Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

BasketbolGündemKontrol

LeBron James, 2010'larda üç karar verdi. İlki, bir televizyon programıydı. İkincisi, bir dergi yazısı. Üçüncüsü, basit bir e-mail. O kararlarla birlikte kendisi de spor da değişti.

Bu yazı ilk olarak Socrates’in Aralık 2019 sayısında yayımlandı. Tüm sayılarımıza bu adresten ulaşabilirsiniz.


Roger Federer’in 73 soruluk Vogue röportajını izlediniz mi? Ekselansları’nn kusursuzluğu yaşadığımız çağı tanımlayacak şeylerden biri. Sadece saha içinden bahsetmiyorum. Saha dışında sergilediği duruş, şöhretini ve kariyerini taşıyış biçimi, 21. yüzyılın ilk yıllarına dönüp baktığımızda aklımıza gelen karelerden olabilir. Çocuksu görüntüsünün altına futbol tarihinin en sihirli anlarını saklayan Lionel Messi veya modern olimpiyat oyunlarının en büyük rekoruna kocaman gülüşünü sığdıran Usain Bolt gibi… Başka? Katie Ledecky ve Michael Phelps’in robotları andıran istikrarı, Simone Biles’ın hayatında bir dakika bile artistik jimnastik izlememiş birini sporuna âşık edebilecek estetiği… Peki ya Tom Brady’ye ne demeli? Onun kırklı yaşlara ulaşan kariyerinde sıkıcılığa varan bir harikalık yok mu? Veya Serena Williams’ı nereye koyacağız, yenilmedik bir rakip bıraktı mı?

Kısacası, bu çağda da büyük yıldızlar izledik, sporu onların başrolünde olduğu anlar üzerinden konuştuk. Elinizde tuttuğunuz dergi, bu anların bir çoğunu çeşitli vesilelerle anıyor. Ray Allen’ın Spurs üçlüğünde nerede olduğunuzu hatırlıyor musunuz? Veya Ronaldo’nun Juventus röveşatasında… Cleveland Cavaliers’ın 3-1’den geri dönüşünü unutamadığınızı biliyorum, peki ya Barcelona’nın PSG rövanşı? Dolayısıyla bu on yılı bir kaba sığdırmak oldukça zor ama bir olay seçmek gerekirse ben 8 Temmuz 2010’a gideceğim.

***

LeBron James, geri kalan on yılda üç büyük karar verdi ama en ses getireni ilkiydi. Zira 2010 yazında, nereye gideceği büyük bir soru işaretine dönüşmüştü ve sadece basketbol dünyasının meselesi olmaktan çıkmıştı. Dönemin ABD Başkanı Obama, LeBron’u Chicago Bulls’a getirmeye çalışmıştı. Cavaliers, en büyük kahramanını kaybetmemek için özel bir Family Guy bölümü yaratmış, ‘The King’i de dizideki aileye yerleştirmişti. New York Knicks’in teklifi ise daha farklıydı. James Gandolfini’yi ikna etmişler, özel bir The Sopranos sahnesi çekmişlerdi. Tony Soprano ve Carmelo Anthony, James’e “Bize gel” diyordu.

Beklendiği gibi LeBron James’in bir sonraki hamlesi NBA’i değiştirmişti. 23 numara, 6 numaraya dönüşmüş; Dwyane Wade ve Chris Bosh ile birlikte Miami Heat’i zirveye çıkarmıştı. Heat, rakipleri köşeye sıkıştıran agresif savunması, defanstan güç alan tempolu hücumu ve LBJ’in etrafına yerleştirdiği şutörlerle lige 2014’e kadar damgasını vurmuştu. Bosh’un modern uzun arketipini oluşturduğu dönem, James’in pozisyonsuz basketbolun yıldızı olmasına da neden olmuştu. Golden State Warriors’ı ilk şampiyonluğuna ulaştıran plan, Draymond Green’in bir anlamda LeBron gibi kullanılmasından türetilmişti. Ligin Warriors’a cevabı ise bir sürü uzunun Bosh gibi  kullanıldığı yeni düzendi.

Ama evet, LeBron’un kararının etkisi basketbolun dışına taşmıştı. Medya, bunlardan biriydi. Yıldız oyuncu, The Decision ile ESPN ekranlarına çıktığında geleneksel medyanın dönüşümü başlamıştı.

LeBron’un karşısında eski muhabirlerden Jim Gray vardı belki ama bu basit bir röportaj değildi. James, gideceği adresi açıklarken aslında bir aracıya ihtiyaç duymayan modern yıldız düzenini de yaratmış oluyordu. The Players’ Tribune ve LeBron’un kurucularından olduğu UNINTERRUPTED yoldaydı, ünlü sporcular artık hikâyelerini kendi ağızlarından anlatmak istiyordu. Bugünlerde Twitter’da gördüğünüz “Klopp harika yazmış” cümlesinin arkasında bu değişim saklı aslında. Spor gazetecilerinin bir bölümü artık hayalet yazar konumunda. Şimdilerde, kâğıt üzerinde, sporcularla seyirciler arasında bir aracı yok.

Bunun medya mensuplarının LeBron’dan nefret etmelerine yol açan bir süreç olduğunu düşünebilirsiniz. Bir süreliğine öyleydi. The Boston Globe, The Decision günü ilk sayfasından bir editör yazısı kaleme almış ve normalde Irak Savaşı gibi hususlarda kullandığı köşeden LeBron’u eleştirmişti. Ve egosunu… Bu sirkten nefret eden sadece onlar değildi, birçok eski spor yazarı sürece dâhil olmuştu. “Nasıl böyle bir şey yapabilirsin, hangi cüretle?” diye soruyorlardı. Gerçekten de ESPN şovu abartılı ve tuhaftı ama en nihayetinde gerçekleşen şey bir asırdır zaten mevcuttu. Bir sporcu, takım değiştiriyordu. Yorumlar, eleştiriler, gösteriler öyle bir hâl almıştı ki ABD’de siyah hareketinin öncülerinden Jesse Jackson, birçok kanaat önderinin LeBron’a köle zihniyetiyle baktığını söylemişti.

***

2019-2020 NBA sezonunun başlamasından kısa bir süre önce ESPN’in popüler yüzü Rachel Nichols, bir podcast programına katıldı. Nichols, eskiyle yeni düzen arasındaki farklardan bahsederken bir konuya girmişti. Takımların ölümünden… Nichols, geçmişte spor meraklılarıyla yaptığı sohbetlerde şu cümleyi duyuyordu: “Bulls taraftarıyım.” Bugünlerde ise kimse takımlardan bahsetmiyordu. Rachel Nichols ve meslektaşları şu an sokakta karşılaştıkları basketbol hayranlarından şu cümleleri duyuyordu: “Ben Kawhi Leonard’ı tutuyorum.” Ya da LeBron’u…

Spor, artık tamamen bireyler üzerinden tanımlanıyor. Son 15 yılda futbol konuşup Ronaldo ile Messi arasında seçim yapmak zorunda bırakılmayan kaç kişi var? Sadece oyuncular değil, koçlar da bu bireysel sürecin bir parçası. Kulüpler geri plana atılırken spor bir satranç tahtasına indirgendi, bugünlerde ya Kawhi veya Messi gibi en değerli taş olmanız gerekiyor ya da tahtanın başında oturmanız. 2010’lar bireylerin kutsanmasının doruğu olurken Guardiola, Obradovic, Brailsford gibi spor adamları da övgülerden payını aldı. Artık futbol, basketbol, voleybol gibi sporlar da bireysel dallar gibi konuşulmaya başladı.

Değişimin başındaysa The Decision vardı. LeBron James’in toplu protestolara yol açan kararı, spor dünyasının yeni figürlerine de cesaret verdi. NBA, bugünlerde tamamen bireylerin kararları üzerinden şekilleniyor. Süper starlar eskisi gibi uzun kontratların altına imza atmıyor ve “Yıllarca aynı takımda kalan vefakâr yıldız” imajına geçmişteki kadar prim vermiyor. En nihayetinde, LeBron da kariyerinin başında bu anlatının kurbanı olmamış mıydı? İlk yedi sezonunda oynadığı Cavs takımları aslında play- off’a girmeyi bile hak etmiyordu ama 1980’lerden itibaren şekillenen anlayış, yine de takımına sadık kalması gerektiğini söylüyordu. MJ, Bird, Magic, Kobe öyle yapmıştı. Diğer yandan aynı anlayış, LeBron’a “Yüzüğün kadar konuş” da diyordu. James, bu iki anlayışın ortasında kararını verdi ve kendisi için en doğru iş olanağını seçti. Aynı şeyi kariyerinde daha sonra iki kez daha yapacaktı ve sonraki adımlarında tepki değil, destek alacaktı. Dünya da onunla birlikte değişmişti.

