Türkiye ve tenis. Literatürü araştırdığınızda aynı cümle içinde pek kullanılmadığını görebileceğiniz iki birbirine soğuk kelimeydi. Türkiye’nin tenis tarihinden “kısa bir hikaye” olarak bile söz etmek mümkün değildi. Güzel bir roman olmak için başlanmış ancak iki üç deneme ve karalamadan sonra taslak olarak kalmış bir öyküydü bu. 2009’a kadar. Ne olmuştu o yıl?
Marsel İlhan, Amerika Açık’ta ana tablo görmekle kalmamış bir de ikinci tura yükselmişti. O zamanlar sıkı bir tenis izleyicisi olarak ben bunun hayalini bile kurmadığım için hazırlıksız yakalanmış ve olayı gerçekle pek bağdaştıramamıştım. Nasıl yani? Bir Türk tenisçi Grand Slam turnuvasında ana tablo maçı kazanıyor?
Sonrası ilkler ve bebek adımları. Marsel tüm büyük turnuvalarda ikinci tur gördü, ilk 100’e girdi, ATP seviyesinde çeyrek final gördü. Başarılar kadınlara sıçradı. İpek Soylu gençlerde Grand Slam çiftler şampiyonu oldu. Çağla Büyükakçay, WTA seviyesinde son sekize kaldı… Sportif anlamda küçük dokunuşların yanı sıra organizasyon anlamında da başarılı turnuvalara ev sahipliği yapıldı. WTA Championship’i tekrar şaha kaldıran İstanbul, geçen yıl da Roger Federer’i konuk etti ve tenisseverler aslında bu işe ne kadar hazır olduklarını bu turnuvalarda gösterdiler.
Türkiye ve tenis. Son 7 yılda artık birbirine daha sıcak iki kelime.
Bu başarı abartılıyor mu?
Peki Çağla’nın bu şampiyonluğu Türkiye tenis tarihinin neresinde duruyor? Bana göre zirvesinde. İstanbul Cup, profil olarak en düşük kategoride bir turnuva olmasına rağmen Çağla’nın futbolda üçüncü lig eşleniğinde bir ligde şampiyon olduğu algısı yanlış. Çağla en üst seviyede, WTA Tour’da şampiyon olmuştur. Bunu bir kere kafamızın bir kenarına yazalım.
2005’te başlayan İstanbul Cup’ın şampiyonlarına baktığımızda Venus Williams, Agnieszka Radwanska, Caroline Wozniacki, Elena Dementieva gibi isimleri görüyoruz. Maria Sharapova, Francesca Schiavone ve Jelena Jankovic gibi isimler raket salladı ama şampiyon olamadı. Bu sene kadro görece zayıf olabilir ama yerin dibine sokulacak bir durumda da değildi. Artı bugüne kadar bu turnuvada hiç maç kazanamamış Çağla’nın bu fırsatı çok iyi kullanıp seri yakalaması ve kupaya uzanması takdiri hak ediyor.
Çağla’nın elediği isimler arasında çok büyük bir tenisçi yok. Yine de bakalım. Sorana Cirstea, CV’sinde Grand Slam çeyrek finali bulunan bir raket. Nao Hibino, 21 yaşında dünya sıralamasında ilk 60’ı görmüş ve WTA seviyesinde kupası bulunan bir isim. Stefanie Vögele, ilk 50’ye girmiş ve Grand Slam’de son 32 görmüş bir tenisçi. Danka Kovinic yine ilk 50’ye girmiş ve son dört slam turnuvasının üçünde ikinci tura yükselmiş. Hiçbiri ilk 20 tenisçisi değil ama hepsi Çağla’dan genç olmalarına rağmen ondan daha yükseği görmüş, ondan daha iyi isimler. Çağla kariyer olarak kendinden iyi meslektaşlarını eleyerek kupaya uzanmış ve onların arasına katılmıştır.
Şampiyonluk ne demek?
Bu şampiyonluk Çağla’ya ilk 100’ün kapılarını sonuna kadar açtı. Çağla 25 Nisan 2016 itibariyle dünya 82 numarası. Bunu başaran ilk Türk kadın tenisçi oldu. Ve Wimbledon’da ana tabloda mücadele etme hakkı kazandı. (Fransa Açık’ta direkt katılım listeleri bu haftadan önce açıklandığından Çağla orada ana tablo görmek istiyorsa üç eleme maçını kazanmak zorunda.) Milli raket ne olursa olsun iki ay içinde kariyerinin ilk Grand Slam ana tablo maçına çıkmış olacak. Sürekli ana tablonun kıyısından dönen bir tenisçi olarak bu yeni deneyim ona yeni ufuklar da açacaktır.
Bu noktada koç Can Üner’den de söz etmek gerekir. Birazdan da bahsedeceğim sistemsizliğin içinde kendi sistemini kurdu ve Çağla’yı birkaç seviye atlattı. Marsel’i ve Çağla’yı beş yıl arayla sıralamada ilk 100’e sokması tesadüf değil. Final maçında Çağla’nın yaptığı tüm vuruşlarda kendine güveni ve zihinsel olarak bu kadar baskı altında bükülmemesi de Can Hoca’nın eseridir. Umarım ki kendisi bilgilerini ve tecrübelerini gelecek neslin koçlarına da aktarır zira buna ihtiyacımız var.
Sadece Çağla yetmez
Türk tenisi 2000’lerin ortalarından beri gelişiyor. Bu gelişim gözle görülse de çok yavaş. Zira hâlâ bir sistem yok. Sistemin olmadığı yerde, kaosun egemen olduğu ortamda başarıların sürekliliğinden söz etmek imkansız olacaktır. Milyon dolarların aktığı ve kendimizi çok başarılı gördüğümüz futbolda saman alevi gibi uluslararası başarılarımızı destekleyemememizin nedenlerinden biri de sistemsizlik. Çin, ABD, Almanya, Fransa, İspanya sporcularını alıp sistemin çarklarına monte ederken, biz hâlâ hayatlarından fedakarlık yapan ve fark yaratmaya çalışan 3-5 harika sporcuyla bu kağnıyı sürüklemeye çalışıyoruz.
Bu nedenle Çağla’nın bu muhteşem zaferinin bir şeyleri değiştireceğine ve farkındalık yaratacağına inanmak iyimserlik olur. Milli tenisçi İstanbul’da elde ettiği şampiyonlukla karanlıkta parlayan bir diğer ateş böceği oldu. Bize ise bu ateş böceklerinden daha onlarcası lazım.