geçmiş en görkemli olaylardan biri.
Ancak daha da önemlisi, Westbrook bunu yaparken aynı zamanda ligin sayı kralı ya! Başlı başına inanılmaz bir olay bu. İstatistik makinesi LeBron bile, zirve döneminde bunun yanına yaklaşamadı. İstatistik bakımından böyle bir ezicilik hatırlamıyorum ben, belki 1988 Jordan ama o bile tam sayılmaz yani. Fakat öte yandan, adamın usage rate’i (top kullanma oranı) yüzde 42! NBA tarihinde bile akıl sır erdirilemez bir şey.
YU: İlaveten şunu da söyleyelim; istatistikler çok görkemli, sayı krallığında önde falan eyvallah da Westbrook’u çıkartalım bakalım, Oklahoma kaçıncı sırada? Bir de bu var… Sonra hadi bir varsayım daha yapalım; Westbrook, Oklahoma’da değil de aynı kadroyla, aynı koçla, aynı yüzdeyle Boston, Los Angeles, Chicago ya da Miami’de olsaydı, ödülü kimin alacağını tartışmıyorduk bile. Kaan sezonun hikâyesi dedi ya; sezonun asıl hikâyesi, bu adamın MVP ödülünü başkasına kaptırması olur. 25-30 sene anlatılır bu, “Herif böyle bir sezon oynadı ama MVP ödülünü alamadı be abi!” diye…
KK: Gelmiş geçmiş en psikopat MVP yarışını yaşıyoruz; Westbrook, LeBron, Kawhi Leonard, James Harden ve hatta sağlıklı kalsaydı Kevin Durant… Bu beş oyuncu da geçtiğimiz 10 sezonun herhangi birinde MVP olurdu ve hak etme/ etmeme tartışmalarına maruz kalmazdı.
YU: Hiç adı telaffuz edilmeyen John Wall’u başka bir sezona ışınlasan, o bile MVP adayı olabilir.
CE: Derrick Rose’un MVP olduğu sezondan sonra sürekli LeBron ve Durant üzerinden MVP tartışması yapılan bir döneme girmiştik. Nerede değişti bu durum? İkisinde de bir düşüş yok ama başka bir grup oluştu ve adaylar arttı. Oynanan basketbolda bir farklılık olabilir mi?
KK: Kesin! ‘Pace and space’ basketbolunun inanılmaz bir şekilde hücumu hormonlaması, desteklemesi ve verimlileştirmesi… Tek sebep değil ama ana sebep bu diyebilirim.
YU: Golden State Warriors, bu noktada çok önemli. Hem oynadığı oyunla hem de Durant’i almasıyla; çünkü Durant oraya gitmeseydi böyle bir Russell Westbrook izleyemeyecektik.
KK: Performans artırıcıları falan tamamen boşverelim, neticede ispatlanmamış bir durum… Ama çok net söyleyeyim; açık ara, NBA tarihinin en büyük yetenek havuzuyla karşı karşıyayız. Bu tartışılmaz.
OE: Destekleyici bir detay olablilir; saydığın beş adamdan üçü birkaç sene evvel aynı takımda oynuyordu ama üç MVP adayının da formasını giydiği o takım şampiyon olamamıştı mesela…
KK: Olgunluk düzeyleri şu anki gibi değildi tabii, o da var ama yetenek havuzuyla ilgili başka bir şey daha söyleyeyim; kısaları bir kenara bırakalım, şu an NBA’deki ortalama üstü uzunları alta alta yazsan ve 2000’ler, 90’lar ya da 80’lerle kıyaslasan, gülmekten karnına ağrılar girer. Hem de oyun giderek uzunlardan uzaklaşırken… Buna rağmen, bir uzun enflasyonu var. Başlasam, eli yüzü düzgün 40 tane isim sayarım sana. Neredeyse her takımda birden fazla var.
