Bu yazı ilk olarak Socrates’in Ekim 2019 sayısında yayımlandı. Tüm sayılarımıza bu adresten ulaşabilirsiniz.
Sporcular her zaman spot ışıklarının altında olmazlar. Mazilerinde, ekranda gördüklerimizden ya da stadyumları doldurup izlediklerimizden çok daha fazlası vardır. Sporculuk, ilgiden ve alkışlardan uzakta başlayan bir yolculuktur. Sadece yeterince başarılı olan azınlık sonraki sayfalara ulaşma şansı bulur. 2018 senesinin bitimine birkaç gün kala, dünyanın öteki ucunda devam eden bir tenisturnuvasındabuyolculuklardanonlarcası birbiriyle kesişmişti. Amacı, WTA Auckland Açık’ın ana tablosuna kalmak olan tenisçiler arasında kıyasıya bir eleme mücadelesi vardı. Bazıları başarılı olacak ve yollarına kalabalık tribünler önünde devam edecekti. İçlerinden biri ise toplam yedi maç kazanıp adını final müsabakasına kadar yazdıracaktı. Evet, son top atıldığında belki kupayı kaybeden taraftaydı ama onun kaderine Auckland zaferinden daha fazlası yazılmıştı. Spot ışıklarının tadına bakmıştı ve yaklaşan yılda onlardan hiç de uzakta olmayacaktı.
2000 doğumlu Bianca Andreescu, Yeni Zelanda’daki final yürüyüşüne başlamadan hemen önce dünya 152 numarasıydı. Gençler kariyerinde Les Petits As ve Orange Bowl gibi prestijli kupalar olmasına rağmen geleceği hakkında tahmin yapmak güçtü. Çevresi ise onun üst düzey bir tenisçi olacağına inanan destekçilerle doluydu. Bunların başında 1994 senesinde çalışmak için anavatanları Romanya’dan Kanada’ya göçen ebeveynleri vardı. Annesi Maria, kızının potansiyelinin farkında olduğu için onu her zaman ayaklarının yere basması konusunda öğütledi. “Büyümek için büyük düşün ama kim olduğunu, köklerini ve nereden geldiğini asla unutma” sözleri Bianca’nın kulaklarında çınladı. Hem alçakgönüllü hem de özgüvenliydi. Tıpkı hem bir Rumen hem de Kanadalı olduğu gibi.
Andreescu’nun aldığı ilk önemli kariyer tavsiyelerinden birisinin Romanya’nın yetiştirdiği en büyük tenisçiden gelmesi tesadüf değildi. Simona Halep, 2016’da tanıştığı Bianca’ya gençler turnuvalarında zaman öldürmeyi bırakmasını ve şansını profesyonellikte denemesi gerektiğinisöylemişti.Halep’inöngörüsünün doğruluğu, içinde bulunduğumuz sezon esnasında ortaya çıkacaktı. Zira Andreescu, 19 yaşında olmasına rağmen iki senelik profesyonel geçmişinin avantajını korta birçok kez yansıttı. Olgunluğu ve sükûneti, üst düzeyde edinmeye başladığı tecrübeden geliyordu. Yine de ‘beşinci majör’ olarak adlandırılan Indian Wells’i ve Rogers Cup’ı kazanacağını muhtemelen kimse tahmin edemezdi. Daha birkaç ay önce Auckland’da ilk finalini oynayan genç kız gitmiş, yerine güçlü rakipleri yenen, büyük turnuvalar kazanan bir yıldız adayı gelmişti. Sırada büyüdüğü ve temsil ettiği ülkenin kortlardaki kaderini değiştirmek, Kanada’nın ilk Grand Slam tekler şampiyonu olmak vardı. Üstelik Amerika Açık finalinde Serena Williams’ı devirerek…
***
Kanada dünyanın en başarılı spor ülkelerinden birisi ama şanssızlık o ki daha da büyük bir spor ekolünün kuzeydeki komşusu. Buz hokeyinden beyzbola, basketboldan futbola uzanan bir skalada Amerikan liglerinde temsil edilen Kırmızı Beyazlılar için ‘büyük abi’ ile çekişmek pek kolay değil. Elbette bazı istisnalar mevcut. Edmonton Oilers’ın beş Stanley Cup zaferi ve Toronto Raptors’ın geçtiğimiz yaz ulaştığı ilk NBA şampiyonluğu gibi örnekler çoğaltılmayı bekliyor. Her ne kadar bir takım sporu olmasa da kortlara ihraç edilen süper yeteneklerle birlikte tenis de pastadan pay alabilir. Peki birkaç prestijli turnuva düzenlemek haricinde tenis haritasında bulunmayan Kanada nasıl oldu da kortlarda adından söz ettirir oldu? Bu konuda görüş almak için, bir yıldır Toronto’da yaşayan spor yazarı Çetin Cem Yılmaz’a ulaşıyor ve yakından takip ettiği evrimi soruyoruz. Tabii ülkenin ilk Grand Slam finalistleri Eugenie Bouchard ve Milos Raonic’ten bahsetmeden konuya girmek olmaz. Yılmaz da öyle yapıyor:
