Bu röportaj ilk olarak Socrates’in Haziran 2019 nüshasında yayımlanmıştır. Röportajın tamamını bu ayki sayımızda bulabilir, geri kalan tüm sayılarımıza bu adresten ulaşabilirsiniz.
VakıfBank Spor Sarayı’na girdiğiniz anda ilk dikkatinizi çeken şey elbette başarılar oluyor. Sahanın dört bir yanında kulübün özellikle de 2011’den sonra kazandığı şampiyonluklara dair izler var. Avrupa ve dünya şampiyonlukları, lig zaferleri… Amacımız biraz da bunlardan bahsetmek aslında. Pusulamız da kaptan Melis Gürkaynak. 2018-2019 sezonunu FIVB Kulüpler Dünya Şampiyonası ve Sultanlar Ligi zaferinin yanında CEV Şampiyonlar Ligi üçüncülüğüyle noktalayan takımı ondan daha iyi anlatabilecek çok az isim var zaten. Vakit kaybetmeden kayıt cihazını açıyoruz.
Finalden başlayalım. Eczacıbaşı’nı yenerek Türkiye şampiyonu oldunuz ama hiç de kolay bir seri değildi. İlk maçtaki yenilgi sonrası “Eyvah” dediniz mi?
Aslında Eczacıbaşı ile final oynayacağımız kesinleştiğinde beş maçlık bir seriye hazırdık. Seri öncesi Giovanni (Guidetti) şöyle demişti: “Buradan üç maçla gitmeyeceğimizin farkındayız, değil mi?” Aslında üç maçla bitse milli takımdaki birçok oyuncunun daha fazla tatil yapma imkânı oluyor ki bu büyük motivasyon. Özellikle yabancı oyuncular ülkelerinden uzakta yaşıyorlar; Çin’den, Amerika Birleşik Devletleri’nden gelenler var… Ama Giovanni “3-0 bitmeyecek” demişti. Durumun zorluğunun hep farkındaydık. İşleri toparlayıp 2-1 öne geçtiğimizde bile eşleşmenin uzama ihtimalini düşünüyorduk, dikkatli davranıyorduk. Psikolojik olarak zor bir süreçti bu. Bir oyuncu için bu kadar uzun bir maratondan, sezondan sonra bir de beş maçlık bir final oynayabilmek gerçekten çok zor.
Bu bahsettiğiniz zorluk sadece fiziksel değil sanırım…
Hayır, daha çok mental. Çünkü maç, ertesi gün antrenman, sonra tekrar maç… Bu kadar aydan sonra artık top görmek istemeyen arkadaşlarımız oluyor. Özellikle milli takım oyuncuları. Zhu Ting’i örnek vereyim. Yıllardır yaz-kış demeden antrenman yapıyor, maç yapıyor…. 12 ay! Giovanni çoğu zaman benzer durumdaki oyuncuları korumaya çalışıyor, “Artık idman yapma” diyor. Antrenman yapmadan çıktığımız çok maç oldu.
Benzer örnekleri NBA’de de görüyoruz, çalışmanın ne kadar önemli olduğunu bilseler bile bazen koçlar fiziksel ve zihinsel dinlenme adına antrenmandan feragat ediyorlar.
Bizde de böyle bir durum var. Giovanni esasında antrenman yapmayı çok seven bir antrenör. Ben neredeyse on yıldır onunla çalışıyorum, epey uzun süren antrenmanları olabiliyor. Bazen “Bugün iki buçuk saat antrenman yaptıracağım” diye söz veriyor, o sonra üç buçuk saate bağlanıyor. Ama bir noktada şartlar o kadar zorlaşıyor ki Giovanni bile antrenman yaptırmıyor. Zaten Giovanni antrenman yaptırmıyorsa gerçekten büyük sıkıntı var demektir.
Maç, antrenman, sonra tekrar maç… Bu kadar aydan sonra top görmek istemeyenler oluyor.
Antrenman dışında koçun maç kaseti izletmeyi sevdiğini söyleyenler de var.
Bu bizim en büyük şansımız. Giovanni karşı takımı çok iyi analiz ediyor. Maça çıkmadan evvel bütün oyuncuların bireysel özelliklerini biliyoruz, taktiksel olarak ne yapmamız gerektiğini öğreniyoruz, her şeyden emin şekilde sahaya çıkıyoruz. Tabii ki her antrenör benzer şeyleri yaptırıyor fakat Giovanni’nin başka bir sihri olduğuna inanıyorum. Videolarda gördüğü, anladığı şeyi oyuncusuna çok güzel aktarıyor. Üst üste maç oynadığımız rakiplere karşı en büyük avantajımız bu. Örneğin Eczacıbaşı’na karşı beş maç oynadık, o noktada artık taktik de bitiyor, aynı şeyleri yapmaya başlıyorsunuz. Ama Giovanni aktarılması gereken şeyleri kapsül hâline getirmeyi başarıyor. Karmaşık taktikleri basitleştirip anlatıyor.
Peki final serisinin son maçına çıkarken atmosfer nasıldı? O uzun maratondan, saatler süren antrenmanlardan, video seanslarından sonra… Kaybettiğiniz anda büyük bir başarısızlık hissi çökebilirdi üzerinize. Baskıyla mı çıktınız; yoksa daha mı rahattınız?
Hiçbir zaman rahat olamıyorsunuz. Antrenörler hep “Finallerin motivasyonu olmaz” derler. Giovanni yine de harika bir konuşma yaptı maç öncesi ama zaten hepimiz hazırdık. Eczacıbaşı da çok kuvvetli, maçtan önce şanslar yüzde 50-50’ydi. Zaten ortada fizikselden çok psikolojik bir savaş vardı. Biz onu kazandık. Dediğim gibi bir yerde taktik bitiyor, devreye final oynama alışkanlığınız giriyor. Giovanni’nin fark yaratan küçük değişiklikleriyle birlikte tecrübemiz devreye girdi.
Bir yerde taktik bitiyor, devreye final oynama alışkanlığınız giriyor. Biz burada fark yaratıyoruz.
Tecrübe dediğimiz şeyin kökeninde ben VakıfBank’a özgü bir havanın etkili olduğuna inanıyorum. Klişe gibi gelecek kulağa ama biz gerçek bir aileyiz. Buradaki çalışanlarımız, Bir yerde taktik bitiyor, devreye final oynama alışkanlığınız giriyor. Biz burada fark yaratıyoruz. antrenörlerimiz, teknik ekip, oyuncular… Kocaman bir aileyiz. Takıma katılan yeni oyuncular veya başka görevlere gelen insanlar da bu yapıya kısa sürede adapte oluyorlar. Uyum sağlayabilecek insanlar burada barınıyor. Ben kırılma anlarında bu sağlamlığın, uyumun, dayanışmanın rol oynadığına inanıyorum.
Evet, profesyonel bir iş yapıyoruz ama aynı zamanda yürekleriyle oynayan bir takımız. Burada bulunan herkes final oynayacağının farkında. Herkes altın sette, durum 14-14’ken sahada olabileceğinin farkında. Sezona böyle bir anlayışla girdiğimiz için sezon sonunda da kazanma gücünü kendimizde bulabiliyoruz.
VakıfBank kültürünün altını çiziyorsunuz. Siz altyapıdan itibaren bu kulübün bir parçasıydınız. Bu kültür yıllar içerisinde değişti mi?
2011’de Türkiye’ye ilk Avrupa şampiyonluğunu getirdikten sonra VakıfBank’ta çok şey değişti. Giovanni’nin de büyük etkisi var değişimde. Aile kültürünün temelinde onun da payı var. 2011’den sonra başarıya bakış da değişti. Buradaki herkes kupasız bir şekilde sezon kapatmamamız gerektiğine inanıyor. Final oynarken “Evet, belki ikinci olduk ama savaştık” demek bir VakıfBank oyuncusu için yeterli değil artık. Evet, savaştık, elimizden geleni yaptık ama mesela bu sene Berlin’de Şampiyonlar Ligi Finali’nde olmalıydık diye düşünüyoruz.
Giovanni etkisinden bahsettiniz. Size nasıl bir etkisi oldu?
Mesela Türk antrenörlerde şöyle bir anlayış vardır: “Oyuncuyu çok övme, şımarır.” Ben bilakis övgülerden güç alan bir sporcuyum. Bana birisi aferin dedikçe motive olurum. Giovanni’de en çok bunu fark ettim. O gün birine su vermek ya da iyi oynayamayan bir takım arkadaşınıza destek olmak gibi çok ufak bir şey yapsanız dahi, hemen sizi över. Maçlarda küçük konuşmalar yapar, ufak detaylara dikkat çeker, sizi hep motive eder. Temelde kadın ruhundan çok iyi anlayan bir antrenör. Bana çok şey kattı, beni orta oyuncu yaptı. Hem karakterimi geliştirmemi hem de oyuncu kimliğimi bulmamı sağladı.
Artık antrenörler de yeni nesilleri yakalayabilmek için iletişim tarzını değiştirmeye başladı gibi; sadece voleybolda değil, bütün sporlarda…
Ben voleybola başladığımda antrenör odaklı bir çalışma vardı. Oyuncular, antrenörü mutlu etmek için çaba sarf ediyorlardı. Günümüzde antrenörler, oyuncuları mutlu etmek için çaba sarf ediyor. Mesela Giovanni bazen oyuncuyla daha iyi iletişim kurabilmek adına karakterinden bile ödün verebiliyor, oyuncuyu mutlu edebilmek için normalde davranmayacağı şekilde davranıyor. Çünkü kazanmanın yolu mutlu bir takım elde edebilmekten geçiyor.
Kaos, kavgalar, cezalar… Bunlar artık işlemiyor. Oyuncuyla arkadaş olabilmek, maçlardan sonra bir yerlere gidip birlikte eğlenebilmek, dertleşebilmek, kötü bir maçtan sonra akşam telefonda sohbet edebilmek. Bunlar eskiden yoktu. Vaktiyle yemeklerde antrenörlerin yanına gitmezdik, asansörde karşılaştığımızda çekinirdik, ne diyeceğimizi bilemezdik. Şimdi herkes arkadaş. Bu da sahada dayanışma içerisinde olmamızı sağlıyor.
Kaos, kavgalar, cezalar. Artık bunlar işlemiyor. Oyuncuyla arkadaş gibi olmak lazım.
Oyuncu grupları arasındaki iletişim de yıllar içinde değişti mi? Voleybol dünyasında hep bir ‘Abla Kültürü’nden söz edilirdi, eskiden daha hiyerarşik bir yapı olduğu söylenirdi. Bu da biraz esnedi galiba.
Büyük ablalarımız voleybolu bıraktıkça o anlayış da değişti. Ben şu an takımın en büyüklerinden biriyim, belki bende biraz kalmıştır o kültürün izleri. Ama bizim jenerasyonun emekliliğiyle birlikte tamamen değişecek işler. Ben A takıma çıktığımda daha farklı bir dünya vardı, büyüklerimizin yanında ağzımızı açamazdık. Açıkçası bahsettiğim durum sadece voleybolla da sınırlı değil. Sonuçta günümüzde şirketlerde de aynı durum mevcut. Artık çalışanlarla patronların ilişkisi değişti, herkes arkadaş gibi…
Tecrübe demişken… Sezon başında takım kaptanı oldunuz, Gözde Kırdar’dan pazubendi aldınız. Bu gelişmeyi ilk duyduğunuzda neler hissettiniz?
