*Koşunun hoşa gitmeyen yanlarını öğrenmek için tıklayın.
-Koşarken “bebek kafası”na ulaşmak. Başarılı ya da başarısız olmanın önemsiz hâle gelmesi, doğru ya da yanlışı düşünmemek, endişeli ya da stresli hâlinizin yok olması. Nasılsa akşam koşacağım diye gün boyunca çok fazla yiyebilmek. Öğlen pizza, akşam koşudan önce kepekli makarnaya abanıp 15 kilometre sonunda ‘eve gidince ne gömsem’ diye düşünebilmek…
-Nasılsa sabah koştum diyerek yine çok fazla yiyebilmek. Kalori sayacında +1000 görüp gevrek gevrek bira içmek, patates yemek.
-Çok fazla yiyebilmek.
-Özellikle hafta sonları sahilde koşarken ayrı bir klana ait gibi hissetmek. Benzer şekilde giyinmiş, koşan, kızarıp terlemiş insanlara selam vermek, göz ucuyla onların tempolarına bakmak, eğer yakalama mesafesindeyse onları tavşan gibi kullanıp tempo artırmak, geçmek, sanki olimpik oyunlarda finişi geçmiş gibi hissetmek. Hatta mobot yapmak.
-Sabah koşunca bütün gün tatlı bir yorgunlukla dolaşmak. Akşam koştuysanız -ayıptır söylemesi- çuval gibi uyumak.
-Nefesinizin her şeye yetmesi. Oynuyorsanız halı sahada ya da parkede en çok koşan olmak, dans ediyorsanız hiç yorulmamak, herhangi bir şeye üşenmemek, geniş yüzdelik dilimden daha farklı olduğunuzu bilip keyiflenmek.
-Özellikle yarış zamanı yiyecek, içecek ve kıyafet alışverişi yapmak. Aslında genel olarak koşu alışverişi yapmak. Daha önce hiç kullanmadığınız ve ne işe yaradığını düşündüğünüz aparatı koşarken kullanmak, bir dergide okuduğunuz ve acayip merak ettiğiniz koşucu yiyeceklerini bulmak, tatlarının hiç hayal ettiğiniz gibi çıkmaması, hayal kırıklığı yaşasanız bile onları tecrübe etmek.
-Koşu analizi yapmak. Koşup duş aldıktan sonra koşu uygulamasını açıp nerede yavaşlanıp nerede hızlanıldığına bakmak, bir dahaki sefere rotanın o bölümüne gelince tempoya dikkat etmek, yüklenmek.
-İnsanlara “Ya ben de koşsam mı acaba” dedirtmek, onları koşuya başlatmak.
-Günlük antrenmanın sonuna gelirken kişisel rekora çok yakın devam edildiğini görmek, son kilometrede hızlanmak, kişisel rekoru kırmak. (Fakat hemen sonra asansörsüz 5 kat çıkmak)
-İstanbul Boğazı’nda koşabilmek. Ağzın ortasına doğru esen rüzgara rağmen manzaranın tadını çıkarabilmek, belki birkaç saat sonra trafiğinde sıkışıp kalacağınız ve küfürler yağdıracağınız şehri biraz daha sevmek.
-Belli bir zaman sonra işin ister istemez sağlıklı yaşamaya dönüşmesi. Yapılması ve yapılmaması gereken şeyleri öğrenmek, hangi yiyeceğin ne işe yaradığını görmek, kendi kendine diyetisyenlik ve hatta yaşam koçluğu yapmaya başlamak.
-Yemekleri yakıt olarak görmeye başlamak. Hem güzel, hem acayip bir olay.
-Kendinizi tanımak. Tamamen bireysel bir iş yaptığınız için hedefe ulaşamadığınızda suçu kimseye atamamanız, kazandığınızda başardığınız şeyin keyfini tek başınıza çıkarmanız, kapasitenizin aslında sandığınızdan çok daha fazla olduğunu görüp aydınlanmanız.
-Koşmayı hayata entegre etmek. Yukarıda yazdığım her şeyi kullanarak…
*37. Vodafone İstanbul Maratonu sonlandı, sırada yenisi var. Detaylı bilgi için buradan.
Ozan Can Sülüm, 1990 yılında, İstanbul’da doğdu. İlkokuldan lise bitene kadar hentbol oynadıktan sonra kısa bir süreliğine spordan nefret edip bıraktı. Üniversitenin ilk yılında Eurosport’a girince anlatmaktan spor yapmasına zaten vakti kalmadı. 2013 yılının soğuk bir kış akşamında çay fincanını göbeğinin üstüne koyabildiğini fark edince spora geri dönmeye karar verdi, o günden beri koşuyor. 5, 10, 15km’leri denedi, bir gün maraton koşabileceğine inanıyor.