Bu yazı ilk olarak Socrates’in Ekim 2019 sayısında yayımlandı. Tüm sayılarımıza bu adresten ulaşabilirsiniz.
İstiklal Marşı’nı kim okuyacak? Yapısal sorunları eksik olmayan Türk futbolunun son dönemdeki ana gündemlerinden bir tanesi bu. Peki neden? Dördüncü sezonuna giren mevcut kural, beraberinde ne getirdi? Yabancı sayısı neyi değiştiriyor? En ideal formüle nasıl ulaşılır? Türk futbolunun gerçek sorunlarını tespit etmeye çalışırken, kimi zaman telefonun ucunda kimi zaman masanın karşısında bu soruların izini sürdük ve sonunda hiç de şaşırtıcı olmayan bir adrese ulaştık: Altyapıya! Dolayısıyla, az sonra okuyacaklarınız salt yabancı sınırıyla sınırlı bir dosya değil, aynı zamanda ‘ülke futbolunu kurtarmak’ konulu bir fikir teatisi…
YABANCI SINIRI NEDEN SÜREKLİ GÜNDEM OLUYOR?
ÖNDER ÖZEN: Yabancı sınırı neden gündem oluyor, bilmiyorum. Gündem oluyor mu, onu da bilmiyorum.
UĞUR MELEKE: Çok geniş, iyi yerli oyuncu havuzumuz yok. İddia ediyorum, o dönem Euro 2000 ve 2002 Dünya Kupası kadrosuna giremeyen oyunculardan 23 kişilik kadro yapsan bugünkünden iyi bir takım çıkar. Dolayısıyla o yılları yaşamış olanlar, gerekçe arayışına giriyor. Yabancı sınırı haricinde bir şey akıllarına gelmiyor çünkü çok yüzeysel bakıyorlar. Veya şunu söyleyemiyorlar: “Ben son derece kalitesiz bir medyayım ve kaliteli gençleri de oraya sokmuyorum, savaşıyorum, altını oyuyorum, sokmamak için orayı burayı arıyorum. Son derece kalitesiz bir yerli antrenör çetesi var, TV yorumcularıyla beraber çeteleşmiş ve sonunda başarmış. Şu an sadece 1 yabancı hoca var ligde. Yöneticilerin zengin ve holigan olmak dışında hiçbir özelliği yok, sadece babaları zengin.” Tüm bunları söyleyemeyince ne kalıyor geriye? Yabancı sınırı…
EMRE ZENGİLLİ: Orada biraz politika da devreye giriyor. Yerli oyuncular lobi oluşturabiliyorlar. Vatan, millet, Sakarya düşüncesi bu topraklarda hâkim olduğu için “Türk çocuğu burada oynamıyorsa oturup düşünmemiz lazım” diyor insanlar. Düşünmemiz lazım ama asıl en başta işi bu noktaya getirmememiz gerekiyordu. Altyapıyı düzeltip Türk oyuncu çıkmasını beklemeliyiz. Ama beklerken medyadan eleştiriler gelirse, “İstiklal Marşı’nı kim okuyacak?” gibi duygusal alanlara girilirse bunun içinden çıkamayız.
AYKUT KOCAMAN: Türk futbolunun sorununu yabancılar üzerinden başlayarak da anlatabiliriz. Bu, işin bir bölümü olduğu gibi bir bakıma tamamı da… Esas problem ülkenin de problemi gibi: Daha çok tüketmeye yönelik zihinler… Ben bunu biraz da kolaycılık ve ucuzculuk olarak görüyorum.
20 yıl sonra da aynı şeyleri konuşacağız. Belki zamanla bir şeyler doğruymuş gibi gözükecek, dünyanın büyümesiyle paralel olarak bir şeyler düzelmiş gibi olacak ama işi istenen, olması gereken, verilen önem açısından imrendiğimiz Avrupa takımları seviyesine getiremeyeceğiz. Bu şekilde giderse hep arkadan izleyeceğiz. Türk futbolu köklü bir dönüşüme girme iradesini gösteremediği sürece sorunlar baş göstermeye devam edecek. Kötümser görünebilir ama böyle. Bunu kabul etmeden yapılanlar ne yazık ki boşa olacak.
SÜREKLI YABANCI KURALINI KONUŞMAK KULÜP PLANLAMASINI ZORLAŞTIRIYOR MU?
EMRE ZENGİLLİ: Bu yaz biraz da Türk oyunculara yöneldik. İçimizde şu kuşku vardı: Ya yarın yabancı sayısı sekize düşerse?
ÖNDER ÖZEN: Bir kural tasarlanır ve anons edilir. Sonra, yöneticiler buna göre plan yaparlar. 100 profesyonel kulübün 80’i değiştirilebilir planlar yapabilecek esneklikte, 10 tanesi bu esneklikte değil, diğer 10’u ise tutucu şekilde planına sadık kalmak istiyor. Sık değişen kurallar bu son grubu yakar. 80 kulüp günlük yaşadığından onlar için bir sıkıntı yoktur. Ben kişisel olarak bir sıkıntı yaşamadım, Beşiktaş yaşar diye düşündüm çünkü böyle bir elastikiyeti olduğundan haberdar değildim. Ana planı var, onunla yürür zannetmiştim; itiraz etmemin sebebi buydu. Karşı olduğum şey yabancı oyuncu sayısı veya sınırı değildi.
İtirazım, anons edilmeden değiştirilmiş olması, uzun vadeli planları olan kulüplerin de bu duruma hemen adapte olamayacakları endişesiydi. Yazılı ve sözlü olarak defalarca sordum, anons edilen şey 6+2+2 idi, bizzat başkan çıkıp “Kademeli olarak düşecek” demişti. Batı toplumlarında beyan esastır. Biz de bunu esas alarak plan yaptık. “Burası Türkiye, ne olur ne olmaz” diye de defalarca sordum ama bir yanıt alamadım. Yoksa ben mağdur olmadım, yürüdüm yoluma gittim. Benim için konu kapandı. Beşiktaş için kapanmaz sanıyordum ama hiç oralı olmadılar. Hatta yeni kurala en iştahla yaklaşan iki-üç kulüpten biri gibi davrandılar.
YABANCI KURALI NEYİ DEĞIŞTİRİYOR?
DAVID BADIA: Yabancı oyuncu sayısı altıya düştü diyelim. Oralara inmesi felaket olacak, kalite aşağı düşecek ve maçları kimse izlemeyecek. En sonunda da sponsorlar para vermeyi kesecek, lig iyiden iyiye gerileyecek. Sorun yabancı sayısının fazlalığı değil, bu bir bahane. Eğer gençlere yatırım değişmezse her şey aynı kalacak. İyi oyuncular yetiştirin, sonrasını kafanıza takmayın.
AYKUT KOCAMAN: Yabancı sayısı esnekken tüm dünyaya hâkimsiniz. Bütün ülkelerden, bütün takımlardan bir şekilde kesenize uygun oyuncu bulabiliyorsunuz. Kulübü yönetenler için en kestirme yol yabancı oyuncu, bu yüzden rağbet yüksek. Diğer taraftan şöyle bir şey var: Dünyayla rekabet etmek istiyorsanız kendi standardınızı ölçtükten sonra yarışmak istediğiniz takımlar seviyesinde oyuncu arıyorsunuz. Hem kolaycılık hem de o standardı yakalama çabası. Bu da bir anlamda yabancıya doğru akışı getiriyor.
EMRE ZENGİLLİ: Yabancı sayısının düşmesi, kârlılığı azaltır. 14 alma hakkınız varken içinden ikisi çok iyi çıkıyor. Diagne, Trezeguet gibi… Ama 8 isim aldığınızda belki biri o seviyede olabilecek. Bazı transferler “Fark yaratan bir oyuncu alalım, taraftar maça gelsin” düşüncesiyle yapılıyor. Daha az yabancıya izin varken, fırsat transferleri için, deneme yanılmalar için imkân kalmıyor. “Hata yapmamam lazım” diye düşünüyoruz.
ÖNDER ÖZEN: Oyuncu yetişmemesiyle yabancı sınırı arasında bir korelasyon kuramazsınız. Peki neyi değiştirir? Spikerlerin hayatına etki eder, telaffuz konusunda zorlanabilirler. Menajerler yabancı dil kursuna gitmek zorunda kalabilirler. Tercümanlar menajerlerle çalışma imkânı bulabilir. Emlakçılar… Yabancı sınırının milli takıma herhangi bir etkisini düşünmedim hiç. Eve gidince düşüneyim… Daha o noktaya gelemedim.
“YERLİ FUTBOLCU TEŞVİK SİSTEMİ”
SAVAŞ SERDAR: Bu kural, yerli oyuncuların piyasaya çıkmasını sağlayacak bir proje olarak ortaya atıldı. Ama orada yerli oyuncu oynaması adına 6 milyon liraya varan bir teşvik vardı. Ne kadar yabancı oynatıyorsanız o kadar para yatırmak zorundaydınız. O para Kulüpler Birliği toplantısında konuşulup önce düşürüldü, sonra hiç ödenmedi. Daha öncesinde altyapıdan oyuncu oynattığında devreye giren bir fon vardı, bir ara kaldırılıp geri getirilmişti; sonra bir daha kalktı ve geri de gelmedi. Dolayısıyla Fatih Hoca’nın futbol direktörü olduğu dönemde yapılan planlama, sadece 14 yabancıyla uygulandı. Geri kalan hiçbir şey uygulanmadı.