OE: Usage rate’i konuştuk, bir de top kayıpları var. Hem Harden hem Westbrook, bu kategoride NBA tarihinin ilk beş sırasındalar…
KK: Harden, 15 maç kala NBA rekorunu kırdı ve en fazla top kaybeden oyuncu oldu. Bu oyun tarzının getirdiklerinden biri de bu işte. Normalde top kayıpları, koçları en delirten şeydir; zira senden isteneni yapamamış ve rakibe hızlı hücum şansı vermiş olursun. Ama bu oyun top kaybını, kabul edilebilir bir risk ve yapmaya çalıştıklarının yan etkisi olarak kabul ediyor. Bir zamanlar üç top kaybı felaketti, şimdi ise beş top kaybına normal diyoruz. Tempoyu kaybetmek, topu kaybetmekten daha büyük bir problem artık. Asist yapmasan bile yüksek tempoyla hücuma başlıyorsun ve savunmayı dağınık yakalıyorsun. Bu da büyük bir kazanım sağlıyor.
Bu sene ilk Cleveland-Golden State maçında aydım ben de mevzuya. İki taraf da maça kötü başladı, sonra mola geldi. Eskiden mola geldi mi üzülürdüm, uykumuz gelecek falan diye. Bu sefer “Oh be!” dedim, izlerken yorulmuşum.
CE: Değişen oyun tarzı da Harden ve Westbrook’un lehine oldu diyebilir miyiz? Top kayıplarının tolere edilebiliyor olması önemli bir etken onlar için…
YU: Koçların bakış açısı da önemli. Harden eğer Mike D’Antoni’nin elinde olmasaydı, belki bu kadar çiçek açmayacaktı. Bu tempolar ondan istenmeyecek, bu konuda cesaretlendirilmeyecekti. Belki de kendisini dizginlemeye çalışan bir koçla çalışacaktı.
Mesela Harden’ı 1990’ların Utah’ında Jerry Sloan’un eline ver… Yaşanabilir miydi sence bunlar? Mümkün değil, muhtemelen altıncı adam olur, kenarda otururdu. Koçların basketbola ve oyuna yaklaşımı değişiyor. Bunu da oyuncular sağladı; basketbolu tekrar tanımlayıp koçları belli bir çizgiye getirdiler.
KK: Oyuncu profili de çok değişti abi, power forvet diye bir şey kalmadı. Dört numara dediğin adam, post up yaptığında iki numarayı itemiyor artık. Gücün anlamı kalmadı; herkes güçlü, güçle fark yaratamıyorsun.
YU: Geçenlerde LeBron’la ilgili bir şeye bakmak için Wikipedia sayfasına girdim ve gördüğüm bir şeye çok güldüm; pozisyon bölümünde “Small Forward” yazıyor. Bu o kadar komik duruyor ki artık… LeBron; bir, iki, üç, dört… Her şey. Belki de bu ezberlerin tekrardan tartışılması gerekiyordur. Oyuncular hem oyunu değiştiriyor hem de kafamızdaki kavramları iyiden iyiye altüst ediyorlar.
KK: Mesela bir numaralar artık oyun kurmuyor. John Wall ve Chris Paul dışında gerçekten oyun kuran elit bir numaralar kalmadı. Başka bir örnek; pivot, temelde hareketsizliği ifade eder ama hareketsiz pivotların dakika alma ihtimali yok artık. Skorer guard’ların da sadece şut atması yetmiyor mesela, topu da yönlendirmeleri lazım. İki numaraydılar, bir buçuk numara oldular.
OE: MVP yarışında bahsi geçen adamların neredeyse tamamı topu elinde tutan oyuncular. Buradan yola çıkarsak, uzunların önemsizleştiklerini ve yarışta dezavantajlı konuma düştüklerini söyleyebilir miyiz? Ya da bir evrim sonucu, onların da dönemi gelecek mi?
YU: Onların nereye evrileceğini tahmin edemiyoruz, tıpkı Wastbrook ya da Harden’ın üç-dört yıl önce buralara evrileceğini kestiremediğimiz gibi. Belki iyi oyuncu olacaklarını bekliyorduk ama oyunun bu kadar değişeceğini beklemiyorduk. 2004 yılında, Abdi İpekçi’de ABD Milli Takımı’nda izlediğim Dwyane Wade’in 2006 şampiyonluğunda başrolü oynayacağını söyleseler, “Hadi lan! Adam tesadüfen milli takıma alınmış, yok olup gider NBA’de” derdim. Isınmada bir şut atmıştı, top panyanın yanından gitti. Ama bu adam, iki sene sonra NBA Finallerini domine etti. Oradaki değişime, gelişime akıl sır erdiremiyoruz.
