Süper Lig’in son şampiyonu Beşiktaş ve Şenol Güneş oldu. 63 yaşındaki teknik adam, sezonun ilk günlerinden itibaren oynattığı pozitif futbolla heyecan yaratmıştı. O günlerde Şenol Güneş, Kutay Ersöz’e konuşmuştu. Kasım sayısında yer alan röportajdan Beşiktaş ile ilgili konuşulanları yeniden hatırlıyoruz…
Beşiktaş’a gelişiniz nasıl oldu?
Beşiktaş’a gelişim bu döneme rastladı. Bu dönemde de son anda oldu. Son üç yılda da adım geçmişti. Samet’ten (Aybaba) önce de Slaven Bilic’ten önce de konuşuldu, hatta belki o zaman daha fazla olabilirdi. Bu dönemde konuşulmasına rağmen bizim hiç görüşmemiz olmadı. Biz, Bursaspor ile kupa finali oynadık, sonra Karabük’te Ergun (Kantarcı) Abi’nin cenazesine katıldım, ardından Şampiyonlar Ligi finali için yurt dışına gittim. Seyrettim maçı, Türkiye’ye döndüm, başkan Fikret Orman aradı, görüştük, anlaştık. Yani ayaküstü oldu bizim işimiz. Bir yurt dışı işi vardı, o da olabilirdi. Bursa’da başkanla görüş farklılığımız vardı o yüzden ayrıldım yoksa Bursa’da da memnundum. Çok rahattım. Ama İstanbul’a gelirken bir yabancılığım yoktu. Beşiktaş belki de benim için son durak olabilecek bir yer. Bu işin finali gibi. Beşiktaş’ın kadrosu ve beklentileri bana örtüşmeye daha hazır gibi düşündüm. Kulüp de öyle düşündüğü için biraz da beni aldı. Şu anda bir sıkıntım yok. Gelirken çok derin düşünmedim. Ahmet Nur Çebi’yi de eskiden tanıyordum. Başkanın rahmetli babası Abdülkadir Orman ile daha ben oyuncuyken yolumuz kesişti. Beşiktaş Serdar’ı transfer ettiğinde Trabzonspor’a senet vermişti. O senetler oyunculara ödendi sonra. Biri de bana geldi. O dönemin fotoğrafı var; Abdülkadir Bey’in yanında başkan var henüz 10 yaşında. Metin Albayrak’ın babası Sami Albayrak da bizim zamanımızda yöneticiydi. Biz hep iç içeydik yani. Camia içinde çok tanıdığım var. Ahmet Kavalcı mesela, Sinan Vardar, Mete Vardar ailece görüşürüz. Bir de içeri girince çok çevre gördüm. Anlaşmamızda bir sıkıntı olmadı, girince de bu kadar Beşiktaşlı olduğunu bilmiyordum. Daha mütevazı, daha sessiz bir camia. Galatasaray ve Fenerbahçe’nin daha ses getiren bir yapısı var. Dolayısıyla hiçbir zorluk olmadı.
İkna süreci nasıl gerçekleşti?
Fikret Orman ile çok kısa görüştük. Ahmet Nur Çebi de vardı. Çalışmayla ilgili prensibim vardır benim. Oyuncuyla ilgili sorunların bana gelmesini istemem. Geçen sene de bunlar olmuştu, sağolsun başkan ilk geldiğimde halletti. Beşiktaş’ın da sıkıntıları var. Geçmişten gelen borçlar ve onları düzeltmek için gayretler var. Kolay iş değil. Ama hallettiler. Şu anda da sorun yok. Birinci önceliğim şu; çalıştığınız elemanın huzurlu gelip, size teslim olması lazım. İşini yapacak. İkincisi tesislerin kullanımı. Çalışma ortamı rahat olacak. Bunları konuştuk. Onlar da kabul etti. Kendim için bir şey demedim. Ben de her şeyi isterim ama kulübün de bir ekonomisi var. Bir sorun olacağını tahmin etmiyordum zaten. Beklenti olarak şampiyonluk söylendi zaten. Ben de basın toplantısında dile getirince Trabzonlular kızdı zaten. Beşiktaş ile şu an örtüşen en büyük istek şampiyonluk beklentisi. Beşiktaş uzun yıllar bu beklentiye çok girdi. Ben de çok istiyorum. Takımın da istediğini düşünüyorum. Başlangıç olarak olumlu başladık. Yeterli miyiz değiliz, ama iyi gidiyoruz.
Beşiktaş’tan ‘son durak’ diye bahsettiniz, bu size ekstra bir motivasyon sağlıyor mu?