AYKUT KOCAMAN: Yabancı oyuncu denen şey her yerde her keseye göre var. Ama fona para da ödemek istemiyorlar bunu yaparken. Dolayısıyla kulüplerimiz geleneksel ucuzculuk ve kolaycılık anlayışıyla oyuncu yetiştiren takımlara ‘ödül’ veren sistemi yok etti. Benim kafam şöyle çalışıyor: “Şöyle bir kural gelmiş, ne kadar fazla yerli oyuncu oynatabiliriz, bunun kulübe getirisi ne olur? Kulübün hangi sorunlarını çözer?” Hepsini dengeleyen bir sistem gibi gözüküyordu bu teşvik sistemi. Ama devreye kolay tüketim girdi.
BÜYÜKLERLE ARADAKİ MAKAS DARALDI MI?
AYKUT KOCAMAN: Yabancı kuralı kesinlikle Anadolu kulüpleri için bir avantaj. Kısa dönemde, özellikle VAR’ın da çıkmasıyla beraber 2-3 yıldır bir gerçek var ortada. Maçlar yakın geçiyor. Ancak bu böyle gitmeyecek tabii. Tarih bize gösteriyor ki bütün branşlarda olduğu gibi futbolda da güçlü olan bir yerden sonra kendi devrini yakalıyor. Bundan hiçbir kuşkum yok, şu anki geçici bir durum. Tarihsel güç, mali güç, başka güçler buna yol açıyor. Makas daralmış olsa da durum yeniden söz konusu büyük kulüplerin lehine dönecektir.
Aynı yorumu Avrupa’yla olan makas aralığı için de söylüyorum. Hep bir fark olacaktır. O farkı zaman zaman doğru yabancılarla kapattığımız dönemler olacak ancak bu oyuna dair her şeyi doğru yapmaya çalışanlar Avrupa takımları olduğu için takımlarımız onları yakalayamayacaklar. Çünkü ne üretme kabiliyetimiz var ne de bu yönde bir çabamız…
UĞUR MELEKE: Rekabetçilik seviyesi arttı. Geçen sezon 69 puanla şampiyon çıktı, 3 puan 18 takımlı periyodun, modern dönemin en düşük puanlı şampiyonu. Önceki sezon da dörtlü bir zirve vardı, son derece rekabetçi. Deplasmanda kazanmak zorlaştı, bu sezon altıncı bir şampiyon çıkabilir. Sadece Alanya değil bence Malatya da iyi. İyi arama-tarama yapan Anadolu takımının iyi transfer yapma şansı doğdu. Şimdi Alanyaspor 700 bin euro’ya Bakasetas’ı, 500 bin euro’ya Siopis’i alıyor. İkisi de Yunan milli, önceden çok mümkün değildi bu. Mevcut kural Anadolu takımlarının önünü açtı. Üç yıldır vizyonları da gelişti, arada yanlış da yapıyorlar ama yavaş yavaş artık doğru yapmaya başladılar. Daha iyi yabancı alıyorlar. Birinci sebep bu, ikincisiyse 2015-16 sezonu ligin toplam değeri 1 milyar euro’ya yaklaşmıştı. Sonra ne oldu? Büyük bir ekonomik kriz, dövizdeki inanılmaz fırlamalar derken bugün 600 milyon euro’lar seviyesine düştü. Bu para da daha çok büyüklerden çıktı. Önceden ligin toplam değerinin yarısı dört büyüklerdi, şimdi muhtemelen yarısından azı. O da tabii Anadolu takımlarıyla büyükler arasındaki makası daralttı. Yani bir sebep yabancı sınırı, bir sebep de finansal daralma.
ARTAN OYUNCU İHRACINDA MEVCUT KURALIN ETKİSİ VAR MI?
EMRE ZENGİLLİ: Şu anki kuralla bizim ihraç ettiğimiz oyuncu miktarı, önceki dönemlere göre yüzde 50 arttı. Her yıl da artmaya devam ediyor. Yerli oyuncular kendilerini göstermeye başladılar. ‘Win-win’ bir durum var burada.
ÖNDER ÖZEN: “Kural bu hâle geldi ve oyuncu ihraç etmeye başladık” görüşü kesinlikle doğru değil. Uzaktan yakından alakası yok. Oyuncu yetişmesi konusu milli takım, profesyonel spor kulüpleri, Süper Lig, 1. Lig ekseninde konuşulmaz. Altyapıların, akademilerin konusudur. Yetenek seçimi, yeteneğin eğitimi, müfredat, uygulayacak antrenör, antrenörün donanımı ve eğitimi… Sepp Piontek’e bakarsak saha ve tesis, Serpil Hamdi Tüzün’e bakarsak antrenörün kalitesi -asfaltta da çakıl taşının üzerinde de oyuncu yetiştiririm ben diyor mesela. İkisi de değerli fikirler ama Süper Lig, milli takım ekseninde konuşulmaz bunlar. Oradan çıkarım yapamazsınız.
AYKUT KOCAMAN: Yabancı oyuncuların sayısının artışı yerli oyuncuların yurt dışına gidişini kolaylaştırmış gibi gözükmekle beraber bence ekonomik olarak deniz bitti. Uzun yıllardır kulüpler mali anlamda yaşayan ölü gibi devam ediyorlardı. Son 2-3 yıl da bu hâlde gitti ve duvara çarptılar. Galatasaray’ın Ozan Kabak’ı satması, Fenerbahçe’nin Eljif Elmas’ı elden çıkarması, Gençlerbirliği’nin Mert Çetin’i Roma’ya yollaması… 8-10 yıl öncesini, yani kulüplerin mali anlamda bu kadar darda olmadığı günleri düşünürsek Gençlerbirliği o çocuğu 3 milyon euro’ya satar mıydı? “Biz vermeyiz, satmayız, aman taraftar ne der…” Oysa futbolcularımızın yurt dışına gidiyor oluşunun temel sebeplerinden bir tanesi; kulüpler çıkış arıyor, oyuncularına gelen teklif her ne kadarsa onu kabul ederek paraya çevirmeye çalışıyorlar. Burası biraz daha önde gözüküyor bence ihracat konusunda.
ÖNDER ÖZEN: Semih Kaya’nın yurt dışına gitmesi, yabancı kuralı kapsamında değerlendirilebilir. Yoksa Cengiz’in, Ozan’ın falan sınırla alakası yok. Semih 2 liraysa aynı özellikteki birini 1,5 liraya alabilecekti Galatasaray; o yüzden vermedi kontrat ve Semih de gitti. Bir tane örneğimiz var, başka var mı? Belki Sinan Gümüş olabilir…
UĞUR MELEKE: Bir, yerliler eskisi kadar büyük maaş almıyorlar. İnanılmaz paralar kazandılar bir dönem. Bu kural, yerlilerin aldığı maaşı uluslararası seviyelere çekti. Azalttı deyince yanlış anlaşılıyor; serbest piyasa koşullarına indirdi. Yurt dışında değeri sıfır olan adam burada 2 milyon euro alıyordu. Yabancı telefon girişini yasaklarsan yerli telefonun fiyatı yükselir ama globalde bir karşılığı var mı, yok. O hesap. Dolayısıyla yerli oyuncu gitmek istemiyordu, şimdi bakıyor paralara çok fazla fark yok. Mesele sadece Roma’ya ya da ne bileyim Juventus’a giden oyuncu değil. Emre Çolak’ın Deportivo’ya gitmesi de önemli. Semih Kaya’nın Sparta Prag’a gitmesi, Salih’in Sion’a gitmesi de önemli. Dünya görüşü, vizyon anlamında gelişiyor. Yabancı dil öğreniyor. Milli takıma çok daha gelişmiş olarak dönüyor. Potansiyelini ortaya çıkardığında, bir büyük takıma geçiyor. Lille geliyor İstanbulsporlu Duhan’la da ilgileniyor, Roma Mert Çetin’i de alıyor. Daha fazla oyuncuya kapı açılıyor, daha fazla genç insan gelişiyor. Bu aslında cumhuriyetin ilk yıllarında potansiyeli yüksek gençleri Avrupa’daki iyi üniversitelere, iyi şirketlere gelişsin diye göndermeye benziyor. Sonra onların Türkiye’ye dönüp siyasetçi olmaları, hastanelerin başhekimi olmaları, büyük firmaların muhasipleri olmaları gibi. Gönderiyorsun, gelişiyorlar, sana artı değer olarak dönüyorlar.
ALTYAPI
ÖNDER ÖZEN: Oyuncu yetişmesi için belli şartlara ihtiyacınız var. İlki insan kaynakları; eğitilebilir yaşta çok sayıda çocuk var, oraya çentik atalım. İkincisi, ham maddeyi hamlıktan çıkaracak eğiticimiz var mı? Üçüncüsü, eğiticiler yaşlanıp sahneden çekildiğinde bilgileri güncellenmiş, genç, modern dünyaya adapte olmuş yeni bir antrenör ekibi gelecek mi? Eğitimci kadrosunun uygulayacağı müfredat var mı? Müfredat geçerli, güvenli mi? Bunların uygulanacağı tesis var mı? Son olarak da tesise gelecek çocukların zamanı var mı? Okul, dersane, özel ders, tam gün eğitim… O zamanı verecekseniz, altyapıyı konuşalım; vermeyecekseniz Adebayor’u konuşalım. Veya kimse işte… Oyuncu yetişme mevzusunu bunlar üzerinden konuşabiliriz; Süper Lig, milli takım, yabancı kuralı düzleminde değil.
DAVID BADIA: Gerekirse 10 milyon euro yatırıp profesyonellerle çalışılmalı. Arkadaşların arkadaşlarıyla değil. Herkes masaya CV koymak zorunda. Bana neler yapabileceğinden bahset, ben de neler yapabileceğimden bahsedeyim. Seni tecrübelerinden ve yeteneklerinden dolayı işe alayım; başkasının arkadaşısın ya da 1972’de gol kralı olmuşsun diye değil.
SAVAŞ SERDAR: “Altyapıya ne kadar yatırım yapıyoruz” başlığı altında şunları sormamız gerekiyor: A takımda oynayan sporcularla akademimizde yer alan sporcular eşit şartlarda mı yarışıyorlar ya da benzer koşullarda mı hizmet alıyorlar? Konakladıkları yer, yaşadıkları yer, tesisleri, sahaları, duşları birbirine denk mi? Beslenme uzmanları, fizyoterapistleri, iki doktorları, beş masörleri var mı? Bu şartlarda çalışan bir A takım sporcunun formasına; Milli Eğitim Bakanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın ortaklaşa çalışmaması sebebiyle öğleden sonra üçte okuldan çıkıp, trafik keşmekeşi içinde akşam vakti idmana gelerek, orada dört-beş ayrı yaş kategorisiyle aynı sahayı paylaşan akademi sporcusu talip olabilir mi?
Biz önce bu makası bir kapatalım, aynı şartlarda çalıştıralım bir bunları; yabancı sayısının etki edip etmediğini ancak o zaman görebiliriz. Avrupa’da yaşadığım ve çalıştığım dönemde her şey bu şekildeydi. Her yaş kategorisinin farklı bir soyunma odası vardı ki çocuklar bir üst kategoriyi hedefleyebilsin.
EMRE ZENGİLLİ: Altyapıda ne yeterince kalifiye hoca var ne yeterince tesis… Kendimden de örnek vermem gerekirse, üst yapıya verdiğim önemi altyapıya vermediğimi görüyorum. Altyapıdaki hocaya “Sana yeterli miktarda bir maaş, yeter ki benim altyapımı sürdür” diyorum. Hâlbuki bu yanlış, oradaki hocalarımıza ve gelişmesini istediğimiz oyunculara yağdırmamız lazım. Yurt dışına gönder, eğitim alıp dönsün mesela. İspanya’da kursunu eğitimini alıp gelsin.
DAVID BADIA: Eğer altyapınızda Messi varsa gidip diğer ülkelerde başka oyuncu aramazsınız. Ama Messi yoksa ve maçları kazanmak istiyorsanız, fiyatı ne olursa olsun yönetimi daha iyi bir oyuncu almak için zorlarsınız. Aslında Türkiye’de birçok Messi’nin olduğuna eminim. Birçok, sadece bir tane değil. Odaklanmanız gereken şey onlara eğitim vermek. Futbol içi eğitimden bahsediyorum, nasıl oynamaları gerektiğini öğretmeniz gerekiyor. Elbette Messi, tartışmasız yeteneklere ve en iyi genlere sahip. Ama Türkiye’de ya da başka bir ülkede doğsaydı ne olacaktı? Bugünkü kariyerinin arkasında, doğru kalitede idman yapması ve antrenman yaptığı kişilerin kim olduğu da yatıyor.
SAVAŞ SERDAR: Tesisleşme konusunda bir şey söyleyeyim: Ülkemizde birçok stat yapıldı. Bu statlarla övünüyoruz ama bazı handikaplar var. 300 bin nüfuslu şehre 40 bin kişilik stat yapılmış. Süper Lig’de zaten 8-10 bin ortalamaya oynuyoruz. Üstelik bu işi ‘show business’a çevirebilen bir ülke de değiliz. Müsabakaya giden insanlara tüm günü orada harcatamıyoruz. Dolayısıyla, on milyonlarca liraya mal ettiğimiz statlarda sadece 15 günde bir maç yapıyoruz. O statların yapılış amaçlarını da biliyorum; milli maçlarımızı her şehirde oynayalım, milli duyguları her yerde yaşatalım istiyoruz, evet buna da katılıyorum ama kaç milli maç oynanacak ki o statta? Elbette statlarımız olsun ama bunların, antrenman sahalarının bol olduğu şekilde yapılıp altyapı tesisleşmesine hizmet etmesi bize daha çok fayda sağlar diye düşünüyorum. Demiyorum ki Manchester City’deki, Liverpool’daki gibi otuz tane sahamız olsun ama dört takım da tek sahayı paylaşmasın. Ben üç takımın aynı anda aynı sahada antrenman yaptığını gördüm. Biri bir kalede, biri diğer kalede, ortada çalışanın kalesi yok!
DAVID BADIA: Antalya’daki yeni stadyumun hikâyesini biliyor musunuz? Kapasite 25 bin kişilik olacaktı, plan normalde oydu. Ardından işin ortasında kapasiteyi arttırmaya karar verdiler ve sahayı 5-6 metre aşağıya çektiler. Bu yüzden de saha Güneş ışınlarını almamaya başladı. Bana bu kaymadan dolayı çimlere Güneş ışınlarının gelmediğini söylediler. Bunları kim tasarlıyor, kim onay veriyor?
AYKUT KOCAMAN: Kadroda altyapıdan oyuncu sayısı kademeli olarak 4-5-6’ya çıkartılacak şekilde düzenlenebilirse, kulüpleri yaşadıkları ekonomik darboğazın etkilerinden kurtulma isteğiyle biraz daha altyapılarına önem vermeye itebiliriz. Yöneticilere bunun israf değil, esasında tasarruf olduğunu gösterebiliriz. Çünkü yönetici “Altyapıya 500 bin dolar harcayacağıma 1-2 milyon dolar harcayıp iki oyuncu alırım, kendimi parlatırım” diyor. Eğer 26 kişilik kadronun altısı altyapı oyuncularından oluşursa bu kez antrenörler de baskı yapar yöneticilere, “Ben sezonu 18-19 oyuncuyla tamamlayamam” diye. Dolayısıyla altyapıya daha fazla yatırım yapmak zorunda kalırsınız. Oyuncu yetiştirmek atla deve değil yani. 5-6 yıl içerisinde bu oyuncular hazır olabilir ve kadroya girme açısından ciddi bir rekabet ortamı yaratabilir.
SAVAŞ SERDAR: Bırak altyapıya yatırım yapmayı, gelişim liglerine katılmayan kulüplerimiz var bizim. Bunun 14 yabancıyla falan ilgisi yok, hiç katılmamış olanlar var. Bu sene üç tane maça çıkmayıp da ihraç edilen takım var. Neden? Otobüsümüz yok, mazotumuz yok, maça gidemiyoruz… Peki A takıma ne kadar harcadın? Bir oyuncu eksik alsan katılırdın. İlla oyuncu yetiştirmek zorunda da değilsin, şehrindeki gençlere hizmet etmiş olurdun. Spor yapmalarını, kötü alışkanlıklardan uzak durmalarını sağlardın. Sorsan hepsinin tüzüğünde bu vardır. Bir yanda bu kulüpler var, diğer yanda amatör olup da gerçekten gelişim liglerinde mücadele edecek düzeyde olanlar var. A takımı yok ama altyapıları olağanüstü. Bir şekilde sponsor bulup bütçelerini de oluşturmuşlar. Ama onlar da talimatname gereği akademi liglerine dâhil olamıyorlar. İstanbul Zeytinburnu’ndaki Damlaspor bir lokomotiftir mesela. Bursa’da Arabayatağı, Samsun’da Atakum Belediyespor ve Kadıköyspor, Gölcük Karadenizspor… Bu takımları desteklerseniz Akademi Ligleri’ndeki diğer takımlarla kafa kafaya oynarlar. Senin desteklediğin takımlar girmek istemiyor, girecek takımları sen almıyorsun. Oradaki oyuncular da Amatör Lig’de zayıf rakiplere karşı oynadıkları için gelişimlerini tamamlayamıyorlar.
DAVID BADIA: Barcelona’da U19’a gidin, 20 oyuncunun hepsinin A takıma bir şekilde yükselme fırsatı vardır. Buradaki U19’da ise 7-8 oyuncu gerçekten iyi ama geri kalanların Fenerbahçe’de olmaması gerekir. Ne yazık ki gerçek bu. Günün sonunda iyi oyuncular, iyi olmayan oyuncularla antrenman yapmak zorunda kalıyor. Örneğin bir oyuncu diğerine pas attıktan sonra demarke olarak topu geri almayı bekleyecek diyelim. Ama iyi olmayan takım arkadaşı topu ona geri yollayamıyor. Bir kere olur, iki kere olur, üç kere olur ama dördüncü sefere geldiğimizde iyi çocuk diğerlerine pas atmamaya başlar. Bireysel oynamaya yüz tutar ve hata yapar.
Sonrasında onun için herkes “İyi ama kafası burada değil, iyi ama birçok problemi var, egoist” deyip durur. Alakası yok, o bir çocuk! Kötü oyunculara pas vermek zorunda değil. Ne zaman 11 kaliteli oyuncuyla çalışmaya başlarsınız, o zaman çok daha fazla gelişme şansınız olur.
SİZCE KURAL NASIL OLMALI?
UĞUR MELEKE: Ayet değil bu, deniyorsun. Denemek doğru karardı. Denenmesi için çok çaba sarf ettim. O zamanki federasyon çerçevesinde yabancı sınırıyla ilgili benle de istişarede bulundular, sağ olsunlar. Konuştuk beraber belli bir noktaya gelmesinde. Söylediğim birçok şeyi dikkate aldılar, hatta o zaman şunu da söylemiştim: O zaman 18 kişilikti kadro, iki tane altyapı ürünü oyuncu koyma şartı vardı, o kaldırıldı. Neden bunu kaldırıyorsunuz? Hatta bu sayı artmalı; yerliye teşvik böyle olur. Madem yabancı oyuncu sınırını açınca genç yerli oynayamayacak diye bir endişeniz var; o zaman buna mecbur bırak. “28 kişilik kadrolarda dört tane 21 yaş altı Türkiye üretimi oyuncu olacak” de atıyorum. Maç kadrosunda iki oyuncu olacak, hatta ilk 11’de bir tane olacak. Sayılar tartışılabilir. Yabancı sınırını serbest bırak, yerli oyuncuyu da oynadığı dakika başına ciddi bir primle teşvik et.
AYKUT KOCAMAN: Yabancı konusuna dair bence ana çözüm, üretmeye teşvik etmekten geçiyor. Yüzde yüz… Takımlarımız rekabetçi olmak, başarılı olmak istiyor ama bunların da aynı zamanda çabuk olmasını istiyor. Sonuç olarak hamleler de bu şekilde yapılıyor. Üretmek dediğim sabır gösterip yatırım yapmak. Halka gibi birbirine bağlı olan şeyler bunlar hep. Bu süreç uzun, meşakkatli, bilgi istiyor, zaman istiyor, sabır istiyor, yanılma istiyor… Sonrasında kaliteli üretim safhası başlıyor. Bir kulüp için başlasak buna, bir on yılı bulur herhâlde. Dünyada da örnekleri var. Fransa, Almanya, İngiltere… Bunlar hep bir yerlerden başladı. Onlar bu yatırımları yapınca 1-2 yıl sonra meyvelerini almıyorlar. Onların farkı da bu zaten. Yatırıma başladıktan sonra işler istendiği gibi giderse 8-10 yıllık bir süre zarfının oluşacağını biliyorlar. Ardından o dönüşümü geçirip parlak zamanlar yaşıyorlar.
ÖNDER ÖZEN: Ben yabancının tamamen serbest bırakılması taraftarıyım. Koşulsuz. Sınırsız özgürlük sağlar. İsteyen istediğini yapsın. Versin 28 yabancıya kontrat, bir haktır bana kalırsa. Inter’in -isminden de belli- Milan’a karşı kuruluş hikâyesidir: “Bizde herkes oynayabilir” diyor. Ben de bunu çok değerli buluyorum. Varsa Türkiye’de bu kafada bir kulüp onu yapsın; Bilbao kafasında olan da tersini… Tercihler daha belirgin ortaya çıkar.
DAVID BADIA: 8, 10, 12… Sonunda sayı kesin şu olsun diyebileceğiniz bir durum yok ortada. Belki 14 çok fazla ancak yabancı oyunculara da ihtiyacınız var. Ligin kalitesini arttırmak için, sponsorları lige çekmek için, forma satmak için ve benzeri önemli şeyler için. Belki 8-10 olabilir ama hem kaliteli Türk oyuncuları yetiştirmezseniz hem de sayıyı düşürürseniz ligin de kalitesi düşecektir. Buna hazır olmalısınız. Yabancı sınırını sıfıra indirirseniz o zaman tamamen Türklerin olduğu bir lig olacak. Yüzde 100 Türk bir ligi kim izler ki?
UĞUR MELEKE: Fenerbahçe Eljif’ten aldığı parayla tüm transferlerini yaptı. Allahyar’ı da aynı mantıkla aldı. Galatasaray Ozornwafor’u aldı, gelişsin diye kiraladı. 80 milyon nüfus yerine 7 milyarlık bir havuz oluyor oyuncu bulabileceğin. Kasımpaşa’nın, Alanya’nın transfer stratejisi çok iyi. Sessiz sedasız toparladılar, her sene kâr ediyorlar. Ülke futbolunun şu anki bir numaralı meselesi ekonomik kriz değil mi? Dört büyüklerin toplam 10 milyar liranın üzerinde borcu varmış. Ligdeki bütün futbolcularını satsan 700 milyon euro, zorlasan 5 milyar lira. Bütün malvarlığın 5 milyar lira, 10-14 milyar borcun var. Böyle şirket yürür mü? 18 kulübün 11’i bonservis harcaması yapmamış. Kulüplerin bir numaralı gideri bonservis değil, maaş. Niye yalan söylüyorlar? Bir numaralı krizin finanssa, zaten finansal tedbirler alman lazım. Maaş standardını düşürüyor yabancı oyuncuyu arttırmak bu da zaten bir numaralı finansal tedbir. Dolayısıyla teknik olarak baksan da milli takım açısından baksan da finansal olarak baksan da yabancı sayısını azaltmak hiç mantıklı değil.
AYKUT KOCAMAN: Benim olmasını istediğim şey serbestlik içinde bir zorunluluk. Oynatmak isteyen 11 yabancı ya da 11 yerli oynatsın. Bunda hiçbir sorun yok. Ama diğer taraftan belli bir sınır verip bunu zorunlu hâle getirdiğinizde, altyapıdan oyuncu çıkarmaya teşvik etmiş olacaksınız. Avrupa Ligi’nde mesela, 25 kişinin dördü altyapıdan yetişmiş oyuncu olmalı listede. Biz de böyle hareket etsek ya? Bizde 4 değil 5 olur, 8 olur. Geri kalanında ise herkes kendi mantalitesine göre yol alır. Kimisi 10 yabancı alır, kimisi daha farklı yapar… Bu biraz daha her kesimi mutlu edebilecek bir durum olur gibi.
PEKİ BİZİM ÖNCELİKLE NEYİ KONUŞMAMIZ LAZIM?
AYKUT KOCAMAN: Federasyondan yetkili birkaç kişiyle bir toplantıya gitmiştik. Yabancı sayısına geldi konu. En son söz bana geldi. “Ne dememi istiyorsunuz, karnımdan mı konuşayım? Esas sizin söylemeniz lazım” dedim. Zamanında ikiydi, üç oldu. Üçtü, dört oldu, 4+1 oldu. Neden geldi en başta bu yabancı kuralı? Sayıları niye arttı? Bu artışlardan sonra ne oldu? Ne umulmuştu, ne görüldü? Bu soruların cevabı, federasyon olarak sizde olmalı. Hiç bu konuda çalışma yaptınız mı? “Şu karar şundan dolayı verildi, takip eden süreçte şu sonuç gözüktü” gibi… Birkaç sefer dile getirdim bunları toplantılarda. Federasyon belli olanaklara sahip bir çatı, önemli konularda kararlar veriyorlar. Sonra da bu kararların sonuçlarını gözlemlemek zorundalar. Siz bir şeyler deyin ki biz de antrenörler olarak yabancı konusunda veya başka konularda sahadan deneyimlerimizi aktaralım.
EMRE ZENGİLLİ: Kısıtlamayla bir yere gelemezsiniz, açık bırakacaksınız. Evet, 1-2 sene insanlar konuşacaklar, “Bunlar Türk takımı değil mi, 11 yabancıyla çıkıyor” diyecekler. Ama bunu dil, din, ırk olarak ayırmayacaksın; futbol küresel bir oyun. İsveç’te, İspanya’da, Amerika’da da bunlara bakılmaksızın oynatılıyor. İzlanda katbekat küçük bir ülke ama neredeyse bizim başarılarımızı gölgeleyecek. Baktığınızda sorunun yabancı sınırı falan değil, altyapıdaki yetersizlik olduğunu görmek gerekiyor. Altyapı da benim konum değil.
ÖNDER ÖZEN: Sorunu çözmeye şuradan başlamak lazım: Gerçekçi, uygulanabilir kurallar üretmek ve kuralları takip etmek gerekiyor. Başlangıç noktamız burası olmalı. Türkiye Futbol Federasyonu kuruluş hükümlerine bile uysa ben razıyım. Kuralları koy, yürü yoluna git. Bunları yaptıktan sonra yabancıyı tartışmaya gerek yok, Türkiye’de konuşulacak en son konu yabancı kuralı.
AYKUT KOCAMAN: Biz bu işi ev yapmak gibi, asfalt dökmek gibi düşünüyoruz. Ne kadar çabuk yaparsak o kadar iyi olacakmış gibi… Fakat asfaltı hızlı döktüğümüz için asfalt düzgün olmuyor, yamalar yapıyoruz bu sefer. Sonra beğenmiyoruz, aynı yeri tekrar kazıyoruz. Hep aynı hareketler… Bir evi hızlı bitirmeyi marifet sanıyoruz. Ama zamanla elektrik sorunu, su sorunu baş gösteriyor. Görünmeyene yatırım yapmayıp, yüzeysel başka şeyleri cilalayıp satmak müteahhitlerimizin, iş adamlarımızın temel mantığı bu ülkede. Bunu futboldan ayırmak mümkün değil. Çünkü bakış açısı aynı, bu hareketleri yapan insanlar futbolda da yöneticilik yapıyor. Geldikleri andan itibaren futboldaki hamleleri de hızlı, çabuk, taraftara ve medyaya beğendirme amaçlı. Görünene yatırım yaparak medya üzerinden halka da sunmuş oluyorsunuz bunu. Popülaritenin üzerine atlanıyor ve her şey bu kısırdöngü içerisinde yaşanıyor.
Biz futbol açısından tüketen bir milletiz. Çok hızlı başarı bekliyoruz; yabancı sayısı ve yabancıya yönelimin de içinde bulunduğu bütün şeylerin temel kaynağı bu. Üretmek uzun; sabır, beceri, bilgi istiyor, görünmeyene yatırım istiyor. Oysa kaynakları görünene yatırmanın getirisi onlar için daha fazla. Bu paraları yöneten insanlar bir şekilde futbol dünyasına dışarıdan gelen insanlar. Futbolun sorunlarının çözülmesinden ve büyümesinden ziyade görünene yatırım yaparak kendi reklamlarını yapıyorlar. Ana kısım burası, bunu halledemediğimiz sürece her şey günü kurtarmaya yönelik olur.
Röportaj: Buğra Balaban & Atahan Altınordu