* * *

Yakın zamanda kaybettiğimiz Polonyalı sosyolog Zygmunt Bauman, içinde yaşadığımız dönemi postmodern olarak tanımlayanlardan değil. O, günümüzü modernitenin bir parçası olarak kabul ediyor ve buna ‘akışkan modernite’ adını veriyor. Bauman, şöyle diyor: “Modern yaşam biçimleri birbirlerinden pek az yönden farklıdır – fakat hepsinin de ortak özelliği kırılganlıkları, geçicilikleri, risklere açık ve sürekli değişime eğilimli olmalarıdır.” Birkaç satır sonra ise şunları ekliyor: “Benim ‘akışkan modernite’ demeyi tercih ettiğim olgu, değişmeyen tek şeyin değişim, kesin olan tek şeyin ise belirsizlik olduğunun gittikçe kesinleşen kanıtıdır. Yüz yıl önce ‘modern olmak’ demek, mümkün olan ‘en üst mükemmellik aşamasına’ ulaşmaya çalışmak demekti – şimdi ise sonu gelmeyen bir gelişme süreci, ulaşılabilecek bir nihai amacın ve böyle bir isteğin olmaması demek.”

The Decision hem çağını değiştirdi hem de çağın değişimlerinden etkilendi. LeBron, bugünlerde Los Angeles Lakers forması giyiyor ve The Decision’ı kariyerindeki en büyük hata olarak görüyor. Ama bir yandan da o karar, öğrenme fırsatıydı. Sahip olduğu popülaritenin nasıl kaygan bir zemin üzerine inşa edildiğini gördü, belirsizliğin tadını alırken bütün repütasyonunu kaybetme riskiyle baş başa kaldı. Akabinde başka bir yola gitti, yeni şovu The Decision gibi sirklere tamamen sırtını dönmekti. 2014’te Cavs’e dönerken geleneksel medyanın kalbine de dönmüştü, kararını bir Sports Illustrated metniyle açıklamıştı. 2018’de Lakers’a giderken ise menajerlik ajansı bunu basit bir e-mail ile duyurmuştu. LeBron, iş yatırımları yaparken bir medya patronuna dönüşmüştü ve bu süreçte her şeyin algı olduğunu da anlamıştı. Herkesin içerik üreticisi olduğu bu çağ, hikâye anlatıcılığının önemini hatırlatmıştı. Hangi mecrayı kullanırsanız kullanın, mühim olan öykünüze çizdiğiniz çerçeveydi.

Peki bundan sonra ne olacak? Herkes bu sorunun cevabını arıyor. Bireyler artık her zamankinden güçlü, kurumlar ise kendilerini tehlike altında hisseden kırılgan yapılar. Medya kadar takım sahiplerinin de The Decision’dan nefret etmesi boşuna değildi. Yaz aylarında kadrosuna Durant ile Kyrie’yi katan Nets’in patronu Sean Marks, hâlâ kabuslar gördüğünü itiraf etmişti. Zira merkezinde olduğu zemin epey kaygandı, tek bir hatada yerle bir olabilirdi. Sadece kulüpler de değil, ESPN’in yaşadığı krizlere bakın. Veya Facebook’un… Artık hiçbir yapı kalıcı değil, yeni kuşaklar da kendilerini uzun yıllar çalıştıkları yerler üzerinden tanımlamayı çoktan bıraktı. Artık hepimiz kendimizden ibaret bir dünya görüyoruz, bireyler olarak güçlü birer içerik üreticisiyiz ve LeBron da oyunun kurallarını hepimizden daha iyi biliyor. Belki en son 2016’da şampiyonluk kazandı ama o günden bu yana hiç gündemden düşmedi. Her gün bir şekilde yeni bir tartışmanın parçası oluyor. Destek verdiği iyi bir rap albümüyle, Çin üzerine yaptığı tuhaf bir açıklamayla, Trump’a verdiği haklı bir cevapla, açtığı olağanüstü bir okulla ve çocuğunun lise maçında yaptığı abartılı sevinç gösterisiyle….

Dünya değişti ve LeBron James de onunla birlikte evrildi. The Decision programındaki gibi gergin, soğuk, güvensiz bir figür değil artık; daha olgun. Mesajı veya hikâyeyi kontrol etmekte de eskisi kadar tecrübesiz değil, Çin hadisesinde olduğu gibi hatalar yapsa da… En nihayetinde o, kırılgan, belirsiz, riskli bir çağda hem sporunda hem de eğlence sektöründe kurduğu üçgenlerle, dörtgenlerle uzun vadede kazanacağını biliyor. En azından konuşulacağını… Bauman, bir röportajında çağımızı özetlerken “Kimse kontrolde değil ve korkuyu en çok bu yaratıyor” demişti. LeBron James, 2010’ları kontrol etmeye çalıştı. Hayatı, kariyeri, sporu ve iş yatırımlarıyla birlikte… Bunu bazen başardı, bazen başaramadı ama günün sonunda hep Instagram’a atacak bir ‘story’ buldu. Rap dinlerken ve kafa sallarken…

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Umut Işığı

Umut Işığı

3 sene önce
Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce