Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

PlatformLEO, LIONEL VE MESSI

Herkes kendi belgeselini yazıyor. Sizin Lionel Messi'ye dair en sevdiğiniz an ne?

Bugünlerde şehre uğrayan 34. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen belgesellerden biri de Lionel Messi üzerine. Arjantinli yönetmen Alex De La Iglesia tarafından çekilen belgeselin şerefine biz de dergi ekibine bir soru yönelttik: Kendi Messi belgeselinizi çekseniz hangi sahneden başlarsınız? İşte karşınızda, çocukluğundan bugüne, farklı Messi anları…

Kutay Ersöz: Rakamları alt üst ediyor, istatistikleri değiştiriyor. Youtube’a “Messi skills” yazdığınızda karşınıza sayısız video çıkıyor. Fikstüre bakınca, karşısında inanılmaz rakamlar yer alıyor. İki sezon önce La Liga’da oynadığı 32 maçta 46 gol atan birinden bahsediyoruz. “Kötü” geçirdiği iddia edilen sezonda 31 maça çıktı ve 28 gol attı. Sanki bir bilgisayar oyunu hilesi…  Muhteşem başarısı ve akıl almaz golleri, onu gerçeklikten koparıyor. Çünkü gerçek bu kadar kusursuz olamaz. Messi, bir insan olamaz. Sanki bir süper kahraman! Peki biz herhangi bir sporcu ile böyle bir bağ kurmak istemiyorsak? Bazen böyle sporcuların kendilerinin “insan” olduklarını hatırlatması gerekiyor. Messi için oldukça zor. Neyse ki Arjantin Milli Takımı var. Barcelona’daki başarılarını tekrarlayamadığı, Avrupa’da her sezon kendini defalarca kanıtlarken, tartışıldığı bir yeri var. Devamlı kıyaslandığı Maradona’ya aynı konuda yenilmesi de bundan. Messi, bütün canavarları yenip hep aynı bölümde kalan, o kısmı geçemeyen bir atari oyuncusu gibi…

Messi’nin kariyerinden birçok “güzel an” bulmak mümkün. Fakat, o anların çoğu “süper kahraman Messi” algısına hizmet ediyor. Sporcu Messi için ise 2014 Dünya Kupası ayrı bir yere konabilir. Kariyerinin başından beri kazanan bir adam; belki de ilk defa kazanmak zorunda. Messi için ve Messi’yi sevmek isteyenler için bulunmaz bir fırsat. Dünyaları kazanmış bir futbolcunun kendini kanıtlaması için ihtiyaç duyduğu bir alan. Ve umutlarını ona bağlamış bir ülke… Rakiplerle mücadele edebilirsin, peki ya insanı güçsüz bırakan baskıyla?

İsviçre maçında umutlar tükenmek üzereydi. Messi topu aldı, çalımını attı, sürdü… Normal şartlarda golü kendisi atardı fakat bu sefer videoyu kendi golüyle bitirmedi, Di Maria’yı günün kahramanı yaptı. Golü kendisi atsa belki bu kadar anlamlı da olmayacaktı. O artık Arjantin’in lideriydi. 1986 finalinde gol atmayan Maradona gibi. Gol atmıyor ama takımını kazandırıyor. Tam o anda Buenos Aires sokaklarından, belki de tüm Arjantin’den muazzam bir ses yükseldi.

Bu videoda Messi yok, çalım yok, gol yok… Messi algısını yaratan o kavramların hiçbiri burada yer almıyor. Burada bir sporcu ile onu destekleyenlerin arasındaki ilişkinin en saf hali var. Messi, turnuva sonunda bir kez daha Dünya Kupası’nı kazanamadı ama belki de en iyi turnuvasını oynadı. Sponsorlar, final maçından sonra ona ödüller yağdırdı. O ödüller de tartışıldı. İki farklı Messi aynı turnuvada… Bir tanesi kaybetse de ödülleri alan, futbol sektörünün gözbebeği, süper kahramanı olan Messi. Diğeri ise hala kazanmak zorunda olan, kaybetme korkusunu yaşayan ona duyulan güvenin en aza indiği anda ayağa kalkarak sokakları inletebilen, tüm insani özellikleriyle sahada yer alan gerçek sporcu. Biz, ikincisini tercih ettik.