CE: Westbrook üzerine konuştuk ama artık biraz da Harden’dan bahsetmemiz gerekiyor sanki…
KK: Harden’a geçmeden söyleyeyim; Benim Westbrook ya da Thunder’a özel bir ilgim yoktur, aslında çoğu takıma yoktur ama herhangi bir gün, Cleveland-Golden State gibi özel bir maç yoksa Oklahoma maçı izlemek istiyorum. Çünkü Westbrook sahaya öyle bir duygu ve yoğunluk koyuyor ki… Büyüleyici bir şey.
CE: Jordan bile “Benden sonra ilk defa böyle birini gördüm” dedi, o yoğunluk açısından…
KK: Jordan daha ölçülebilirdi. Ben Westbrook’a ‘kararsız izotop’ diyorum, sürekli bir patlama hâlinde. Diğer taraftan, Yiğiter Abi söyledi ya “Westbrook olmasa Thunder ne olurdu?” diye… Buna kesinlikle katılıyorum ama aynı zamanda Westbrook olduğu için de bir yere gidemiyorlar. Çünkü hücumların yüzde 42’sini kullanan bir oyuncunuz varken diğer parçalardan verim almanız mümkün değil. Daha iyi olur mu, olmaz mı, o ayrı tartışma konusu. Fakat Westbrook, Thunder’ın hem burada olmasının hem de burada kalmasının nedeni.
YU: Yanına geçmişteki gibi Kevin Durant gibi oyuncular gelse kendini bir adım geriye atıp başka rolleri kabul eder mi ve ortaya ne çıkar, bunu bilmiyoruz.
KK: Ben Victor Oladipo’nun ya da Steven Adams’ın çok kötü parçalar olduğunu düşünmüyorum. Belki Westbrook’a daha uygun bir takım kurabilirsin, bir zamanlar Allev Iverson’ın etrafına kurulan Philadelphia takımı gibi. Fakat mesele o değil. Westbrook’un hiçbir şekilde takımla oynamak gibi bir gayesi yok. Basketbolun bildiğimiz bütün kurallarını altüst etmek ister gibi oynuyor. “Basketbol bir takım sporu değil” demeye çalışıyor. Ulubatlı Hasan olup surları tek başına yıkmaya ve kral olmaya çalışıyor.
OE: Hikâyesi biraz da Rambo’yu andırıyor sanki; Durant’in -ona göre- ‘ihaneti’nin ardından “O zaman ben de burayı yakacağım” der gibi oynuyor. Kendini kanıtlama sezonu gibi…
KK: Sadece kendini kanıtlama değil; “Sizin bildiğiniz her şey yanlış, ben bunu bu şekilde yaparım” gibi bir çaba içinde sanki. Bu arada, takım arkadaşları da ne yapacaklarını bilmiyorlar. “Takım olma yolunda taşların yerine oturması” muhabbeti var ya, Westbrook’un olduğu bir yerde taşların yerine oturması mümkün değil; çünkü bütün taşların yerini Westbrook belirliyor.
OE: Stephen Curry’nin “MVP yarışında Harden’ı avantajlı görüyorum” açıklamasını Westbrook’a soruyorlar, “O kim? Ben tanımıyorum” diyor.
“Kim varsa gelsin karşıma” der gibi bir tavrı var. Hikâyesini mitleştiren şeylerden biri de bu mu?
KK: Ben o hikâyenin yanlış değerlendirildiğini düşünüyorum biraz. Mesela Jordan, Nintendo’sunu vermedi diye yıllar sonra ortaokuldaki komşusunu bulup dövebilir. Westbrook’un ise herhangi bir şeyi çok da umursadığını sanmıyorum. Kevin Durant’le kardeş olsalar yine fark etmeyecektir onun için. Westbrook’u ateşleyecek bir şeye ihtiyaç yok, doğası bu.