Geçen sene Bükreş’te şampiyon olduktan sonra bir kutlama yapılmıştı. Orada Giovanni “Gel sana bir şey söyleyeceğim” dedikten sonra bu haberi vermişti. İlk duyduğumda ağlamıştım. Sonuçta VakıfBank’ın benim için anlamı çok başka. Burada büyüdüm, burada voleybolu öğrendim, çok fazla şey yaşadım. Duyunca elbette çok sevindim ama biraz da ürktüm. Bir de Gözde Kırdar gibi bir oyuncudan sonra böyle bir sorumluluk almak zor. Gözde, bence Türkiye’nin ve dünyanın en iyi voleybolcusu; oyunuyla, kişiliğiyle özel bir kaptan… Hâlâ öyle, ben ona “Kaptandı” demek istemiyorum. Belki tarzlarımız biraz farklı ama ondan çok şey öğrendim.
Bir de genç bir takımdık bu sene. A takıma yeni çıkmış çok sayıda oyuncu vardı, onların burada barınabilmesi kolay değildi. En nihayetinde çok yetenekli oyunculara sahibiz. Dünyanın en iyilerine. Zhu Ting, Kelsey, Looneke, Milena… Onlarla genç oyuncular arasındaki dengeyi sağlamak kolay değildi ama hep birlikte başardık.
“Gerçekten mükemmeller mi?” diyenler oluyordur. Hayır, mükemmel değiliz. Ama sorunlarımızı güzelce hallettik.
Gözde Kırdar ile aranızdaki tarz farklılığından bahsettiniz. Biraz açabilir misiniz bu farkları?
Gözde karakteri dolayısıyla daha agresif. Çok toparlayıcı ve anaç ama daha agresif. Ben daha yumuşak taraftım. Hem ondan yapmam gereken şeyleri görüp onları uygulamaya çalıştım hem de bunları nasıl Melis gibi yapabilirim, sezon boyunca o dengeyi kurmaya uğraştım.
Sonuçta normal bir voleybol takımında kaptan olmak var, bir de VakıfBank gibi köklü bir kulüpte kaptan olmak var. Bahsettiğim kültürü, yeni gelen, az süre bulan, 17-18 yaşındaki yeteneklere anlatmak lazımdı. Çünkü oyuncular süre bulamıyorsa antrenöre, kulübe bir tepki olur. Ama bizde bu yaşanmadı. Gençler bu çarkın içinde nasıl barınabilirler, yıllarca nasıl kalıcı olabilirler, onu göstermeye çalıştım.
Sizin de süre bulamadığınız dönemler oldu ama pozitif yaklaşımınızla takıma etki yapmayı başardınız.
Kaptan olduktan sonra o kimliği kendimde biraz daha fazla bulabildim. Çünkü sahada süre bulamadığımda kenarda yapabileceğim şeyler çok kısıtlı. Ama elimden geldiğince takıma ne verebiliyorsam ona odaklandım. Bazen zor oluyordu, gerçekten. Çok kez sesim kısıldı. Bütün sezon sesim çatallı gezdim. Hem antrenmanlarda hem de maçlarda kızlara dışarıdan bir etki yaratabilmek, motivasyon sağlayabilmek kolay değildi. Bir de bunu artık bireysel konuşmalarla yapmak lazım çünkü herkesin iletişim biçimi farklı. Hangi oyuncuya ne söylemem gerektiğini az çok öğrendim sezon sonuna doğru.
Genç oyuncuların karakterleri dolayısıyla dışarıdan belki “Kesin problemleri vardır” denilmiştir ya da “Gerçekten çok mükemmeller mi?” diye sorulmuştur. Ben cevap vereyim, mükemmel değildik. Elbette sorunlarımız oldu ama bunları çok güzel hallettik. Yaşadığımız problemleri kırıcı olmadan çözdük.
Bu zorlu sezonu iki kupayla bitirdiniz ama bir yandan da içinizde buruk bir tat var. Neden?
Biz bütün sezon 18 Mayıs, yani Şampiyonlar Ligi Finali için hazırlandık. İçten içe bir burukluk oluyor çünkü Şampiyonlar Ligi’nde yıllardır hep final oynadık. Keşke yine oynayabilseydik. Ama bazen böyle de olabiliyor. Tek tesellim şu: Evet, burada Igor Gorgonzola Novara’ya karşı 3-0’lık kötü bir mağlubiyet aldık ama İtalya’da insanüstü bir mücadele verdik. Orada maçı altın sette, dramatik bir şekilde verdik. Tam “oldu” dediğimiz anda verdik. VakıfBank gibi oynadık ama olmadı.
Orada altın sette kaybetmek nasıl bir histi?
O, eminim hepimizin kariyeri boyunca hatırlayacağı bir maç olacak. Maçtan sonra yaşadığımız duyguyu anlatamam. Otele geldiğimizdeki ya da sabah uyandığımızdaki o his… Bir de sezon devam ediyordu. Türkiye Kupası’nda yenildiğimiz Fenerbahçe ile ligde yarı final oynayacaktık, orada da elenme durumumuz olabilirdi.
Dönüşte Giovanni de bize “Evet çok büyük bir şey yaşadık, size bir gün izin veriyorum, sonra tekrar sıfırdan başlayacağız” dedi. Döndük, baktı yüzlerimiz hâlâ asık, “Tamam, size bir gün daha izin ama yarın böyle olmayacaksınız” dedi. Öbür gün gerçekten hiçbir şey olmamış gibi yola devam ettik. Fenerbahçe’yi geçip finalde de Eczacıbaşı’yı mağlup ettik. Öyle büyük bir yıkımın ardından tekrar bir kupa kazanabildik. Novara maçı hepimizin unutmayacağı bir maç olacak. VakıfBank gibi oynadık ama olmadı.
Bir kaptan olarak artık yenilgilerde sorumluluğunuz daha fazla değil mi? Pozitif görünmeye çalışmak zorundasınız.
Bu aslında farklı bir sorumluluk hissi yaratıyor. Bazen sahada olmadığım için bütün amacım farklı bir şeyler yapıp takıma katkı sağlamaktı. Novara maçından sonra da öyle oldu. Elimden geleni yaptım. Kaptan olmadan önce evet kaybedince üzülüyordum ama şimdi gerçekten çok farklı bir psikolojim oldu. Mesela evdeyken mutsuzdum ama buraya geldikten sonra her şeyi unutup pozitif olmaya çalışıyordum.
Benim takıma yaptığım en büyük katkılardan biri pozitif olmaktı. Bir gün bile yüzüm asık gelsem antrenman sonrası kendimi kötü ve suçlu hissediyordum. Yapabileceğimin en iyisini yapmaya çalıştım.
Buradan sonrası için ne düşünüyorsunuz? Takımda büyük değişiklikler olacak. Zhu Ting, Lonneke Slöetjes, Kelsey Robinson, Chiara Di Iulio gibi isimler yeni sezonda kadroda olmayacak. Elbette yeni transferler gelecek, uyum süreci olacak.
Yeni yabancı oyuncularımız gelecek. Çok da genç oyuncular aslında. Mesela Isabelle Haak 1999’lu. Kendilerini ispatlamış, kariyerli oyuncular aslında ama gençler. Yine her zaman yaptığımızı yapacak, onlara VakıfBank’ı anlatacağız. Zaten geldiklerinde nasıl bir kulüpte olduklarını az çok anlıyor oyuncular. O aile yapısıyla birlikte VakıfBank’ı anlatarak onların uyum süreçlerini hızlandırmayı planlıyorum ben kendi adıma.
Kişisel olarak kendinize nasıl bir hedef koyuyorsunuz? “Şunu daha farklı yapabilirim” dediğiniz, yaz aylarında üzerine düşeceğiniz noktalar var mı? Teknik, zihinsel…
Elbette. Bu sezon daha fazla top antrenmanı yapacağım. Genel olarak iki yıl daha VakıfBank’tayım. Tabii ki profesyonel bir iş yapıyorum ama içimde her zaman VakıfBank için elimden ne geliyorsa onu yapmak gibi bir motivasyon var. Kendimi bu kulübe karşı borçlu hissediyorum. Bu aile için çalışmayı, mücadele etmeyi sürdüreceğim.