Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

GündemYorumNasıl ‘Bıg Shot’ Olunur?

Robert Horry, 'Big Shot' lakabını nasıl aldı? 7 NBA şampiyonluğunun arka planında hangi anlar var? Efsane, Players Tribune için yazdı.

Fikirlerimin bazıları şöyle: Brent Barry, NBA’de oynadığım tüm oyuncuların en zekilerden biriydi. Rudy Tomjanovich çalıştığım en iyi koçtu. Phil Jackson veya Gregg Popovich değil. Kobe Bryant, beraber oynadığım en çalışkan isimdi. ‘Üçgen hücum’ NBA hücumlarının yüzde 50’sinde kullanılan şeye verilen havalı bir ad, Dennis Rodman bir deha, basketbol gaddar bir iş ve kazananlar hiçbir şey elde etmeyebiliyor.

Bu noktaların hiçbirinde bana katılmayabilirsiniz. Ancak gerçek şu ki, oyunu ortalama bir NBA taraftarından daha farklı görüyorum. Oyunu, çoğu NBA koçundan daha iyi okuyorum. 7 tane NBA şampiyonluğu kazandım. Birkaç saniyeliğine bana kulak verin. Muhtemelen televizyonda duyduğunuz klişelerden farklı bir şeyler öğreneceksiniz.

İnsanlar sürekli bana geliyor ve “Nasıl tüm bu kritik şutları atabiliyorsun? Şut anında buz gibisin” sorusunu yöneltiyor.

Tabii ki ‘buz gibi’ doğmadım. Hatta muhtemelen NBA tarihindeki, yeterince şut kullanmıyor diye takas edilen birkaç oyuncudan biriydim. 1992’de Houston Rockets tarafından draft edildiğimde havalara uçmuştum. Bana idolüm Hakeem Olajuwon ile oynayabileceğimi mi söylüyordunuz? ‘The Dream’ ile? Daha heyecanlı olamazdım. İlk antrenmanımda top ne zaman elime geçse, ‘Dream’ pas istiyordu. Ne yapabilirdiniz ki? Pası isteyen yaşayan bir efsaneydi ve pota altında durdurulamazdı. Ben de topu ona doğru attım. Bütün sezon da atmaya devam ettim. İlk yılımda Houston’da olmaktan mutluydum. Herkese büyük saygı gösteriyordum.

Sonraki sezona 15-0 başladık. Knicks’i, basketbolun Mekke’si Madison Square Garden’da yenerek NBA’deki üst üste maç kazanma rekorunu egale ettik. Bütün şehir o kadar kızmıştı ki, kariyerimde daha önce hiç görmediğim bir şey yaptılar. Havaalanındaki görevliler bizi yaklaşık iki saat bekletti. Anons yok, bilgi yok, hiçbir şey yok… Yemin ederim, orada oturmamızın Knicks’i yenmiş olmaktan başka mantıklı bir gerekçesi yoktu. Atlanta’ya sabah saat 5’ten evvel varamadık ve o gece Hawks bizi 25 sayıyla mağlup etti.

Horry, idolüm dediği Olajuwon'un kariyerindeki iki şampiyonluğun da parçasıydı.
Horry, idolüm dediği Olajuwon’un kariyerindeki iki şampiyonluğun da parçasıydı.

Bu olaydan sonra, yolumuza devam ettik. Noel’den iki gün önceki Nuggets maçına kadar ikinci defa yenilmedik. Sonra ise durumumuz 22-2 oldu. Hakeem’in de ortalıkta olduğu bir Noel partisine gittim. Herhangi bir tepki vermeksizin yanıma geldi ve verandaya doğru onu izlememi işaret etti: “Robert, bir saniyeliğine benle gel.”

Kafamın içerisinde dolananlar, “Lanet olsun ‘Dream’, dışarısı çok soğuk. Konuşmamızın bu kadar önemli olduğu ne var ki, 22-2’yiz!” diyordu. Ancak ağzımdan sadece “Elbette” çıktı.

Dışarı çıktık, gözlerime baktı ve “Kazanıp, kaybetmemiz umurunda mı?” diye sordu.

Ona aynı şekilde bakarak, “Muhtemelen fark etmedin ama kazanmayı bu takımdaki herkesten daha fazla umursuyorum. Kaybetmekten nefret ederim” dedim.

“Bunu duygularınla göstermiyorsun Robert” şeklinde bir cevap geldi.

Bu, kariyerimi en iyi tanımlayan anlardan biriydi. İdolüm tarafından uyarılmıştım. Kuyruğumu bacaklarımın arasına kıstırıp devam edebilirdim. Ancak tam tersi yönde bir karar verdim.

“Sen de duygularını göstermiyorsun” dedim.

İki yetişkin adam verandada durmuş, duygulardan konuşuyorduk. O noktada güldüğünü hatırlıyorum.

“İyi bir noktaya değindin” demişti, “Haydi içeri girelim.”

O günden sonra iyi arkadaşlar olduk. İşleri batırdığını düşündüğümde ona bağırıyordum. Bunu başka kimse yapamazdı. Ancak onu anlıyordum. O, büyük bir farkla en iyi olsanız bile sizi zorlayan tipten bir adamdı. Basketbol seyircilerinin genelde anlamadığı şey budur. Bir takım şampiyon olduğunda, her şeyin mükemmel olduğu bir tablo çizilir. Tüm oyuncular arkadaştır ve koç dâhidir. Gerçek ise her zaman daha karmaşıktır.

Noel’deki partiden bir ay sonra, menajerimden bir telefon aldım. Sean Elliott karşılığında, Detroit’e takas edilecektim. Yapılan tek açıklama ise, “Houstan daha skorer bir takım olmak istiyor” ifadelerinden ibaretti. Şubat’ın ortasıydı, hava buz gibiydi ve kar yağıyordu. Hayatımda, Detroit’e giden o uçağa bindiğimdekinden daha depresif bir an yoktu. Matt Bullard da takasın bir parçasıydı, tamamen hazır bir şekilde ilk maçımız öncesinde ısınırken, Pistons organizasyonundan birinin omzumu tuttuğunu ve şöyle söylediğini hatırlıyorum: “Dur biraz, Sean henüz sağlık testini geçemedi. Önlem olarak seni kenarda tutmak zorundayız.” Bizden yedek olarak kenarda oturmamızı istiyorlardı. Ben ise bunun garip olacağını düşündüm. Onlara, takım sahibinin locasında oturmamıza izin vermelerini istedim.

Daha sonrasını pek hatırlamıyorum. Maçın ardından annem aramıştı. Çok endişeliydi. “Oğlum sarhoş musun?” demişti. Locadayken kamera beni çekmişti ve sanırım biraz içimin geçtiği anlaşılıyordu. Normalde çok fazla içmem ama takas sonrasında o kadar kırgındım ki birkaç bira içmiştim. Ertesi gün menajerimden bir telefon daha aldım. Bu sefer ahizenin karşı tarafındaki ses, “Sean’ın böbreğinde bir sorun var. Takas iptal oldu, Houston’a geri dönüyorsunuz” diyordu.

Matt ile birlikte arabaya atladığımız gibi, havaalanına gittik. O kadar hızlı sürmüştük ki, park yerine geldiğimizde frenleri bozmuş olma ihtimalimiz vardı. Arabadan iki ninja edasıyla indik ve uçağa koştuk. O araba, hâlâ Ortabatı’da bir yerlerde gidiyor olmalı! O günün ardından, oyuna bakış açım “Artık şut atıyorum. Robert Horry stiliyle oynamanın zamanı geldi!” şeklindeydi. Şu anda bu yazıyı okuyorsunuz ve takasın olduğu sene şampiyon olduğumuzu herkes biliyor. 1995’te bir kez daha kazandık. Beni ‘Big Shot Bob’ olarak tanıyorlar. Ancak gerçek şu ki, o sağlık kontrolü olmasa bugün locadaki sarhoş ve depresif adam olacaktım. Bu oyunda birçok dönemeçli yol var.

"Kobe birlikte oynadığım en çalışkan oyuncu"
“Kobe birlikte oynadığım en çalışkan oyuncu”

Başka bir örnek vereyim. 1997’de Lakers’a takas olduğumda Kobe Bryant bir çaylaktı. Genç adam, üçlüklerde isabet bulmakta da pek iyi değildi. Her antrenmandan sonra şut oyunu oynardık. Ben, Kobe, Brian Shaw, Mitch Richmond ve Kurt Rambis. Kobe her seferinde kaybederdi. Ertesi gün antrenmana gittiğimizde, Kobe üçlük atışlara çoktan başlamış olurdu. Tıpkı bir saat gibi çalışırdı. İdman bittiğindeyse, “Hadi oyunu oynayalım, hazırım” derdi. Ardından da bir kez daha ağır şekilde yenilirdi.

Ama hiç durmadı. İnanılmazdı. Aylar sonra bir gün kazanana kadar çalışmaya devam etti. Eğer ona ciddi bir şekilde, “Kobe, yarı sahadan ayakla beş tane üst üste basket atamazsın” derseniz, bu deli oraya gider ve başarana kadar çalışır. Bu, insanların şampiyonlukla, winner mantalitesi ile ilgili anlamadığı şeylerden biridir. Kobe’nin kendini oyuna adamışlığı inanılmazdır. Bunu tüm gerçekliğiyle söylüyorum, ona inanması güçtür. Her şampiyon takımda payı olan mantalite, Kobe’nin sahip olduğudur, Hakeem ve benim Noel’de yarattığımızdır. İlk sırada yer alsanız, son şampiyon olsanız bile, galibiyete takım arkadaşınızı yumruklayacak kadar takıntılı olmanızdır.

İnsanlar Kobe’ye antrenmanda diğerlerine bağırdığı için kızdığında veya LeBron’un en iyi arkadaşlarının, takımdakiler olup olmadığını sorduğunda gözlerimi deviriyorum. Lakers’ta geçirdiğim zaman boyunca Zen-Master Phil Jackson ile kaç tane saha dışı konuşma yaptığımı biliyor musunuz? Bir tane. Antrenörün odasında tedavi için oturuyordum, o ise karşımdaki masadaydı. Bana bir soru sordu:

-Phoenix’te Danny Ainge ile aranda ne oldu?