OE: Aslında bundan önceki birkaç sezonda bir tık kontrol altına alınabilmişti…
KK: 2016 play-off’u dışında yok öyle bir şey. Kısmen olabilir, o da biraz utandığındandır belki. Ama 2016 play-off’u hariç, anarşist bir adam bu. Kuralsızlık üzerine düzenlemiş her şeyi.
YU: Jordan’ın dominantlığı daha hesaplanmış bir şeydi; o, etrafındakilerin de ne yapacağına karar veriyordu. Steve Kerr’ü antrenmanda yumruklaması o yüzden mesela. Onların da konfor alanlarından çıkıp kendilerini aşmasını istiyordu. Adams’ın performansının ise Westbrook’un umurunda olduğunu sanmıyorum. Hatta hiç oynamasa daha iyi diye düşünüyordur.
KK: Seneye lokavt olsa ve Beşiktaş, Deron Williams’ı aldığı gibi bu kez Westbrook’u alsa, onun burada da farklı bir şey oynamayacağından emin olabilirsiniz. Arkadaşlarıyla Venice Beach’te üçe üç oynarken de aynı davranır, DNA’sı öyle.
CE: Oklahoma’da kalma ihtimaline ne diyorsunuz? Sizce takas edilecek mi? Houston, Chicago ve Lakers gibi bir yeri ateşe verebilir mi?
KK: Böyle bir şeyin gerçekleşmesi için, Oklahoma’nın kulübü kapatması lazım. İhtimal dışı. Onun hissettirdikleri, Durant ve Harden’dan çok farklı. Westbrook’u çok fazla izlersen, ona âşık olmaman mümkün değil. Böylesine duygusal bir iletişim kurabileceğiniz ikinci bir oyuncu yok.
YU: Herkes “Los Angeles çocuğu, zaten Lakers’a gidecek” dedi ama gitmedi mesela, tahmin edilemez biri.
KK: Kendisi istemediği sürece böyle bir şey çok büyük mucize olur. Şampiyon olmak istiyor ama onun için o kadar da önemli değil bu. Westbrook bilinen her şeyi yıkmanın peşinde. Her maçı son maçı ve her çeyreği son çeyreği gibi oynuyor. Sonra da olan biteni çok hatırlamıyor.
CE: LeBron James de başlarda bireysel oynadı ama sonra tek başına olmayacağını anladı ve başka bir şeye yöneldi. Westbrook’ta da böyle bir değişim olabilir mi?
KK: Olabilir ama şu anki önceliklerinden biri şampiyonluk değil. Tabii ki istiyor, yanlış anlaşılmasın ama hayatını adadığı asıl şey o değil. Maçı, çeyreği geçtim, sanki o anki hücumda hayatının sonlanacağına inanır gibi oynuyor ve bunda da çok rahat. Biz geleneksel düşünce yöntemleriyle değerlendirmeye çalışıyoruz. Westbrook öyle bir karakter değil.
OE: 2016 play-off’unda Golden State’i geçtiler ve finalde de Cleveland’ı yendiler diyelim… Caner’in tasarladığı Westbrook’a gelmiş olacaktık bir noktada. Oradan devam mı ederdi, yoksa başka bir yere gidip orayı mı ateşe verirdi?
KK: İnsan kendi doğasını yenebilir mi, yenemez mi? Bu ona benziyor. Yenebilir ama kolay olmaz. İçindeki temel dürtüleri bastırmak gibi bir şey bu, bir iç muhakeme. Bunu iyi yapan da var, kötü yapan da… Pozitif geri dönüşlerle, psikolog ve arkadaş yardımıyla bunu aşıyorsun ya da aşamıyorsun. Geçen sene Westbrook kariyerinin en iyi oyununu oynarken Kevin Durant kariyerinin en kötü play-off’unu geçirdi. Öncesinde tam tersi olurdu, genelde Westbrook bir şeylere engel teşkil ederdi. Bu kez tersi yaşandı ve ondan sonra da Durant çekti gitti. Westbrook da “Yeter!” deyip kendini dizginlemeyi bıraktı. Ancak birkaç sene sonra işler değişebilir, insan olgunlaşıyor sonuçta.