https://www.youtube.com/watch?v=cG-ZmUE_4QY

Atahan Altınordu: Binlerce meslektaşı gibi, Lionel Messi’nin de bütün çocukluğu futbol topunun peşinde geçmişti. Onu diğerlerinden ayıran ise hastalığıydı. Tedavisini dünyanın öbür ucundaki Barcelona üstlenince, çocuk yaşta ülkesini terk etti ve onu dünyanın zirvesine çıkaracak yolculuğun ilk adımlarını attı. Bunları artık Messi’nin adı kadar yakından biliyoruz.

Bu yolculuğun bir durağı da ülkesini A milli takım seviyesinde temsil etmekti. Arjantin’i şampiyon yaptığı 2005 U20 Dünya Kupası’ndan 1,5 ay sonra bu fırsatı elde etti. Macaristan’la oynadıkları hazırlık maçının 64. dakikasında, sırtında taşıdığı yaşı, dördüncü hakemin kaldırdığı tabelada Lisandro Lopez’in numarasıyla yan yanaydı. ‘Yeni Maradona’ların son temsilcisi olarak oyuna girdi ve sağ kanattaki yerini aldı. Topla buluştu, hızlı adımlarla rakibinin yanından geçtikten sonra pasını aktardı ancak Macar savunması müdahale etti. Saniyeler sonra bir kez daha kendini gösterdi. Pası alır almaz yüzünü kaleye döndü ve yine hızla ilerlemeye başladı. Ancak geride bıraktığı 3 numaralı Vilmos Vanczak, formasını bir türlü bırakmıyordu. Kendini kurtarmaya çalıştı, olmadı, ikinci denemesinin ardından topa koşmayı kesti ve bıkkınlıkla arkasını döndü, Vanczak ise Messi’nin koluyla temasının ardından kendisini yere bırakmıştı. Değişikliğin ardından henüz 40 saniye geçmişti. Kısa bir tartışmanın ardından, karşılaşmayı yöneten Markus Merk, Vanczak için sarı kartını çıkardı. Yaşananları uzaktan takip eden Messi’nin payına düşense kırmızı karttı.

18 yaşındaydı Messi. Çocuk saçlıydı. Bu defa yavaş adımlarla saha kenarına doğru ilerlerken, başını özenle dik tutmaya çalıştığı belli oluyordu. Buna rağmen, gözlerindeki hayal kırıklığı da. İlk deneyim, hüsranla sonuçlandı. Bir ‘yetenekli ama şımarık futbolcu’ hikâyesinin daha ilk satırları mı yazılıyordu? Sonu yine hüsran mıydı?

Hayır, öyle olmadı. Messi, bugüne kadarki kariyerinin ilk ve son kırmızı kartını o gün gördü. ‘Yeni Maradona’ yakıştırmaları ise, çok geçmeden yerini ‘Messi mi Maradona mı’ tartışmalarına bıraktı…


Sencer Yücel: Lionel Messi, Barcelona’da düzenli olarak kadroya girip büyük bir yıldız olacağının sinyallerini ilk verdiğinde biz henüz Ronaldinho’yu izliyorduk. O varken de başka bir yeteneği “en iyi” diye çağırabileceğimize ihtimal verenlerin sayısı çok değildi. Barcelona maçlarında kimi izleyeceğimize karar vermekten yorulurken Arjantinli yıldız Brezilyalı abisinden rol çalmaya başlamıştı bile. Biz Messi’ye yoğunlaşırken Ronaldinho’da kısa sürede başlayan form kaybı, zirveyi uzun vadede rakipsiz bırakacak gibi görünüyordu ki rekabetin kurtarıcısı olarak Manchester United’ın genç yıldızı Ronaldo devraldı görevi.