Bu konuda eleştirildim. Bazı arkadaşlarım da dedi bunu. Yaşlı olduğumu söylediler, doğru, ben neysem oyum, yalın vaziyette duruyorum. 63 yaşındayım. Ama çalışma olarak ilk günkü heyecanımın farkı yok. Sadece tecrübe farkım var. O zaman daha fanatiktim. Şimdi daha sakin şekilde planlıyorum. Ama hırs olarak ben de değişiklik olmaz. Ben işime odaklanıyorum, işimi çok seviyorum. İşim gereği, kendime de çalıştığım ekibe de acımasızımdır. Hata yapıyorsam işle ilgili yapıyorumdur ama onu da yönetmeye çalışıyorum. Şu aşamadan sonra benim buradan alacağımın kariyerime çok büyük katkısı olmaz. Evet, bir değer daha katarım. Veya başarısız olursam başarısız oldu denilir, eleştirilirim. Yeni başlayan biri değilim. Yeni beklentileri olan biri değilim. Bu dakikadan sonra tadında da bırakabilirim. Biraz daha tecrübe katarak enerjimle devam edebilirim. Şu anda taşıyabileceğim enerjim var. Heyecanım ve hırsım da var, aklım ve bilgim de var. Bunları paylaşacağım.
Kulüpteki ortamı nasıl buldunuz? Şampiyonluk kaybeden camia…
Beşiktaş’ın geçmişteki yönetimleri, hocaları, futbolcuları hepsi takıma katkı yaptı. Onlara teşekkür etmek lazım. Biz hep tersini yapıyoruz. ‘Bu mahvetti takımı, yanlış yaptı’ diyoruz. Olabilir. Yanlış da bir derstir aslında. O yanlış yaptı biz onu yapamayacağız, ders çıkaracağız. İyi ki yaptı demeyeceğiz, eleştirinin üzerinde durup kalırsak olmaz. Evet kulübün borcu var şu an. Tamam idari bir konu ama biz bununla yaşayacağız. Tesisler bu, takım bu…
Ben geçen sezon Beşiktaş’ın şampiyonluğu hak ettiğini düşünüyorum. Ben bunu Bursaspor’dayken de söyledim. Beşiktaş hakikaten iyi oynuyordu. Sezon başındaki çıkışlarını sezon sonuna taşıyamadı. O yüzden de eleştiri aldı. O nedenle eleştiri alması doğaldı. Çünkü çok kolay kaybedildi. Ama futbol böyle bir oyun. Her şey iyi giderken birden kötü gidebilir, tersi de olabilir. Aynı şeyi biz de yaşayabiliriz. Şu anda bize övgü var. Evet iyi işler yaptığımız için övgü var, iyi oynuyoruz, lideriz ama mükemmel değiliz. Galatasaray ve Fenerbahçe bizim arkamızda ama geçen sezon da ikisi geriden gelip öne çıktı. Bütün bunları görmezden gelemeyiz. Bize aşırı övgü olmasından da rahatsızım, doğru değil. Bizim için önemli olan, geçen sezon yaşanan sıkıntıları aza indirmek. Ayaklarımız yere sağlam basacak. Her maçımızı kazanmak için oynayacağız. Geçmişte böyle oldu diye düşünmeyeceğiz. İşimize odaklanacağız, kendimizi geliştireceğiz. Bütün bunlara rağmen en önemlisi oynadığımız oyundan keyif alacağız. Maça, idmana geldiğimiz zaman futbolcu oynadığı oyundan keyif almıyorsa dışarıya da keyif veremez. Seyirci de keyif almalı ve gurur duymalı. O adımı atmaya çalışıyoruz. Futbolun keyif tarafı hücum, gol atmak. Tabi ki gol yemeden atmak istiyorum ama gol yiyebiliriz. Ama oyunu keyifle oynuyorsak ve sonunda kazanıyorsak işimizi iyi yapıyoruz demektir. Şu an bunu yapmaya çalışıyoruz.
Stadyum sorunu hakkında neler planlıyorsunuz?