OE: MVP yarışı dediğiniz, bireyler üzerine kurulan bir şey. Ama mesela, burada uzun süredir Westbrook’u konuşuyoruz. Harden’a gelemedik daha. Bu, daha büyük bir ‘birey’ olduğu için mi? Ya da bu durum, yarışı da etkiler mi?
KK: Açıkçası, benim bir oyum olsa onu Harden’a veririm… Westbrook çok hak ediyor, ödülü alsa gelmiş geçmiş en başarılı isimlerden biri olacak. Fakat sorun, Harden’ın da tarihi bir sezon geçiriyor olması; asist krallığında lider, sayıda ikinci. Ve Rockets, şu an NBA’in en iyi hücum eden ikinci takımı. Russ’ın istatistikleri olağanüstü, mantıksız. Harden’ınkiler de sadece bir tık aşağıda. Ama şu var: Thunder’da her şey Westbrook üzerinden kurgulanıyor değil mi? Houston’da da her şey Harden üzerinden kurgulanıyor ve Houston, Thunder’dan daha başarılı.
YU: Houston’daki yardımcı rol kalitesi de Thunder’dan çok farklı değil. Harden’ı çıkarın, Houston’a büyük bir takım demezsiniz. Ancak Harden’ın merkezinde olduğu organizasyon, çok efektif ve çok kaliteli; bir düzen, şema ve taktiğe sahipler. Diğerinde ise ne olacağını bir Westbrook, bir de Allah biliyor.
CE: Mike D’Antoni-Steve Nash iletişiminin bir benzeri, D’Antoni-Harden arasında var değil mi?
KK: Kesinlikle. Ancak bütün bu başarının sırrı sadece D’Antoni-Harden’da değil; biraz da ideal senaryoda doğru parçaların bir araya gelmesi etkili. Zaten bu işin tepesinde Daryl Morey (Rockets Genel Menajeri) var.
CE: ESPN’in sezon öncesi değerlendirmesinde, ilk kovulacak koç için D’Antoni ve Alvin Gentry (Pelicans) aday gösteriliyordu mesela.
KK: Geçen sene bu takım, Batı’da sekizinci oldu. Bu sezon eklediği parçalar; Ryan Anderson ve Eric Gordon. Üstüne, Dwight Howard’ı yollayıp Nene Hilario’yu aldılar. Sadece bu denkleme baksan, bu takımın en iyi ihtimalle beşinci olacağını düşünürsün. Ama beklentilerin çok üstüne çıktılar.
YU: Bu da Harden’ın hikâyesi, tıpkı 10 sene önceki Nash gibi. Geçmişe baktığımda tek bir endişem var; D’Antoni takımları, benzinlerini genelde normal sezonda harcar. Ama her şey yolunda gittiği takdirde, konferans yarı finalinde San Antonio Spurs ile eşleşebilirler. Geçerler mi? Ortada. Çünkü Spurs de bir geçiş döneminde. Bir sürü noktada yaldızları dökülen bir takım.
OE: Peki, hâl ve tavır farklılıkları nasıl etkiler yarışı? Birini izlerken muhteşem bir enerji görüyorsunuz, diğerinde ise sanki ağır çekim bir “Benim ne işim var burada?” ifadesi…
KK: Orada Westbrook önde, gerçekten canı pahasına mücadele ediyor. Beni en etkileyen şey, onu sahada bir kere bile nefes nefese kalmış hâlde görmemem. Harden ise tam tersi; oyunun bug’larını bulmuş, resmen hile yapan komisyoncular gibi oynuyor. Sürekli faul yaptırıyor mesela. ‘Step back’ (geri adım) şut gibi bir imzası var. O bile, yani geriye çekilme, içinde ‘kaçma’ barındıran bir eylem. Ancak çok pürist bir insansan şunu görüyorsun; dünyada bunu en iyi yapan oyuncular bir metre mesafe açarak atıyor şutlarını, Harden ise en az bir buçuk metre… Efektiflik böyle bir şey. Tim Duncan da hiç çaba harcamıyor gibiydi ama bir yandan da dünyanın en efektif oyuncusuydu. Harden da öyle. Zaten mucize dediğin, zor olan şeyi kolay hâle getirmektir.