Takip eden yıllarda en büyüğün kim olduğuna dair ardı arkası kesilmeyecek bir tartışmanın iki tarafı oldu Ronaldo ve Messi. Birbirlerini her sene daha da yukarı taşıyacak bir rekabete girdiler, bilinen tüm rekorların sahibi olmaya ant içmişçesine…

2009 Haziranı’nda Cristiano Ronaldo, Messi’nin bugün hala üstüne çıkamadığı bir rekora imza attı. Real Madrid’e 94 milyon Euro karşılığında transfer olarak o güne kadar “paha biçilebilen” en büyük futbolcu olarak tarihe geçti.


Uğur Ozan Sulak: Ben tercihimi Sid Lowe’ın favori Messi anından yana kullanacağım. Bir diğer tanımla, Jose Mourinho’nun ilk Clasico’sundan…

Anımsayanlar olacaktır, Kasım 2010’daki maç öncesinde derbiden daha çok Lionel Messi’nin gol serisi konuşuluyordu. Zira Messi daha sezonun dörtte biri bitmeden 22 golü bulmuş, Real Madrid karşısına da 10 maçtır gol atma serisiyle gelmişti. Clasico’da ise senaryo başkaydı.

Pep Guardiola’nın takımı o gün Real Madrid’e beş gol attı ve bunların hiçbirinin altında Lionel Messi imzası yoktu. Arjantinli, maç boyunca bir dakika bile oyunu zorlamadı. Keskinliği ve zekâsı 90 dakikayı kontrolü altında tutmasına yetmişti. Sadece ve sadece David Villa’nın golünde verdiği pas onun aslında kim olduğunu hatırlatabilirdi.


https://www.youtube.com/watch?v=ghZ1xiCuyUw

İnan Özdemir: Steve Jobs’un meşhur Stanford konuşmasından beri internetle haşır neşir olanlar noktaları geriye doğru bakarak birleştirmeyi seviyor. Çocukluk fotoğraflarıyla birlikte servis edilen “Onlar da bir zamanlar çocuktu” haberciliği, bunun en basit örneklerinden.  Mika Hakkinen’in fotoğrafı Björk ile yan yana konur, genelde buzlu camdan izlediğimiz, 100 metre yakınına bile yaklaşamadığımız starların bizim gibi olduğu, altını ıslattığı, mama yediği çağlardan kareler sağda solda paylaşılır.

Sporla ilgilenenler için bir de bunun farklı versiyonu vardır. Kariyerinin zirvesinde olan sporcularla ilgili efsane videolar bir anda internette dolaşmaya başlar. LeBron James’in lisede yaptığı smaçlar, Cristiano Ronaldo’nun Portekiz’de toprak sahada yaptığı afilli hareketler, Roger Federer’in gençliğinde oynadığı ve saçlarıyla dikkat çektiği maçlar önümüze serilir. Birdenbire, başarısını uzaktan izlediğimiz ve sırrını merak ettiğimiz bu adamların geçmişine dair önemli bir kaynak bulduğumuza inanırız. Bak işte, yetenek her şeyden önemliymiş. Çalışmak, 10 bin saat kuralı… Bunların hepsi o videoyu izlediğimiz birkaç dakikada kaybolur.

Messi de çocukluk maçlarını izleyip, “Ah işte buradaymış” yetenek tespitini yaptığımız yıldızlar ekolünden. Hatta o videoların en ünlülerinden birkaçına sahip. Herkesi çalımladığı maçları haber bültenlerinde, video sitelerinde, spor programlarında karşımıza çıkıyor. Muhtemelen onlardan bir tanesini siz de izlemişsinizdir. Muhtemelen bir gün yine izleyeceksiniz ve benzer şeyler aklınızdan geçecek. Ah işte buradaymış. Burada olan ne? Çalımlar, yetenek, noktalar. Messi’nin kariyerinin açılış sahnesi, onca yıldan sonra, hâlâ benim için açılış sahnesi. Bu filmin yönetmeni Godard değil, çocukluktan başlıyoruz.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler