Hikâyeler… Bir arkadaşımın spor basınına veya yaptığım işe dair en çok kullandığı kelime bu. Aslında bir iğneleme. Temelde sürekli öyküler peşinde koştuğumuzu, anlatılara fena halde kafayı taktığımızı ve bunların uzun vadede bir anlamı olmadığını düşünüyor. Çoğu zaman da haklı. O yüzden bir zamanlar iyi bir seyirciyken şimdilerde Formula 1 dışındaki spor etkinliklerini izlemeyi bıraktı. Geçmişte seyrettiğimiz Fransa Bisiklet Turu etaplarını, tek günlük klasikleri veya basketbol maçlarını hatırladığında ise hep aynı şeyi söylüyor: “Zaman kaybı.” Arkasından da ciddiye almayacağımı bilerek aynı yere geliyor: “Hikâyeler…”
Markelle Fultz’un Denver Nuggets karşısında sahalara döndüğü maçı izlerken aklımda bu yazı yoktu. Çünkü henüz ortada kocaman bir boşluk vardı. 19 yaşındaki çaylak, ligin bu sezonki en tuhaf bilmecesiydi. Ve dün gece, S Sport’ta yorumcusu olduğum karşılaşmaya giderken onun yeniden sahalara döneceği haberini almıştım. Omuz sakatlığı geride kalmıştı ve büyük bekleyişin ardından koçu Brett Brown’a oynayabileceğini söylemişti. Her şey bir rüya gibiydi. Sonrası da öyle oldu. Fultz, 13’te 5 saha içi isabetiyle 10 sayı, 8 asist, 4 ribaunt yaptı, 1 top kaybetti ve en önemlisi orta mesafeden arka arkaya iki tane şut soktu. Maç bittiğinde yüzlerce kocaman bir gülümseme vardı; sadece Philadelphia’da değil, NBA izlenen hemen her yerde.
NBA normal sezonu toplamda 1230 maç süren bir serüven. Ekim’in ortasında sezon başlıyor, Nisan başına kadar sürüyor ve her takım 82 karşılaşma yapıyor. Amerikan spor dünyası ve basını öykü bulmakta ne kadar mahir olursa olsun, bu uzun bir süre. Eğer sıkı bir takipçiyseniz aralarda tükenmeniz ve temiz havaya ihtiyaç duymanız normal. Memphis Grizzlies’in 70 sayı attığı bir maçta, Chicago Bulls’un as oyuncularını dinlendirdiği bir akşamda, Golden State Warriors ya da Houston Rockets’ın farkla kazandığı bir başka 48 dakikada izlediğiniz şeyle aranızdaki ilişkiyi sorgulamanız da hiç garipsenecek bir durum değil. Lakin genel anlamda NBA, Premier Lig’le birlikte devasa dalgalara karşı gemiyi suyun üzerinde en düzgün tutan organizasyon.
Sosyal medyanın, internetin her şeyi kasıp kavurduğu bir çağda mevzu bahis iki organizasyonu ayakta tutan hatta geliştiren tek şey hikâyeler değil. Şüphesiz ki Allen Iverson’ın hayat öyküsünü okuyan biri NBA’e başka bakar ama olay orada bitmiyor. Annesi tarafından yalnız başına büyütülen bir başka çocuk olan, erken yaşlardan itibaren yeteneğinden şüphe edilen, DeMatha Lisesi’nin basketbol takımına bir dönem alınmayan Markelle Fultz’u izlerken aklınıza gelen tek şey Washington Üniversitesi’nde zirveyi gören, 2017 NBA Draftı’nda bir numara seçilmesiyle basının daha yoğun ilgisine mazhar olan etkileyici arka planı olmuyor. Sadece acıklı öyküler, pişmanlıklar, hayal kırıkları, aile dramaları, birbirine benzeyen vazgeçmeme, pes etmeme öyküleriyle yürümüyor işler.
Bu iki ligin ve çevresine konuşlanan medyanın en iyi bildiği şey insan hâlleri. Televizyon ya da bilgisayar başına geçen sayısız insanın olduğunu biliyorlar ve hepsini yakalayacak şeyler bulabiliyorlar. Bir ay kendinizi Jamie Vardy’nin yükselişinde buluyorsunuz, öteki ay Diego Costa’nın çöküşünde… Mevzunun sadece yıldızlarda da bitmediğini fark etmişler; rol oyuncuları, yardımcı antrenörler, genç gözlemciler, gelişmiş istatistiklerle ilgilenen yöneticiler ve benzeri bir sürü karakter de spot ışıklarının parçası oluyor. Bu sayede sahada belki de hiç dikkatinizi çekmeyen Shane Battier’nin dünyasına derin bir dalış yapıyor, istatistik kağıdını doldurmadan oyunu nasıl değiştirdiğini okuyorsunuz. Tıpkı romanlar ya da filmler gibi, spor aracılığıyla da insanın farklı hâllerini keşfetmek insana bir şeyler kazandırıyor.