“1990 jenerasyonu diyebileceğimiz ilk dalga vardı. Erkeklerde Raonic ve Vasek Pospisil bunun ürünüydü. Kadınlarda ise daha genç olsa da aynı rolü Bouchard üstlendi. Onlarla birlikte, emeklemekten yürümeye geçtiler. Eskiden yetenekleri ortaya çıkarmak konusunda problem varmış. Sonuçta Kanada arazi itibarıyla dünyanın en büyük ülkelerinden ama nüfusu sadece 37 milyon. Yani insanlar çok dağılmış durumda. Vancouver ayrı bir dünya, Montreal ayrı bir dünya, Toronto ayrı bir dünya… Buralardaki yetenekleri tarayıp bir araya toplamak Tennis Canada’nın (Kanada Tenis Federasyonu) 10-12 sene önce yaptığı önemli hamle olmuş. Bu atılımın meyvelerini de az önce bahsettiğimiz oyuncular ve yeni isimlerle toplamaya başladılar. Andreescu’ya ek olarak erkeklerde Denis Shapovalov ve Felix Auger-Aliassime’den de bahsedebiliriz. 1999/2000 jenerasyonu epey kuvvetli geliyor.
Burada da hâlâ çoğu yerde olduğu gibi, ilgi başarıyla birlikte artıyor. Şöyle anlatayım, ülkenin spor kanalı TSN dahi Andreescu’nun Amerika Açık maçlarına kademeli bir ilgi gösterdi. Maçlar ilk olarak TSN 4’te yayımlanıyordu, sonra TSN 3, TSN 2 derken bir anda herkes izler oldu. Özellikle yarı final ve final maçları, pub’larda kalabalık insan grupları tarafından takip edildi. Hatta sanki stadyumdaymış gibi puanlar esnasında birbirini susturan, sonra sevinen bir kitle mevcuttu. Tam aynı şey olmasa da durum Raptors’ın NBA şampiyonluğuna epey benziyor. Sonuçta takım sporlarında yılların gölgede kalmışlığı vardı ve ortaya bir ‘Kanada Gururu’ hikâyesi çıktı. Andreescu’nun zaferi de bu gururu besledi.”
***
Bianca Andreescu’nun Kanada spor tarihine geçen sansasyonel zaferi bir hususta daha dikkat çekiyordu. Sahip olduğu teknik nüanslar, geri çizgi ve güç oyunuyla tek düzeleşen kadın tenisi için aranan kan olabileceğine işaretti. Tıpkı Fransa Açık’ı kazanırken Ashleigh Barty’nin gösterdikleri gibi, Andreescu’nun repertuvarı da gelecek adına epey umut vericiydi. Zaten geçmişin en iyilerinden Martina Navratilova dahi Andreescu’nun oyun stilinden bahsederken “Neredeyse Martina Hingis kadar varyasyona sahip ama daha güçlü” tanımlamasını yapıyordu. 2019 senesinde oynadıkları iki maçta Kanadalı rakibine kaybeden Caroline Wozniacki ise onu Kim Clijsters’a benzetiyordu. Bu iki kıyası detaylandırmak ve daha fazlası üzerine konuşmak için deneyimli tenis antrenörü Mert Ertunga’nın görüşlerine başvuruyoruz:
“Bence Hingis benzetmesi gayet makul. Clijsters daha geriden oynayan bir tenisçiydi, Andreescu’ya ise tam bir baseline oyuncusu ya da tam bir voleci diyemeyiz. Daha ‘Çok yönlü’ diye tabir ettiğimiz oyunculardan. Mesela slice’ı birçok oyuncu vurur ama Andreescu çok çok iyi vuruyor. Forehand’inde hem spin var hem de istediği zaman vuruşlarını düzleştirip hızlandırabiliyor. Fileye gelebiliyor, ilk servisi iyi… Bir de her oyuncuda olmayan spesiyal vuruşlara sahip. Nedir bunlar? Karşıdaki oyuncuyu açıyla kortun dışına çıkaran çapraz vuruşlar ve çok etkili kısa toplar. Gerçekten harika uyguluyor.”