CE: Nash de öyleydi, belli etmezdi ama sürekli fiziksel temas alan bir adamdı.
KK: Harden’ın aldatıcılığı, bir yandan da çok atletik ve sert bir adam olması. İnsanlar atletizmi sıçramayla bir tutuyorlar. Oysa şu anki NBA’de çeviklik daha önemli. Ve Harden, ligin en çevik oyuncusu. Onun gibi yön değiştirebilen çok az isim var. İlla yerden yükselmesi gerekmiyor yani. Harden, bu açıdan biraz Türk gibi; en az çabayla en çok işi başarmayı simgeliyor.
YU: Mahallede top oynarken ileride bekleyen, bir eli cebinde “Topu bana atın” diye bağıran, topla buluştuğunda ise yüzde yüz verimlilikle gol atan abiler vardır. Harden, o abiler gibi. Eli cebinde, ağzında sigarayla oynuyor gibi… Bana, “Bu oyunu herkes oynayabilir” mesajını veriyor.
OE: Harden Türk gibiyse Westbrook ne peki?
KK: Vahşi bir at. Aygır gibi. Ben LeBron ve Kawhi’a çok üzülüyorum. LeBron, muhtemelen kariyerinin en iyi sezonunu geçiriyor; 8.5 ribaund-9 asist civarı ortalamaları var, yüzde 40’la üçlük atıyor. Öyle bir zihinsel olgunlukta ki maçı sadece ihtiyaç olduğunda kontrol ediyor. Bence en iyi sezonu.
YU: Herkes kendinde olmayana ulaşmaya çalışıyordur belki. LeBron’un dört normal sezon, üç final MVP’si var. Onun için artık önemli olan tek şey, ne kadar şampiyonluk kazanabilirse o kadarını kazanmak. Ve şunu görüyor; normal sezonda kendini yıpratmamak, şampiyonluğa giden yolda çok önemli. İstese o da her gece 35 atar ama ne gerek var?
CE: Deminden beri hep hücumdan bahsettik. Kawhi kısmına gelirsek… Savunması onu bu yarışta nereye taşıyabilir?
YU: Kawhi, bence bu adaylar arasından sıyrılıp da MVP olamayacak. LeBron’un bile arkasında kalabilir. İki sene önceki Westbrook ya da bir zamanların Harden’ı gibi, onun da bir öyküsü var. Buralara gelebileceğini kim tahmin ediyordu ki? Düşünsene; adam 2014’te finallerin MVP’si oldu, 2015’te All-Star seçilemedi. Yani, finallerin en değerli oyuncusu seçildiğinde bile insanların saygısını kazanamadı. Hiçbir zaman o seviyede görülen bir oyuncu değildi, LeBron’u durduracak bir savunma uzmanı olduğu düşünülüyordu sadece. Ama geldiğimiz noktada, San Antonio’da bu sezon izlemeye değer tek isim. Aldridge hamlesi fosladı, Parker ve Ginobili yaşlandı. San Antonio Spurs, bir tane adamın sırtına binmiş, gidiyor şu an.
KK: Harden ve Westbrook takımları için ne ifade ediyorsa Kawhi da Spurs için neredeyse aynı şeyi temsil ediyor. Ve bu, aslında onlar için çok da iyi haber değil. Ayrıca Kawhi, sezonun bir bölümünü çok formsuz geçirdi. Herkesin inişleri çıkışları olabilir, normaldir. Ancak istatistikleri, kıyaslandığı dört ismin de gerisinde. Burada da şu söylenebilir tabii; Kawhi, Harden ve Westbrook’un aksine çok sert savunma yapıyor ve sahanın diğer yarısında onun kadar etkili bir isim yok.