Başka bir dünya, dün gece ilk çeyreğin sonunda buldu bizi. Fultz periyodun bitimine iki dakika kala oyuna girdi ve o an Wells Fargo Center’daki ortamı ekrandan görebilmek bile heyecan vericiydi. Sezon başından beri omuz sakatlığı yaşayan genç oyuncu, Kardashian ailesinin alıştığı bir hayat stili yaşamak zorundaydı. Gittiği her yerde onu görenler telefonlarını çıkarıyor ve Fultz’u çekmeye başlıyorlardı. Bahsettiğim, sıradan bir “Ah ünlü olmak zor” şikayeti değildi. Fultz hem çok ünlüydü hem de 7/24’lük bir bilinmezdi. Onu tanımlayan şey bir sıkıntıydı: Omuz sakatlığından sonra şut stilini değiştirmiş, ya da tam tersi olmuş, sonucunda bir noktada şut atmayı unutmuştu. Bu yüzden de özellikle üzerinde eşofmanlar olduğunda insanlar tamamen Fultz’a dönüyordu. Gerçekten şutunu sonsuza dek kaybetmiş miydi yoksa her şeyi yeniden hatırlayacak mıydı? Üniversitede onu ülkenin en iyi kısası yapan patlayıcı oyunu, ani yön değiştirmeleri, hızlı ve yaratıcı pasları, kaliteli şutu geri gelecek miydi? Genç yetenek, ilk birkaç maçında korkunç sınav vermiş ve sonra uzun süre kendini tedavi amacıyla kapatmıştı. Hakkında çıkan bazı yazılar Fultz bilmecesine takımının ve hatta en yakınındakilerin bile vakıf olmadığını işaret ediyordu. Ona bazen çok üzülüyor, bazen de olan bitenle dalga geçmekten kendimizi alamıyorduk.
Kariyer çizgisinde hikâye de çoktu, farklı insan hâlleri de. Sezon başında gözlerine bakan herkes korkuyu ve paniği görebilirdi, 19 yaşındaki elit bir yetenekten boşluğa doğru çok sert düşmüştü. En yakın arkadaşlarından Joel Embiid’in yanındayken Fultz’u daha eğlenceli bir karakter olarak görüyorduk ama o anlar sınırlıydı. Derken aynı Fultz, Nuggets karşısında başka bir yüzünü gösterdi. Sezon başının aksine çok daha özgüvenli duruyordu; topu aldığı ilk anda rakip potaya saldırmıştı. Evet bazen bencillik yapmış, maç sonunda köşede boş olan Dario Saric’i görmediği pozisyon gibi anlarda henüz oyun hissinin oturmadığını kanıtlamıştı. Ama 2017 NBA Draft’ının bir numarası, ilk kez sahaya ait olduğunu göstermişti. Arkasında seçilen Jayson Tatum, Donovan Mitchell, Kyle Kuzma, Lonzo Ball gibi o da sahaya aitti. En azından bir maçlığına.
Elbette bu şimdilik sadece 14 dakikalık bir dönüş. Rahatlatıcı olan şey, uzun süredir akıllı telefonların kamerasından takip ettiğimiz bir filmin sonunda başka bir yön kazanmasıydı. Lakin her şey bitmedi, daha yolun çok başındayız. Sixers’ın çaylağı için bundan sonra da işler kötüye gidebilir. Diğer yandan oyuncularıyla ilişkisi her zaman iyi olan Brett Brown’un ellerinde Fultz, sezon sonuna dek ikinci beşin değerli bir üyesine de dönüşebilir. Şimdilik şutu henüz tam oturmadığı için Ben Simmons’la aynı anda sahada olması zor ama orta mesafe gibi üçlüğün gerisinden de şut sokabildiğini gösterdiği an işler değişebilir. Ve en önemlisi, playoff yaklaşırken müthiş bir form yakalayan takımına normal sezonun ardından da katkı verebilir.
Gece herkes için eğlenceliydi. Amerikan sporlarının en ateşli seyirci gruplarından biri kabul edilen Philadelphia taraftarı da galibiyetin garantilendiği bölümde “Fultz’u istiyoruz” tezahüratları yaptı, genç çaylak topu eline her aldığında alkış ve çığlıklarla destek verdi. Takım arkadaşları gibi seyirciler de çok mutlu ve heyecanlıydı. Nasıl olmasınlar ki? Eve dönüşte benim bile kalbim farklı çarpıyordu. Aslında sıradan bir normal sezon mücadelesiydi bu ama NBA’in en tuhaf bilmecesinin birkaç dakikalığına çözüldüğünü görmek güzeldi. Başkaları için bir şeyler hissedebilmek de…