19 yaşında oynadığı ilk Grand Slam finalinde Serena’ya karşı, dünyanın en büyük tenis stadyumunun atmosferinden etkilenmiş görünmemesi Andreescu’nun mental kuvvetine işaret ediyordu. Genç oyuncu bu hususta krediyi annesinden öğrendiği meditasyon tekniklerine veriyor. Maçları kafasında önceden canlandırmasını sağlayan görselleştirme yöntemi onun en önemli yardımcılarından. Mert Hoca’ya göre ise Bianca’nın ilk bakışta dikkat çekmeyen bambaşka bir yeteneği daha var. Bu da farklı tipte oyunlara adapte olma becerisi:
“Andreescu’nun Amerika Açık’ta yendiği oyunculara bakalım. İkinci turda, kitaptaki her vuruşa sahip bir Kirsten Flipkens. Hemen arkasından baseline canavarı Wozniacki. Sonra servis vole oynayan Taylor Townsend. Ardından Flipkens’in birkaç model üstü Elise Mertens. Yarı finalde geri çizgiden güç tenisi oynayan Belinda Bencic. Finalde zaten efsane Serena… Dört beş tane apayrı stil var ortada. Sanmıyorum ki bu denli çeşitli rakiplerle karşılaşılarak fazla slam kazanılmış olsun tarihte. Sırf ’19 yaşında Kanadalı bir oyuncu Grand Slam kazandı’ değil olay. İşin detayları daha hayret verici.”
***
Sezon başında dünya 152 numarası olan Bianca Andreescu’nun başardıkları da satır aralarında gizlenen detaylar da epey hayret verici. Kısaca özetlemek gerekirse, kendisi şu sıralar klasmanın beşinci basamağında. Biri Grand Slam olmak üzere üç tane büyük turnuva kazandı ve artık yarının değil şimdinin yıldızı olarak anılıyor. Medyatikliği son derece arttı. Öyle ki Amerika Açık kupasıyla birlikte Jimmy Fallon’ın meşhur gece yarısı şovuna katıldı; ertesi sabah uyandığında Kanada’nın basketbol efsanesi Steve Nash’ten ve daha nicelerinden gelen tebrik mesajlarına bizzat cevap yazdı. Her ne kadar annesinin öğütlediği gibi alçakgönüllü kalmaya çabalasa da 6 küsur milyon dolarlık mevcut para ödülü hayatını çoktan değiştirdi. Bu yüzden New York-Toronto dönüşünü tarifeli değil özel bir jetle yapmasını herhâlde kimse eleştiremez.
Fakat bazı şeyleri tahayyül etmek, onun gibi geleceği kafasında canlandırma alışkanlığına sahip birisi için bile kolay olmasa gerek. Örneğin doğup büyüdüğü şehir olan Mississauga’da artık bir ‘Bianca Andreescu Sokağı’ var. 16 Eylül 2019 hem orada hem de komşu Toronto’da ‘Bianca Andreescu Günü’ olarak kutlandı. Ayrıca aynı gün, başbakan Justin Trudeau’nun da katıldığı son derece kalabalık bir şampiyonluk seremonisi organize edildi. Kısacası genç tenisçi, sporla nefes alan ulusunun bu alandaki en güncel kahramanı olarak hak ettiği övgüye fazlasıyla mazhar oldu. Şimdi spot ışıklarının tadını çıkarma zamanı…