Stadyum, bir sorun. Düzeltmeye çalışacağız, söyleyeceğiz, bekleyeceğiz. Ama teslim olmayacağız. Stadımız yok diye bahane üretmeyeceğiz, bununla nasıl yaşayacağımızı bulacağız. İşimizi iyi yapmamız gerekiyor. İşler düşündüğünüzün dışında gidebilir. Mühim olan şartlar zorlaştığında işinizi doğru yapabilmek. O günü geçiştirmek. Saha sorun olabilir, ekonomik kriz olabilir, takımda eksik olabilir. Olimpiyat Stadı; evet ambiyansı sıkıntılı, rüzgar var. Ama oynamamız gerekiyorsa oynayacağız. Biz şu anda stadyumu gündeme getirmeyi doğru bulmuyoruz. Başlı başına tartışılması gerekir. Bu sadece takımın kazanması kaybetmesi ile ilgili bir olay değil. Ait olma duygusu için de önemli. Sadece futbolcu için değil. Taraftar için, kulüp için. Ortak değeri yaşayacağın bir alan olması lazım. Orası bayram yeri olmalı, keyif almalısın. Dolmabahçe’ye gelen, oturduğu yeri bilen, takımın gelişiyle ayrı bir eğlence yaşayan tribün oluştuğu zaman; taraftarlık müessesini de çoğaltır. Şu anda onu yapamıyoruz. Bir dağınıklık var. Bizim taraftarımız kim? Bir soru işareti var. Ayrıca tartışmak gerekir. Tahribatı fazla. İki yıl oldu. Seyircinin gezerek gittiğini görüyoruz. Ankara, Konya… Onun da artılar var. Türkiye’nin her yerine taraftar getiriyorsun, herkesle beraber oluyorsun. Ama bir merkezde olduğu zaman şurada şu şeyirci var, takım burada böyle oynuyor dersin. Zaten Beşiktaş tribününün katkısını, heyecanını biliyoruz. Şimdi onda bir değişim var. Dağılma var. Adam Olimpiyat’a gelemiyor. Onun için zor. Dolmabahçe en güzel yer ama şu an yok. Olmayan şey üzerine konuşmak da doğru değil. Sadece takımın maç oynayacağı bir saha olmayacak. Sahadaki oyuncu ile tribünün buluşacağı alan olacak. O artık evine gelmiş gibi olacak. O zaman yeni taraftarlar da gelecek. Ama şu anda benim gündemimde yok. Biz idman yapacağız, maçımızı oynayacağız yarışacağız.
Kendinizi ifade ederken zorlandığınızı hissettiniz mi?
O benim zorluğum değil, o toplumun zorluğu. Ben anlatıyorum da karşı taraf ne anlıyor. Beşiktaş’a geldiğim günkü basın toplantısında, ‘Şampiyonluk görmedim’ dediğim zaman, karşı tarafın kafasında bir düşünce varsa sen ne izah ediyorsun bakmaz bile. Biz Dünya Kupası’na 48 sene sonra gittik. Hatırlamıyoruz, bilmiyoruz. Nasıl bir seyahat olacak, nasıl maçlar olacak, hiç bir şey bilmiyoruz. Ve Uzakdoğu’ya gittik. Ne dedik biz o zaman? Tanıtım, fair-play, sportif başarı. Bunları bana biri mi verdi. Okulda mı vardı? Hukuk mu okudun avukat oldun, tıp mı okudun doktor oldun? Hayır. Bizim öyle bir okulumuz yok. Biz bunu yaptık, gittik, geldik. Üçüncü olduk. Neden birinci olmadın dediler. Haklı. Doğru. Olamadık, bu kadar yapabildik biz. Bunun üzerinden kendimi yargılamam, ama sorgularım. Bu kadarına gücüm yetti benim. Ama öteki yaptıklarımızı hiç incelemediler. Ne yaptığımı sormadılar da bana. Çünkü hiç kimsenin umurunda değildi. Ben onlara bakmıyorum. Onlarla benim yarışım yok. Şimdi siz bir hayat çiziyorsunuz ve benim size bir şey vermediğimi düşünüyorsunuz. O sizin sorununuz. Ben kendi içimde rahatım zaten. Benim sıkıntım değil. Benim Beşiktaş’ta veya milli takımda çalışmak kaygım değil. Çalışırken işimi düzgün yapmazsam kaygılanırım. Yapmadığım şeyden neden sorumlu olacağım? Şuna katılırım. Daha iyisi için… Ama karşındaki onu da anlatmaya çalışınca bu sefer o seni yönetmeye başlıyor. Bu sıkıntı var Türkiye’de. Bir defa biz birbirimize neyi izah edeceğiz. Nasıl ilişki kuracağımızın bir ortalaması yok. Birçok antrenör olarak şikayetçiyiz. Maçtan şikayetçiyiz, hakemden şikayetçiyiz, hayattan şikayetçiyiz. Antrenör, ‘Adamım yok, bana iş vermiyor’ diyorlar. Benim hayatım boyunca hiç adamım olmadı. Hep beni istediler. Demek ki bir şey yapıyorum. Demek ki bir şey yaparak bir yere gelinebiliyor. Daha iyi yerlere gelebilirdim. Böyledir bu hayat. Demek ki Mourinho tercümanken antrenör olabiliyor. Bunu olamayan da var ama olmadığı zaman bunu bahane olarak kullanmasın. Ben de dünya çapında olabilirim ama eksiklerim var. Bu kadar yetişebildim ben. Yeni bir nesli daha iyi yetiştirmeliyiz. Daha donanımlı yapmalıyız. Bilgilerle donatmalıyız, davranışlarla geliştirmeliyiz.
*Bu yazı, Socrates’in Kasım sayısında yayımlandı. Derginin tüm sayılarını temin edebileceğiniz satış bağlantıları için tıklayın!