+Onu sevmiyordum, yüzüne havlu fırlattım. Onunla doğru yollarla baş edemedim.

-Peki.

Bu kadardı. Birlikte üç yüzük kazandık. Haydi bu işi çözün!

Rockets organizasyonu, Tomjanovich'in 45 numaralı formasını emekli etmişti.
Rockets organizasyonu, Tomjanovich’in 45 numaralı formasını emekli etmişti.

Rudy T. ile aramdaki ilişki ise bunun tam tersiydi. Koç olmasına rağmen, kenardan onun göremediği şeyleri fark ettiğimizi bilirdi. Saha içinden onun fark edemediği, duyamadığı şeyleri algılardık. İlk söylediği şey, “İçeride neler oluyor?” olurdu. Bazen bize hangi taktikle oynamayı istediğimizi sorardı ve rahat hissetmemizi sağlardı.

Eğer bizim seçtiğimiz şey işe yararsa, T. bir kez daha aynı oyunu isterdi. Phil ise öyle değildi. Tıpkı Pop gibi. İkisi de mükemmel koçlar ancak kişisel deneyimlerine bakarak söylüyorum, T. çalıştığım en iyi NBA koçuydu. Şampiyonluk sayısında diğerlerine yaklaşamayacağını biliyorum ama bazen insanlara, şampiyonluklarından dolayı çok fazla kredi veriyoruz.

Phil’in, Michael Jordan’a koçluk yapma ve o Bulls takımına liderlik etmedeki başarısı, oyunculardan bu kadar saygı görmesinin de sebebi. Chicago’da kazandığı şampiyonluklar, Los Angeles’ta da şampiyonluğa dönüştü. Kazandığı altı yüzük, Shaq’ı spor salonuna sokup, lig tarihinin en dominant gücü yapan faktördü. Buna rağmen, three-peat’e doğru giderken ego ve rehavetten arınabilseydik daha iyisini yapabilirdik. Dürüst olmak gerekirse, Lakers’tan ayrıldığımda takımdan nefret ediyordum. Benim durumumla ilgilenme şekillerinin çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Ayrılacağım sene, şampiyonluğu kazandıktan sonra girdiğim toplantıları hatırlıyorum. İçeri giriyorsunuz ve herkes size sarılıyor, sizi öpüyor, övüyor…

Ben ise, “Maddi açından takıma yük olduğumu ve Karl Malone’u transfer etmek istediğinizi biliyorum” diyorum. Onu beş yıldır istiyorlar. Phil takıma geldiğinden beri. Ben realist bir adamım. Bana işleri olduğu gibi anlatın ve size daha fazla saygı duyayım. Arkamdan iş çevirmeyin. Onlara 2 milyon dolar karşılığında takımda kalabileceğimi söyledim ancak ilgilenmediler. Tek istediğim, başka bir takım bulabilmek için beni son günde serbest bırakmamalarıydı. “Seni böyle bırakmayacağız” dediler.

Ve beni öyle bırakmadılar. Son günden bir öncekine kadar serbest kalmak için bekledim. Oyuncuların, “Bu bir iş” dediklerinde kastettikleri tam da bu. Tabii ki bu! Bir çocuk oyunundan tonlarca para kazanıyoruz. Ancak kahraman olsan da, birçok şampiyonluk yaşayıp takım tarihinin en kritik şutlarını kaydetsen de ertesi gün kapının önüne konabiliyorsun.

Horry kariyerini Spurs'de noktaladı.
Horry kariyerini Spurs’de noktaladı.

Bu ayrılık benim için bir kez daha yolun sonu olabilirdi. Şanslıyım ki, Spurs’u buldum ve gerisi tarihe geçti. İlk maçım Los Angeles’ta Lakers’a karşıydı. Maç öncesinde beni özel bir formayla karşılıyorlardı. Herkes gülümsüyordu. Staples Center’da benim için bir tören vardı ve ben mutlu görünmek zorundaydım. Taraftarlar ve o güne kadar başardıklarımız adına mutluydum da. Ancak benle ilgili tek bir şeyi anlamak istiyorsanız şunu anlayın: Ben sürekli olarak motivasyon peşinde olan bir adamım. Damarlarınızda buz gibi su akmasını sağlayan şey budur. O gün, gülümseyen tüm Lakers’lılara bakarken, “Sadece bekleyin, hepinizin kalbini kıracağım” dediğimi hatırlıyorum.

Lakers’a borçlu olduğum beş NBA şampiyonluğum var. Üçünü takımla birlikte kazandım, ikisini de bana kapıyı gösterdikleri için.

*Robert Horry’nin kaleme aldığı bu yazı, Players Tribune’de yayımlanmıştır. 

Çeviri: Emre Gürkaynak (@emregurkaynak)

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Harika Çocuk

Harika Çocuk

3 sene önce
Sıfır

Sıfır

3 sene önce