Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

FutbolGündemMus

Türkiye'de konu Ajax ise, danışmamız gereken isimlerden birisi Mustafa Yücedağ idi. Kırmızı-Beyazlı takımın altyapısında yetişen ve A takımda oynayan tek Türk futbolcu olma özelliğini koruyan Yücedağ'a anılarını ve düşüncelerini sormuştuk...

Bu yazı ilk olarak Socrates’in Haziran 2019 nüshasında yayımlanmıştır. Tüm sayılarımıza bu adresten ulaşabilirsiniz.


Yetmişli yılların başında sessiz sedasız Hollanda’ya göç eden Yücedağ Ailesinin o günlerdeki küçük ferdi, seksenli yılların sonuna gelindiğinde flaş transfer olarak Türkiye’ye geri döndü. Aradaki farkı yaratan, Ajax altyapısıydı. Sarıyer, Galatasaray, Fenerbahçe ve A Milli Takım’ın eski yıldızı ile o farkı konuştuk…

  • Çok küçük yaştan beri Zilvermeeuwen takımında oynuyordum. Ajax kariyerim 16 yaşında başladı. 14 yaşından itibaren takip etmişler, denemeye çağırdılar. İkinci yarıda oyuna alacaklardı. Mevkimi sordular, orta saha ve libero dedim. Beni sağ açığa koydular. Öyle bir oynadım ki herhâlde karşımdaki sol bekin kariyeri o gün bitmiştir. Maçın sonunda elime mavi bir kâğıt verip “Bunu kulübüne ve ailene imzalatıp salı günü getireceksin” dediler. Maçın oynandığı cumartesi gününden salıya kadar uyuyamadım. Zaman hiç geçmedi. Hele o ilk gün, eve uçarak gitmiştim. Şu anda bile bunu anlatırken o kadar büyük bir heyecan yaşıyorum ki… Ailemden arkadaşlarıma herkes seviniyor, bayram havası…
  • Ajax altyapısındayken sürekli turnuva oynadık. Bu turnuvalarda Barcelona gibi devlerle karşılaşıp kendimizi test etme, yerimizi görme imkânı bulduk. Performanslarımız, en ince detayına kadar analiz ediliyordu. Mesela Barcelona maçında çok iyisin ama daha zayıf rakiplere karşı sahaya aynı ciddiyeti yansıtamıyorsun, onu da fark ediyorlardı. Ben hayatım boyunca karşılaştığım her takımı eşit görüp aynı mücadeleyi ortaya koydum ve bunu da Ajax altyapısında öğrendim.
  • Hepimizin zihnine “Okulda başarılı olursan ancak o zaman bizde başarılı olabilirsin” düşüncesini yerleştirdiler. Ben Hollanda’da tanıştığım bir arkadaşa takıldım, lise sonda sınıfta kaldım. Beni bayağı bir silkelediler ve “Önümüzdeki sezon diplomanı getirmezsen seni göndermek zorunda kalacağız” dediler. Kaç defa başarısız derslerimin hesabını verdim. Kaç kez idmandan önce tesise gidip matematik çalışmak zorunda kaldım. Gerektiğinde özel hoca tuttular. Yani öncelikleri her zaman okul oldu. Bunun dışında; çocukların hem futbol sahasındaki hem de sahanın dışındaki davranışları Ajax’ta çok önemlidir. Lafta değil, gerçekten önemlidir. Sokakta birine kabadayılık mı yaptın? Kulüpte sıkıntısını yaşarsın. Direkt seni gönderirler. Bu tür şeylere asla tolerans göstermezler.

HER TAKIMI EŞİT GÖRÜP AYNI MÜCADELEYİ ORTAYA KOYMAYI AJAX ALTYAPISINDA ÖĞRENDİM.

  • Evet, bir yandan bu bir ülke kültürü. PSV’nin, Feyenoord’un altyapılarında da bu tür kurallar az çok mevcuttur ama Ajax için bunlar çok önemlidir. Çok katı prensipler vardır. Zaten bu yüzden olacak ki Ajax Futbol Akademisi’ni dünyada sadece Güney Afrika, Yunanistan ve ABD’ye ihraç ettiler. Kriterlere yüzde yüz uyma taahhüdü arıyorlar. Mesela Antalya’dan bir ekip gitmişti, vermediler.
  • Derslerinde iyiysen, gerisini çok fazla düşünmene gerek yok. Kulüp sana her türlü imkânı tanır. Futbol eğitiminin zaten en iyisini görüyorduk. Ayrıca mahalledeki başka arkadaşlarımız “Acaba babam bu ay bana futbol ayakkabısı alabilecek mi?” diye düşünürken kulüp bizim her türlü malzeme ihtiyacımızı karşılıyor, tesise ulaşımımızı bile sağlıyordu. Bunlar belki bugün için normal şeyler ama o günlerde büyük fark yaratıyordu. “Wij zijn Ajax” diye bir slogan vardır, yani “Biz Ajax’ız.” Bu, çok önemli bir vurgudur. Bu kadar yılın ardından ben hâlen bunu taşıyorum. Ajax’lı olmanın bir ayrıcalık olduğunu hissediyorum.
  • Orada koşu azdır. Sürekli teknik antrenmanı vardır. Topu verirler, oynarsın. Topla oynamayı, top tekniğini öğrenirsin. Ben Ajax altyapısına girdiğimde sol ayağımı kullanamıyordum. Sonrasında ceza sahası dışından solla vurup gol atacak noktaya geldim. Türkiye’de altyapı hocaları çocukları sahanın etrafında on tur koşturuyor. Ya niye koşturuyorsun, bu çocuğu bıraksan sokakta 24 saat top oynar, yorulmaz. Sen onun top tekniğini geliştirmek için çalışmalar yap. Bırak topla yatıp topla kalksın, topu tanısın, hissetsin. Fiziği daha sonra yüklersin. Önce teknik.

A TAKIMA ÇIKTIĞIMDA TEKNİK DIREKTÖRÜMÜZ CRUYFF’TU VE ONUNLA ÂDETA BABA-OĞUL GİBİYDİK.

  • Ajax PAF Takımı’yla yine bir turnuvadayım. Ahmet Suat Özyazıcı ve Sir Alex Ferguson bizim maçımızı seyrediyorlar. O dönem saçlarıma sarı boyalar attırmıştım, Ahmet Suat Özyazıcı benim saçım meçli olduğu için “Böyle topçu mu olur?” demiş. Ferguson ise benim için “Müthiş bir futbolcu” deyip babamla görüştü, bizim evimize geldi, transfer teklif etti. İki ayrı bakış açısı; biri futboluma bakıyor, biri saçıma. Sana ne abi benim saçımdan? Tabii bunu bana anlatan da yine Ahmet Suat Hoca. Sarıyer’de birlikte çalışırken “Ya evlat, bak ne kadar yanlış düşünmüşüz” demişti. Ferguson’ın da öğrencisi olabilirdim ama babam bırakmadı, tek başıma İngiltere’ye gitmeme izin vermedi.

  • A takıma çıktıktan sonra özel maçların hepsinde oynadım. Teknik direktörümüz Johan Cruyff’tu ve onunla âdeta baba-oğul gibi olmuştuk. Benimle her maç sonunda konuşuyor, “İyiye gidiyorsun Mus” diyordu. Adım Mustafa olduğu için bana kısaca ‘Mus’ derlerdi, ya da kendi telaffuzlarıyla ‘Yuseda.’ Cruyff öldüğünde herkesi arayıp görüş aldılar, ben bekledim, telefonum hiç çalmadı.
  • Cruyff, Arminia Bielefeld ile oynadığımız bir maçta beni sağ bek oynatmıştı. Bir pozisyonda topu sağ açığa attım, koşmaya başladım ve ön tarafta da topu aldım. Oyun durduğunda Cruyff beni yanına çağırıp o koşuyu neden yaptığımı sordu. Ön tarafta boş alan gördüğümü, orada topla buluşup orta yaparak tehlike yaratmayı düşündüğümü söyledim. “Peki ya topu kaybetseydik? İkiniz de önde kalacaktınız ve gol yiyecektik” dedi. Futbolun, iyi ihtimaller kadar kötü ihtimallerin de oyunu olduğunu o anda anladım.
  • Sonrasında ben kendimi geliştirmek için kiralık gitmek istedim. Bu, Cruyff’un çok hoşuna gitti ve beni 1986 yılında “Gözüm üzerinde” diyerek PEC Zwolle’ye gönderdi. Ben orada olağanüstü bir performans gösterince Türk takımları bana ilgi göstermeye başladı. Babam, maç ritmimin bozulmaması için Ajax’a dönüp risk almamı istemedi. Ben de onun sözünden çıkmazdım, kaldım.
  • Hayatımda en büyük yanlışı Türkiye Cumhuriyeti’ne gelmekle yaptım diyebilirim. Bildiğim futbolu unuttum ben Türkiye’de. Hollanda’daki düzenle buradaki düzensizlik arasında sudan çıkmış balığa döndüm bir süre. Sarıyer’e geldiğimde Milan Ribar diye bir hocamız vardı, futbolun f’sini bilmeyen bir adamdı. Ertesi yıl, Hollandalı Cor van der Hart göreve geldi. Bu adam Sarıyer A Takımı’na pas yapmayı öğretti, düşünebiliyor musun?

HOLLANDALI ANTRENÖRLER TÜRKİYE’DE NEDEN BAŞARILI OLAMIYOR? ÇÜNKÜ BURADA İŞ AHLAKI, İŞE BAKIŞ FARKLI.

  • Tesis kapısından içeriye antrenmandan bir dakika önce giren eski futbolcular, yarım saat önceden sahada olmaya başladılar çünkü topla çalışma yapılıyordu. 1989- 90 sezonunda Türkiye’nin en iyi pas yapan takımı Sarıyer’di, bunu kimse inkâr edemez. Sonra Galatasaray’a geldim. İdmandan sonra sahada kalıp çalışıyorum diye Mustafa Denizli bana “Benim antrenmanlarım yetersiz mi?” diyordu. Bir gün bir baktım, televizyonda “Cristiano Ronaldo her antrenmandan sonra bir saat şut atıyor, nasıl başarılı olmasın?” falan diye konuşuyor…
  • Hollandalı teknik direktörler Türkiye’de niye başarılı olamıyor? Çünkü iş ahlakı, işe bakış farklı. Türkiye’de disiplin yok. Alman gelir, sert bir disiplin ortaya koyar, seni yapmak zorunda bırakır. Hollandalı gelir, sana yapman gerekenleri söyler. Türk insanı, zoru görmedikçe yapmıyor. Ona sopa tutmak gerekiyor. Frank Rijkaard’ın gelişi heyecan yaratmıştı. Başta o atmosferden etkilenen oyuncular hocanın her dediğine uydu, müthiş bir başlangıç yaptı lige Galatasaray. Sonrasında disiplini bozdular, yapılanlar yapılmamaya başlandı, çöküş başladı. Aslında en büyük kötülüğü kendilerine yaptılar biliyor musun…

  • Bugünkü Ajax’ın bu noktalara gelmesi zaten bekleniyordu. Kaldı ki bu jenerasyonun bana göre en yetenekli oyuncusu olan Abdelhak Nouri de biliyorsun komaya girdi. Çok yazık oldu o çocuğa, nasıl üzüldüm anlatamam. Çok büyük futbolcu olacaktı, Cruyff gibiydi. Önceki sezon da UEFA’da final oynadılar. Ben iki senedir Şampiyonlar Ligi’ni alacaklarını söylüyorum. Asla yemeyecekleri bir gol yiyip, finalin kapısından mucize eseri döndüler. Şimdi bu takım dağılacak diyorlar, dağılsın. Ben iddia ediyorum, yerlerine daha iyi oyuncular çıkarıp koyacaklar ve yine zirveye oynayacaklar.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Harika Çocuk

Harika Çocuk

3 sene önce
Sıfır

Sıfır

3 sene önce