YU: Ligin en iyi savunmasının en iyi savunmacısından bahsediyoruz. Ve bu adamın sayı ortalaması 26!
KK: Bazıları, savunma tarafıyla istatistiklerdeki açığını kapatabileceğini öne sürüyor. “Hücumda rakiplerinden iki parmak geride ama savunmada onlardan beş parmak önde. Niye bu fark onun lehine dikkate alınmıyor?” diye soruyorlar. Ama bu yanlış bir soru; çünkü savunma beş kişiyle yapılır ve senin performansın her şeyi direkt etkilemeyebilir. Yani, bireysel savunmanın en iyisi olmakla hücumun en iyisi olmak kıyaslanabilir şeyler değil. Harden’dan da savunma yapması beklenmiyor zaten. “Pozisyonunu kaybetme, yeter” deniyor, o da geçen seneki kadar uyayakalmıyor.
OE: Sağlıklı kalsaydı, Kevin Durant de MVP adayı olabilir miydi? Çünkü Golden State, geçen yıl tarihin en iyi normal sezon derecesine imza atmıştı. Bu sezon Durant’le daha iyi değiller. Başta konuştuğumuz değer tanımı kriterlerine uymayan bir durum olduğu için soruyorum…
KK: Usain Bolt 9.58 koştuktan sonra 9.62 koşsa, kötü koşmuş sayılmaz. Golden State’in de geçen seneyi geçme imkânı yok. Onun kriteri, en iyi takımın en iyi oyuncusu olması.
CE: Peki, diyelim ki Houston yerini kaybetti ve dördüncü oldu. Thunder da beşinci sıraya çıktı…
KK: O olduğunda yarış biter işte, Westbrook alır. Mevcut senaryo korunduğu takdirde ise Harden daha avantajlı.
YU: Valla her şart altında, Westbrook’un alamaması yıllarca konuşulur. Ben Westbrook diyorum. Oy verecek olsan başka bir isim yazmakta zorlanırsın yani, istatistikleri saçmalık düzeyinde. Harden alırsa da tarihte Bill Walton’ın ardından hem en iyi altıncı adam hem de MVP ödülünü kazanan ikinci oyuncu olacak.
CE: Peki Curry? Geçen sezonun MVP’sinin adı bile geçmiyor. Neden sizce?
KK: Geçen sene Curry, NBA tarihinin gördüğü en görkemli üç-dört sezondan birini geçirdi. 1988’deki Jordan ve 2000’deki Shaq gibi… Mantık sınırlarının dışında işler yapmıştı.
Bunu koruyamaması çok normal. Aynı performansı sergilese bu yıl da en büyük aday olurdu ama şu an 2015 sezonunun bile altında.
CE: Takım arkadaşlarını yukarı çekmek de MVP’nin tanımında var. Orada kim kazanıyor?
YU: Harden tabii… Westbrook’un varlığı Oklahoma’da kimleri yukarı çekiyor?
KK: Bence modern oyunda o kriter biraz geride kaldı. Çünkü artık, oyuncuların görev tanımlarının içinde ‘arkadaşlarını daha iyi yapmak’ gibi bir madde yok bence. Mesela Rudy Gobert… MVP adayı olsa “Yanındakileri daha iyi yapıyor” diyebilir misiniz?
YU: Bu kriter, Magic-Bird’le gündeme gelip Jordan’la şahikasına varan bir tartışma. Çünkü Jordan’ın da kariyerinin iki dönemi var. İlkinde, Westbrook gibi muhteşem bir hücumcu. İkincide ise takım arkadaşlarını daha iyi yaptığı için şampiyonluklar kazanan daha komple bir oyuncu. Burada da aynı durum var. Westbrook, bu tarzıyla takımına hiçbir şey kazandırmayabilir. Müthiş istatistikleri ve ödülleri olur, o ayrı.
Ama Harden söz konusu olduğunda şu soruyu sorabiliyoruz: Yanına bir parça daha bulsalar şampiyon olabilirler mi? Bütün fark da burada yatıyor zaten.